1 Eylül 2021
Alamos Gold: “Tazminat davası cezasızlığın zeminini hazırlıyor”
Nasıl oluyor da madencilik sektörünün önemli aktörlerinin başında Kanadalı şirketler geliyor? MiningWatch’tan Jamie Kneen ile Alamos Gold örneğinden hareketle Kanada madencilik sektörü üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik
Önce Bergama’da, Türkiye’nin ekolojik kaygılarla kitleselleşen ilk yurttaş hareketlerinden birinde Centerra Gold adında Kanadalı bir madencilik şirketinin siyanürle altın çıkaracağını duymuştuk. Daha 1990’lardı, doğa savunuculuğu tüm dünyada yeni yeni tomurcuklanıyordu. Küresel ısınma kavramına bile insanlar aşina değildi. O günlerde Danıştay, ÇED ve bilirkişi raporları ışığında, madencilik faaliyetinin kamu yararına aykırı olacağı gerekçesiyle Ovacık madeninin ruhsatını iptal etmişti. Bu karara rağmen madencilik faaliyetleri sürünce, Bergamalıların açtığı davada dönemin başbakanı Mesut Yılmaz ve üç bakan tazminat ödemeye mahkûm edilmişlerdi. Yine Danıştay’ın kararıyla tazminatları ödemeyen bakanların emekli maaşlarına haciz kondu. Ama yargının bir dizi kararına rağmen maden yıllarca işletildi, satılıp el değiştirdi ve hâlâ faal. Cezasızlık ise her geçen gün kök saldı.
Bugün kitlelerin kararlılıkla mücadele ettiği Kaz Dağları’ndaki altın madeninin perde arkasında da Kanadalı bir firma var: Alamos Gold. Peki, nasıl oluyor da Kanadalı madencilik şirketleri dünyanın dört bir yanında sektörün en önemli aktörleri – ve kirleticileri – hâline geldiler? Kanada’nın doğası madencilikten ne kadar zarar gördü, madenciliğin etkisinin en aza indirilmesi için ne tür önlemler alınıyor? Kanada hükümetinin doğayı katleden bu şirketlerin faaliyetleriyle ilgili tavrı ne?
Bu konuyu Ottawa merkezli, küçük olduğu kadar sebatkâr, Kanada’daki ve Kanadalı şirketlerin dünyadaki madencilik faaliyetlerini izlemeye odaklanan sivil toplum kuruluşu MiningWatch Canada’dan Jamie Kneen ile masaya yatırdık. MiningWatch sadece beş çalışanla Kanadalı firmaların verdiği zararların ülkelerinde duyulmasını, bilinmesini sağlıyor ve dünyanın dört bir yanında benzer mücadeleler veren doğa savunucuları arasında köprü kuruyorlar. Yerkürenin getirisi en yüksek endüstrilerinden birine karşı hiçbir kalkınma söyleminin doğadaki yıkıma gerekçe gösterilemeyeceğini savunanların mücadelesinde bir halka olmayı amaçlıyorlar. Söz Kneen’de:
> Uluslararası faaliyetleriniz ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarıyla bağınız var mı?
Çalışmalarımız Kanada’da madencilikten kaynaklı sorunlar ve Kanada madenciliğinin uluslararası ölçekteki çıkarları olmak üzere ikiye ayrılıyor. Yurt dışı faaliyetlerinin büyük kısmı Latin (Orta ve Güney) Amerika’da. Ama dünyanın geri kalanında da Kanada’nın madenciliğe ilişkin çıkarları bulunuyor – yalnızca şirketlerden değil, Kanada hükümetinin çıkarları ve faaliyetlerinden de bahsediyorum. Zira Kanada hükümeti madenciliği aktif olarak teşvik ediyor. Birçok ülkede Kanada büyükelçiliklerinin madencilik şirketleri adına hükümetlerle aracılık yaptığını gördük. Hükümetlere baskı yapıyorlar ve madencilik faaliyetlerini bizzat destekliyorlar. Hatta bu anlattığım bazen çok içlidışlı bir hâl alabiliyor.
