18 Kasım 2021

+65’in pandemi
günlüğü #4: Dışarıda ve içeride pandemiyle yaşamak

Esra Açıkgöz

Selma, Sevinç ve Bahadır Altan kardeşler, pandemi sürecine ayrı şehirlerde, farklı duvarların ardında yakalandı. Ancak üçünün de duyguları ortak: Endişe, öfke ve isyan. Hikâyeleri pandeminin “cezaevinde” ve “dışarıda” nasıl yaşandığını da gösteriyor 

Bu sefer size, bir kişinin değil bir ailenin hikâyesini anlatacağım. Her biri kendi yolunu çizmiş ama birbirinin yanında olmayı hiç bırakmamış bir ailenin hikâyesini… Selma, Sevinç ve Bahadır Altan kardeşler, pandemi sürecine farklı dönemeçlerden geçerken yakalanıyor. Selma Altan, pandemi başladığında cezaevinde mesela. Yani Altan, sadece pandeminin +65 üzerindeki etkisini anlatmakla kalmıyor, yaşlılara ne kadar sert davranılabildiğini de gösteriyor bize. Tutuksuz yargılanma imkânı varken, 71 yaşındaki bir kadını cezaevine atan bir anlayış sözünü ettiği… Durun en iyisi başa sarıp, sizi onlarla tanıştırayım.

Pandemi bahanesiyle tam tecrit

Selma Altan, emekli bir hak savunucusu, Ege Tutuklu ve Hükümlü Aileleriyle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin (Ege TUHAYDER) yöneticilerinden biri. Kardeşi Sevinç Altan, birçok şehirde sergiler açmış, çeşitli yayınevleri için 600’den fazla kapak illüstrasyonu yapmış bir ressam. Bahadır Altan ise, Pegasus’un 6 Şubat 2020’deki uçak kazasıyla ilgili açıklamalar yaptığı için işinden kovulan bir emekli pilot. Pandeminin herkeste olduğu gibi Altan kardeşlerde de yarattığı en büyük huzursuzluk, sevdikleri için duydukları kaygı oluyor. “İki arkadaşımı kaybettim. Dokunamamak, sevdiklerime sarılamamak çok zorladı” diyor Sevinç Altan, “üstelik ablam hapishanedeydi ve sağlık sorunları vardı, onunla ilgili endişelerim arttı. Hapishanelerde pandemi bahane edilerek, insanlık suçu olduğu halde tam tecride geçildi. Görüşe gidememek ağır geldi.” Öyle bir tecrit ki bu, uzun süre ne onlar ablalarından ne de ablaları onlardan haber alabiliyor.

Ablasının 71 yaşında cezaevine girmesinin nedeni mi? Selma Altan, bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “11 Kasım 2019’da dizlerime protez takılması için İstanbul’a gittiğim gece gözaltına alındım. İzmir terörle mücadele takibe almış, devletin onayladığı STK’yı ‘sözde dernek’ olarak niteliyorlar. Şakran Cezaevi’ne gönderildim. Zor yürüyordum, içerideki arkadaşların yardımıyla günlerimi geçirdim. 7,5 ay sonra bırakıldım, tutuksuz yargılanıyorum. Pandemi başladığında cezaevleri de devlet gibi şaşkındı. Hâlâ da düzgün politika yürütülmüyor. Pandemiyi bahane edip tecridi çok ileri götürdüler. Kapalı görüşler bile kısıtlandı. Dışarıda her şey açıldı, herkes AVM’lerde ancak cezaevlerinde açık görüş hâlâ yok.”

“Kimse gelemiyor, ben çıkamıyorum. İçeride hiç olmazsa 19 kişiyle berabersin. Dışarıda daha izolesin”

Peki, cezaevinde pandemi için nasıl önlemler alınıyor? “Hijyen önemli deniliyor ancak 19 kadın bir koğuşta kalıyorduk. Yeterli deterjan bile vermediler. Paramızla aldık. Hijyen malzemelerinin fiyatları korkunç arttı. Üstelik cezaevi kantinleri dışarının iki katıdır! En çok sıkıntıyı hasta tutsaklar çekti. Hastaneye gönderilmediler. Bel ameliyatı olması gerekenler, bir senedir yürüyemeyenler bile bekletildi. Kanser tedavisi görenleri, kronik rahatsızlığı olanları hastaneye götürünce karantina odasına alıyorlar ama yeni biri hastaneden gelince aynı odaya koyuyorlar. Yani karantina sürekli uzuyor, 14+14+14 gün kalanlar var. Pis ve kötü bir oda. Orayı yapmak için koğuşları kalabalıklaştırdılar. Dışarıdaki mesafe kavramı, cezaevlerinde sıkışıklığa dönüştü. Menemen, Şakran ve Ödemiş cezaevlerinde çok kişi Covid-19 oldu.”