“Kanada hükümeti madenciliği aktif olarak teşvik ediyor. (…) Ortada bir sorun olduğunu kabul etmiyor”
> Bu durumun Kanada’nın temsil etmeye çalıştığı çağdaş toplum imajını nasıl zedelediğine dair bir farkındalık olmaması çok şaşırtıcı.
Bununla ilgili çok az hassasiyet var. Beri taraftan, herhangi bir kontrol imkânı da yok. Kanada hükümeti istese bile bu şirketlerin faaliyetlerini kısıtlayan şartlar tayin etme imkânına sahip değil. Çok kötü durumlarda yaptırım getirilebilir, yolsuzluğa karşı bazı yasalarımız var ama uygulandıkları çok da söylenemez. Bunlar dışında madencilik şirketlerinin uluslararası faaliyetlerine doğayı korumayla ilgili standartlar getiren hiçbir hüküm yok. Bununla birlikte, Kanada hükümeti ortada bir sorun olduğunu da kabul etmiyor. Sanki madencilikle ilgili gerçek bir sorun yokmuş da bir halkla ilişkiler sorunuyla karşı karşıyaymışlar gibi bir yaklaşım içindeler.
> Bahsettiğiniz durumun sebeplerinden biri de bu şirketlerin dünyada madencilik sektöründe önemli birer aktör haline gelmeleriyle ilgili olabilir mi? Kanadalı madencilik şirketlerinin küresel ölçekteki yerini bize anlatabilir misiniz?
İlginç bir şekilde Kanadalı madencilik şirketlerinin çoğu görece küçük şirketler. Son 20 yılda sektör daha konsolide hâle geldi, bunun sonucu olarak küresel çaptaki büyük şirket sayısı azaldı. Kanadalı büyük madencilik şirketlerinin çoğu da büyük uluslararası şirketler tarafından satın alındı ve artık Kanadalı değiller.
Bunun yerine bir dizi küçük ve orta ölçekli Kanadalı şirket görüyoruz. Alamos Gold da bunlardan biri. Birkaç ülkede faaller, işlettikleri birkaç tane maden var ama sektörün standartları itibarıyla büyük bir şirket sayılmazlar.
> Alamos Gold, Kanada’nın en büyük 10 maden şirketi arasında sayılmıyor sanırım.
Hayır. Öte yandan binlerce arama şirketi var. Bunlar hiçbir şey üretmeyen ama arama ve kazma çalışmalarında yer alan şirketler. Kanada’nın özellikle odaklandığı alanlardan biri de bu. Kanadalı şirketler ayrıca altın madenciliğinde daha faaller.
> Peki, Alamos’un Türkiye’deki faaliyetlerine gelirsek, Kaz Dağları’ndaki kitlesel protestoların – hatta dünyanın herhangi bir yerinde buna benzer yurttaş hareketlerinin Kanada’da hiç yankısı oluyor mu?
Son derece az. Bizim yapmaya çalıştığımız şeylerden biri de buradaki insanları dünyada olup bitenlerden haberdar etmek ve yatırımcılarla Kanada hükümetini gerçekler konusunda bilgilendirmek. Ancak çok fazla ilgi gördüğünü söyleyemem. Farkındalığı olan ve kaygı duyan küçük bir kesim var. Buna karşın halkın büyük bölümü, yatırımcılar, hatta küresel konuları takip eden insanların çoğu bile Kanada’nın madencilik sektöründeki rolüne dair çok fazla bilgi sahibi değil.
> Bu denli büyük kitlesel boyuttaki protestoların Kanada’daki etkisinin az olduğunu duymak çok üzücü. Sizce bu protestoların Kanada’da daha fazla duyulması sizin gibi doğa için mücadele veren örgütlerinin elini güçlendirir mi?
Aslında biraz etkisi oldu, madencilik sektörü medyasında yer aldı mesela. Orada dikkat çekmişti. Biz de orada duyulmasını sağlamaya çalıştık. İnsanların inceleyebileceği yeterli sayıda İngilizce içerik yayınlandı. Burada, özellikle Kanada medyasına dair daha genel bir sorunla karşı karşıyayız. Kanada medyası kendi içine kapalı, Kanadalı yurttaşlardan bahsedilmedikçe küresel konulara çok ilgi duymayan bir medya. Eğer Kanadalı yurttaşlar etkilenmemişse, herhangi bir felaket ya da doğal afet burada haber olmuyor. Eğer protestolara Kanada vatandaşların katılmasını sağlarsanız ve gözaltına alınırlarsa, belki o zaman haberi yapılır.
“İhlal, sızıntı gibi durumlarda ya da maden deşarj suları toksikse, maden kapanmıyor. Şirkete bildirim yapılıyor, sorunu çözmeleri isteniyor ama sonra hiçbir şey olmuyor”
> Mesela başka bir ülkeden bir şirket söz konusu olsaydı, bir medya kuruluşunun gazeteci gönderip video haber hazırlamasını bekleyebilirdik. Ama bildiğim kadarıyla herhangi bir Kanadalı medya kuruluşu bunu yapmadı.
Kanada medyasının içinde bulunduğu koşullarla ilgili de bir sorun var. Son on yılda medya çok küçüldü. En büyük ulusal gazetemizin bile Afrika’ya bakan bir tek muhabirleri var ve bütün Avrupa’yı Roma’daki muhabirleri izliyor.
> Kanada’nın çok zengin maden kaynakları olduğu kuşkusuz. Biraz da bize Kanada’da madencilik faaliyetlerinden kaynaklı kirlilik ve kirliliğin yaşandığı kimi odak noktalardan bahsetmek ister misiniz?
Madencilik faaliyetlerinin doğa üzerindeki etkileri, aşamalarına göre değişiyor. İlk başta arama ve kazma çalışmaları yapılıyor. Bunlar çoğu zaman ormanlarda ağaç kesimi ve ulaşım için yol yapımına yol açıyor. Hem peyzaj hem de biyoçeşitlilik açısından çeşitli olumsuz etkileri var. Zira belirli yaşam alanlarını bu şekilde bölüyorsunuz. Kazma işlemi doğru bir şekilde uygulanmadığında çoğu zaman su havzalarının kirlenmesine sebep oluyor. Ayrıca gerek yaban hayatı gerekse yaşamak için ihtiyaçlarını ormandan ya da o bölgenin doğasından sağlayan insanlar açısından bir hayli büyük bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz, zira kazma çalışması geniş bir alana yayılıyor. Uzunca süren bir etki de bu, çünkü doğanın eski hâline dönmesi on yılları bulabiliyor.
Madeni inşaatı başladığında olumsuz etkiler ve kirlilik potansiyeli artıyor. Madenciliğin doğa açısından yol açtığı en büyük sorun atıklar. Çıkarılan maden ya da metale göre bu değişiyor. Ama madende üretilenin çoğunluğu atık ve bu atıklar genellikle aside yol açabilecek arsenik ya da sülfür ve ağır metal kirliliğine sebep oluyorlar. Bu toksik maddeler yer altı ya da yüzey sularını kirletebiliyorlar. Ayrıca modern açık ocak madenlerinde kullanılan miktarlar çok yüksek. Devasa atık yığınlarından bahsediyoruz. Bunların ebediyen güvenli bir şekilde muhafaza edilmeleri gerekiyor, ki bu hiç de kolay bir iş değil. Maden atık birikintileri ve atık hazneleri üzerinde, bunların olabilecek en güvenli şekilde inşa edilmeleri ya da güvenli olmayacaksa hiç yapılmamaları için çalışmalar yürütüyoruz. Eğer belirli bir alanda atıklar ve su güvenli bir şekilde yönetilemeyecek ve bertaraf edilemeyecekse, orası maden inşa etmek için iyi bir yer değil ve proje durmalı.
Ülkenin birçok bölgesinde terk edilmiş binlerce maden bulunuyor. Bazıları çok küçük, bazıları daha büyük. Bazılarının çok nahoş kirlilik sorunları var. Bazıları temizleniyor, bazılarında ise temizliğin yapılması için kimin yasal olarak sorumlu olduğunu anlamaya çalışıyoruz.
“Aynı kişilerin kamuda çalışıp danışmanlık ya da madencilik şirketlerine geçerek, aralarında mekik dokudukları bir ‘döner kapı’ var”
> Peki, şirketler genellikle yasal sorumluluklarına uyuyorlar mı?