Yeni dünya: Açık cezaevi

Selma Altan, 2020 Haziranı’nda çıkıyor. İçeride sadece 7 buçuk ay kalsa da insanlığın başına yüz yılda bir gelen pandemi, dışarıyı çok değiştiriyor: maskeli insanlar, “güvenli adım” işaretleri, her an izimizin sürülebildiği HES kodlarının korunuyoruz duygusu yaşatması, cep telefonu ekranına sığdırılan sosyalleşmeler… Bunların arasında sağlık sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalıyor: “Kalp damar, tansiyon hastasıyım. Çıktıktan 14 gün sonra diz ameliyatı oldum. İki ay yattım, kızım ve kardeşim baktı. Tam ayağa kalktım, iki haftalık kapatma geldi. Açık cezaevi gibiydi. Kimse gelemiyor, ben çıkamıyorum. İçeride hiç olmazsa 19 kişiyle berabersin. Dışarıda daha izolesin. Üç arkadaşımı kalp krizinden kaybettim. Yasakların getirdiği hareketsizlikten oldu.”

Soldan sağa: Sevinç, Bahadır, Sema ve Selma Altan (oturan) kardeşler.

Bahadır Altan, yasaklardan bir yılla “yırtsa” da kardeşleri ve çevresi nedeniyle bütün hak ihlallerinin yakın şahidi. Ona göre, kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı kestiği gibi, emeklinin ölmesini de kayıp olarak görmüyor: “İleride, ‘85’ine geldin, daha fazla sağlık hizmeti vermiyor, emekli maaşı ödemiyorum’ diyecekleri bir sınır bile getirebilirler. Bu anlayışın ömrü yeterse, bizim ömrümüzü sınırlayacağından korkarım.”

“Ayrımcılık, mutasyon geçiren bir virüs gibi ve bu açıdan çok verimli bir coğrafyadayız ne yazık ki!”

Şimdilik ömürlerini olmasa da özgürlüklerini sorgusuz sualsiz kısıtlayabiliyor. Sevinç Altan’ı da en çok rahatsız eden bu. “Virüs değil de, hayatımızın birtakım adamların eline düştüğü düşüncesi ürkütücüydü” diyor, “Mesela, 20.01-09.59 arasında çıkmamızın hem kendimiz hem toplum için nasıl bir olumsuzluk yaratabileceğinin izahı yapılamadı. Parkları kapatıp fabrikaları açık tuttular yahu! Yaşlı olmanın polis takibine maruz kalacak kadar suç haline getirilmesi akıl alır gibi değildi. ‘Huzurevleri’ bir yara olarak duruyordu, dönüp bakmadılar bile.”

Bu dönemde ‘evde kal’abilen şanslı azınlıktan olduğunun farkında Sevinç Altan. “Oysa boğaz manzaralı ‘evde kal’, ‘hayat eve sığar’ çağrıları yapılırken işe gitmeye mecbur bırakılanlar, yaşlı bile olsalar ‘evde kalamayanlar’ vardı” diyor, “Hastalanmalarında, ölmelerinde beis görülmeyenler… Daha çok kadın ve çocuk evde şiddetle baş başa kaldı. Her ne pahasına olursa olsun büyümeye dayalı sistem durmadı, diğer felaketler karşısında yaptığı gibi pandemi için de ‘ekonomik değeri ne?’ diye düşündü. O yüzden ‘iyi yönetemiyorlar’ cümlesi benim için bir şey ifade etmez. O istediği gibi, istediği biçimde yönetir.”