Evet ve hayır. Operasyonel süreçte çok fazla ihlaller oluyor. Son zamanlarda “corporate capture” (“şirket zaptı”: karar mekanizmalarının şirketler tarafından ele geçirilmesi) adını verdiğimiz bir olguyla karşı karşıyayız. Madencilik şirketi, mühendisler ve denetçiler birbirleri ile çok yakın ilişki içindeler. İhlal, sızıntı gibi durumlarda ya da maden deşarj suları toksikse, maden kapanmıyor. Durumla ilgili şirkete bir bildirim yapılıyor, sorunu çözmeleri isteniyor ama sonrasında hiçbir şey olmuyor.
> Pek caydırıcı sayılmaz.
Uygulama son derece gevşek. Bunun sebebi olarak kısmen deregülasyonu, kısmen de bu ele geçirme olgusunu gösterebiliriz. Nitekim aynı kişilerin kamuda çalıştıktan sonra danışmanlık ya da madencilik şirketlerine geçtikleri ve aralarında mekik dokudukları bir “döner kapı”dan bahsetmek mümkün.
> Siz de bu yasal düzenlemelerin uygulanmasını ve şirketleri sorumlu kılan hükümlerin artmasını sağlamaya çalışıyorsunuz.
Evet, kesinlikle. Bugüne kadar başarı sağladığımız alanlardan bir tanesi finansal güvenlik, ya da şirketlerin inşa ettikleri madenin bakımı için önceden temin etmeleri gereken performans tahvilleri. Şirketler iflas ettikleri zaman ya madenlerin içindekilerini sonuna kadar tüketir ya da, eğer çıkarılan maden piyasa değerini kaybetmişse zarar ettiğinden dolayı, madeni kapatıp terk eder. Bunlar hâlâ son derece yaygın durumlar. Çoğu zaman madencilik şirketi iflas ettiğinde, bağlı oldukları ana firma yükümlülüklerini reddettiğinden söz konusu yükümlülükler işlevini yitiriyordu. Oysa bireyler, yani yöneticiler başka bir şirket kurup başka bir bölgede madencilik yapmayı sürdürebiliyorlardı. Kanada’nın birçok bölgesinde hükümetlerin bu meblağları önceden toplamaları konusunda başarı sağladık. Eğer madencilik şirketi faalse ve madeni kapatıp kurallara uygun biçimde devreden çıkarıyorsa, söz konusu meblağ öngörüldüğü gibi bu işlem için harcanır; ancak şirket iflas eder ve madeni terk ederse hükümet böylece önceden toplamış olduğu meblağı temizleme faaliyetleri için kullanabilir.
> Yani siz MiningWatch olarak şirketlerin faaliyetlerini ve kurallara ne kadar uyup uymadıklarını sürekli takip etmeye çalışıyorsunuz.
O denli sistematik bir çalışma yapabildiğimizi söyleyemem. Ama temel fikir bu. Küçük olduğumuz için, nerede sorun çıkabileceğini saptamak ve sonrasında izlemek konusunda yerel kuruluşların ve ortaklarımızın katkısına tabiyiz.
“İştirakçi firmalar vergi kaydırma ve paranın çoğunun yatırımcıda kalmasını sağlayacak şekilde ödeme yapma imkânı sunuyor”
> Her ne kadar her zaman uygulanmasalar da, bahsettiğiniz tüm bu yükümlülükler ışığında Kanadalı şirketlerin yurt dışında faaliyet yürütmek istemelerinin sebeplerinden birinin başka ülkelerde kuralların daha esnek olması gibi geliyor mu size?
Kesinlikle. Yatırımcılar açısından risklerin karşılığında bazı avantajlar mevcut. Kanada’da faaliyet gösteriyorsanız, genellikle istikrarlı bir hükümete tabisiniz. Düzenlemelerde bazen değişiklikler yapılsa da bunlar kimseye danışılmadan hayata geçirilmiyor. Değişiklik yapmadan önce sizi mutlaka dinlerler. Kamulaştırma ya da ani siyasi değişiklik ihtimalleri çok düşük. Öngörülebilirlik düzeyi Kanada ya da ABD’de yatırım yapmayı cazip kılıyor. Dünyanın başka yerlerinde ise bunun tersi bir durum var. Siyasi konjonktür çalkantılı, yasal düzenlemeler ise beklenenler ve uygulananlar açısından öngörülemez olabiliyor. Ancak emek ve çevre ile ilgili yükümlülükler çok daha esnek ve daha az masraflı. Kâr edebilme olanakları böylece artıyor.
Yatırımların geri dönüş süresi projeksiyonlarına baktığımızda diğer yerlerde yatırımları geri alma süresi beş veya 10-20 yılken, siyasi istikrarın daha az olduğu yerlerde bu süre iki-üç yıla düşebiliyor. Tüm yatırımları geri ödeyecek kadar kazanç elde ederken aynı süreçte ceplerini de dolduruyorlar. Dolayısıyla soru, operasyonun kârlılığına karşı ülkenin içinde bulunduğu koşulların ne derece istikrarlı olduğu.
> Tabii yurt dışında sorumluluklarının önemli bir bölümünü taşeron veya iştirakçi firmalar üzerine yıkabiliyorlar.
Burada iki şey var: Kanadalı yatırımcıların üzerlerine aldıkları risk yalnızca finansal. Herhangi bir sorun çıktığında, Toronto’daki biri için para kaybı dışında başka bir etkisi olmayacak. Ama ayrıca, böyle bir yapı kurmak vergi kaydırma (tax shifting) ve paranın çoğunun yatırımcıda kalmasını sağlayacak şekilde ödeme yapma imkânı sunuyor. Bunun için birtakım mekanizmalara başvuruyorlar ve bu şirketlerin sık sık son derece karmaşık yapıları olduğunu görüyoruz. Asıl iştiraklerine para aktarımı yapmak için kalkan işlevi gören iştirak şirketleri kuruyorlar iki-üç ayrı ülkede. Mesela Alamos Gold’un Hollanda’da hiçbir çalışanı olmayan iki iştiraki var. Bu şirketlerin tek işlevi para aktarımı. Ancak bu şirketler tüzel kişi sayıldıkları çerçevede yasalar tarafından koruma altındalar ve uluslararası sözleşmeler bakımından Hollandalı bir şirket olarak tanınıyorlar.
“Tazminat davalarındaki meblağlar yalnızca yatırılan ve harcanan miktarı değil, gelecekteki potansiyel kârı da kapsıyor – ki bu kâr genelde şişirilmiş oluyor”
> Böylece Alamos Gold Türkiye’ye karşı bir milyar dolarlık tazminat davasını Hollanda’da açtı. Madencilik şirketlerinin devletlere dava açtığı benzer örnekler aklınıza geliyor mu?
Maalesef bu tür davalardan birkaç tane var. Bu aslında bizim uzun süredir takip ettiğimiz bir gelişme ve son zamanlarda ciddi bir sorun hâline geldi. Elbette yasal sürecin sonunda devletlerin yatırımcıya çok saçma miktarlarda meblağlar ödemesi riski var. Bazı davalarda şikâyetlerin milyar doları geçtiğini de görüyoruz. Davalardaki meblağlar yalnızca yatırılan ve harcanan miktarı değil, gelecekteki potansiyel kârı da kapsıyor. Beklenen kâr neyse, ki bunlar genelde şişirilmiş ve dürüstçe söylemek gerekirse saçmalık derecesinde meblağlar – mesela bu madeni 20 yıl işletirsek, altın fiyatı ons başına hep 200 doların üzerinde kalırsa, şu kadar milyar dolar elde edebiliriz ve talebimiz budur şeklinde. Gelecekte elde edilecek kârın istenmesindeki saçmalık bir yana, ki bu spekülasyondan başka bir şey değil, bu davaların siyasetçiler, hükümetler ve denetçiler üzerinde oluşturduğu baskı daha acil bir sorun. Onlar bu davalardan kaçınmak ister, şirketler ise genellikle dava açmaktan ziyade dava açmakla tehdit ederler. “Bunu yaparsan o zaman biz de dava açarız,” derler. Bu tehdit karşısında denetçiler ve yasa koyucular genellikle geri adım atıp şirkete istediğini veriyorlar. Bunun sonucunda da kendi yurttaşlarının, kendi çalışanlarının çıkarlarına, doğayı, kamu sağlığını koruma yükümlülüklerine ters bir şekilde hareket ediyorlar.