Düzenli geliri olmayanlara yeterli destek sağlanmaması da devletin vatandaşını değil, çarkların dönüşünü umursadığının kanıtı. Altan düzenli geliri olmayan milyonlarca insandan biri: “Birikimlerimle hayatımı idame ettirdiğimden başlarda sorun yaşamadım. Ama hazırladığım iki sergim de pandemiye toslayınca falan… sıkıntılarım oldu tabii. Yine de çocuklu ev geçindiren, işini kaybeden, intihar eden insanları düşününce manasız şeyler.”

“Pandemide alınan tedbirler, yaşlılığı bir düşkünlük, yardıma muhtaçlık şeklinde gösterdi”

Bahadır Altan, yasakların 68 ya da 78 kuşağından olan 65 yaş üzerindekilerle Z Kuşağı arasındaki bağı kopardığını, böylece toplumun hafızasının silinmeye çalışıldığını düşünüyor. Yine de bu süreçte iyi şeyler de olmuyor değil. Altan’a göre, bunların en önemlisi mahallelerde kurulan dayanışma ağları. “Devletin sağladığından çok daha etkili bir yaşam arzusu sundular” diyor.

Sevinç Altan da iktidardan, devletten bir şey ummayı çoktan bırakmış. Onun önerisi, iktidarın krizlerden, ‘felaketler’den beslenme hâline karşı virüsten öğrenmemizi söyleyen Paul B. Preciado’ya kulak vermemiz: “Boyun eğmeye direnmek istiyorsak, bizim de virüs gibi mutasyon geçirmemiz gerekiyor.” “Sınır veya tecrit dayatmasıyla değil, yaşayan tüm canlılarla beraber kurulacak yeni bir topluluk ve denge anlayışıyla sağlığımıza kavuşacağız”…

“Biz değil devlet yaşlı”

Koronavirüsle ilgili haberlerin ve yetkililerin açıklamalarının toplumda zaten var olan ırkçılığı, yaş ayrımcılığını adeta hükümet eliyle körüklediğini düşünüyor Sevinç Altan. “Ayrımcılık, mutasyon geçiren bir virüs gibi ve bu açıdan çok verimli bir coğrafyadayız ne yazık ki!” demesi bundan. Ona göre, atlanan bir nokta da yaşlıların homojen bir grup olmadığı! “65 yaş üstü her yetişkinin kronik hastalığı yok, her biri bağımlı değil. Toplumsal yaşamın içinde aktif yaşlılar olduğu gibi çalışmak zorunda olanların sayısı da az değil. Mesela, ben” diyor.

Sevinç Altan için yaşlılık biraz yavaşlık demek ama olumsuz anlamda değil. Hatta sağlık sorunların yoksa rahatlık bile sağlıyor: “Bok püsüre aldırışsızlık ya da daha rahat bulaşma hâli. Daha rahat küfredebiliyorum mesela.” Bahadır Altan için nüfus kağıdında yazan yıl bir şey ifade etmiyor. “Kimi 60’ında bir ihtiyar olabiliyor, kimi 80’inde bile okuyup üretiyor. Ancak pandemide alınan tedbirler, yaşlılığı bir düşkünlük, yardıma muhtaçlık şeklinde gösterdi” diyor. “Oysa Nâzım Hikmet şiirinde diyor ya: ‘…etin gevşemesine başka bir tabir gerek, zira ki ihtiyarlamak: kendinden başka kimseyi sevmemek demek’. Birini, bir şeyleri sevebiliyorsanız, direneceğiniz bir idealiniz, istekleriniz varsa ihtiyarlamıyorsunuz. O yüzden bize kendimizi yaşlı hissettirmeye çalışan devlete, ‘sen yaşlısın’ demeliyiz. Devlet çok yaşlı, saraylarıyla, yüksek yüksek makamlarıyla… Onu oralara hapsetmeliyiz. Sokaklarsa çocuğuyla, genciyle, kadınıyla, yaşlısıyla bize kalsın. Bence yeni kısıtlamalar gelirse, yaşlıların devlete, ‘sensin yaşlı’ diyerek, sokakları terk etmemesinde fayda var.”


• Bu yazı dizisi, Özgürlük için Friedrich Naumann Vakfı’nın (FNF) desteğiyle sunduğu bilgi edinme hakkına dayalı araştırmacı gazetecilik bursları kapsamında hazırlanmıştır.