Bu davalar küresel boyutta ciddi bir olgu hâline geldi. Kimi zaman sigara üreticilerinin, kimi zaman madencilik şirketlerinin, kimi zaman da petrol ve doğalgaz şirketlerinin benzer davalar açtığını görüyoruz. Hatta finans hizmeti veren şirketlerin bile… Ancak madencilik şirketleri tazminat davalarına uzun süredir başvuruyorlar, gerek bir tehdit unsuru olarak gerekse yerel hükümetler karşısında cezasızlığın zeminini hazırlamak için. Nihayetinde davadaki çıkarları için. Kimi zaman kazanıyorlar, ama davayı kazanmadıklarında da kaybettikleri çok bir şey yok. En fazla bazı dava masraflarını karşılamak zorunda kalıyorlar. Ama ne devletlere ne de yurttaşlara verdikleri zararın telafisi için geri ödemede bulunmuyorlar. Yurttaş gruplarının da dava devam ederken kendi çıkarlarını korumayı sürdürmeleri gerekiyor.
> Alamos’un daha önce böylesine tepki gören yurt dışı yatırımları oldu mu?
Bildiğim kadarıyla yok – bütün operasyonların tarihçesini bilemiyorum, dolayısıyla yakalarını sıyırdıkları birtakım faaliyetleri var mı emin değilim. Ama daha önce böyle bir dava açmadıklarını neredeyse kesin bir şekilde söyleyebilirim.
> Kanadalı madencilik şirketlerinin en faal olduğu yerlerden biri Latin (Orta ve Güney) Amerika, değil mi?
Evet, Kanadalı şirketlerin Kuzey Amerika dışındaki yatırımlarının büyük bölümü – yaklaşık yüzde 70’i – Latin Amerika’da.
> Burada da sanırım çok tartışmalı faaliyetler söz konusu.
Fazlasıyla.
> Bize Latin Amerika’nın nasıl Kanadalı şirketlerin yatırımlarının en yoğun olduğu bölge hâline geldiğinden ve bu tartışmalı faaliyetlerden biraz bahsedebilir misiniz?
Çoğu zaman bu şirketler ekolojik açıdan hassas bölgelerde faaliyet yürütüyorlar. Buzulların bulunduğu dağlık alanlarda, sulak alanlarda, vb. Yine çoğu zaman yöre halklarıyla, bölgede yaşayan yerli halklarla ihtilafa düşüyorlar, yani faaliyet gösterdikleri bölgenin doğasına büyük önem atfeden insanlarla, çiftçilerle, yerlilerle. Hatta bunlar arasında kimi kentlerin su kaynaklarının olduğu bölgeler de var, ki bu kaynakların aslında koruma altında olmaları gerekir. Karşılaştığımız sorunların bir bölümü bu sebeplerden kaynaklı.
Öte yandan, tarımsal alanları etkileyen maden sahaları da var. Gerek toprak gerek su kaynaklarından dolayı ihtilaflar doğabiliyor. Özellikle su kaynaklarının madencilik faaliyetleri için kullanılması kirlenmelerine ya da kurumalarına yol açabiliyor.
Son olarak, Meksika gibi bazı ülkelerde sorunlar daha çok sosyal meseleler üzerine yoğunlaşıyor: Toprak sahiplerinin madene karşı olmayıp alacakları kazancın yeterli düzeyde ve güvence altında olması yönünde talepleri, kötü çalışma şartları, organize suç gibi.
> Peki bu ülkelerin hükümetleri bu yatırımları teşvik ediyorlar mı?
Evet, 1990’lar boyunca böyle bir süreç yaşandı. Borç krizi nedeniyle ülkeler uluslararası para fonlarından yardım alabilme baskısı içindelerdi. Bu kredileri alabilmek amacıyla doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına yöneldiler – ki altyapı çalışmaları ve bazen sağlık gibi temel hizmetler verebilmek için devlet yatırımlarının devamını sağlamak zorundalardı ve ekonomilerini borç darboğazından kurtarabilmek için IMF’nin dikte ettiği koşullarda kredi alıp daha fazla borca girdiler. Bu yatırımların bazıları tarım ve sanayiye yönelikti, ama büyük kısmı da kazıya dayalı sanayileri kapsıyordu: Petrol, doğalgaz ve madencilik.
“Küresel sömürgecilik kadar iç sömürgecilik de söz konusu”
> Sizce burada bir çeşit çifte-standart, daha doğrusu ikili dil var mı? Kanada’nın doğaya zarar verme konusundaki sicili kabarık, ancak dünyaya verdiği imajla bu çeşit sanayilere yaptığı teşvik arasındaki çelişki dikkat çekici. Doğaya zarar veren sanayilerin faaliyetlerine karşı Kanada’da hatırı sayılır bir muhalefet olduğu söylenebilir mi?
Çifte standart olduğunu düşünüyorum. Kanada siyasi açıdan – yalnızca partiler değil, Kanada halkı da – dünyadaki madencilik yatırımlarının ve faaliyetlerinin doğa ve insanlar üzerine sebep olduğu zararı sorgulamaksızın faydalarından yararlanmaktan fazlasıyla tatminkâr bir tutum içinde. Bu durum aslında Kanada’daki madencilik faaliyetleri için de geçerli. Kanada’da madencilikten en çok zarar gören bölgeler ücra ve yerlilerin yaşadığı bölgeler. İstihdam ve ekonomik faaliyet anlamında bu bölgelerdeki faydalar da sınırlı. Küresel sömürgecilik kadar iç sömürgecilik de söz konusu.
Sorunun kaynaklarından biri de Kanada’nın eğilimin bu yönde olması. İş dünyası ve siyasi elit arasında işlerin böyle yürümesi gerektiğine dair bir konsensüs var. Bu ülkede iş dünyası ve siyasi elitin çok yakın ilişkide olduğu “şirket zaptı” fikrine de dönebiliriz. Küçük ve giderek büyüyen bir farkındalık ve eleştirel tepki olduğunu söyleyebilirim. Bunu inşa etmekte MiningWatch olarak katkılarımız oldu. Ama hâlâ küçük. Beri taraftan akademide küçük ama bilgili ve konuya hâkim bir kesimden artık bahsedebiliriz. Alternatif medyada da The Narwhal gibi, yavaş ve araştırmacı gazeteciliğe dayalı yayınlar da var. Belirli bir ölçüde anaakımda da bu konuları görüyoruz.
> Kanada’da madencilik sektörünün faaliyetlerine ve toplumdaki bakış açısına ilişkin çok iyi bir fikir verdiniz. Peki, Türkiye’de Kaz Dağları’ndaki doğa savunucularıyla irtibatınız var mı?
Evet, bu süreçte TEMA ve Ekoloji Birliği ile birlikte çalıştık. Ayrıca sahadaki aktivistlerle de irtibatımız oldu. Bir-iki yıl önce Alamos Gold’un Meksika’daki faaliyetlerinden etkilenen yöre halklarıyla bilgi alışverişimiz oldu. Alamos’la ilgili Kanada’da tartışma yok, zira faaliyetlerini sınırları iyi belirlenmiş bir bölgede gerçekleştiriyorlar. Biz de Meksika’daki faaliyetlerini inceleyip, Türkçe, İspanyolca ve İngilizce arasında çeviriler yapıyorduk.
> Hiç bu tarz çalışmalarınızdan sonuç aldınız mı? Mesela şirketlere dava açılmasını, tazminat ödemelerini sağladığı durumlar oldu mu?
Evet, birkaç tane var. Genellikle madencilik faaliyetinin yapıldığı yöredeki yerel koşullara bağlı: Kanunlar ne ölçüde uygulanabiliyor? Bölge insanları mahkemelere kolayca erişebiliyorlar mı? Nasıl bir yasal ve düzenleyici sistem var? Mesela Guatemala’da açılan davalarda lehte sonuçlar aldık – ki Guatemala baskıcı olarak bilindiğinden, siyasette ve yargıda yolsuzluğun kol gezmesine rağmen mahkemelerin yerli halkların taleplerine olumlu kararlar vermeleri bizi bir hayli şaşırttı. Ama bunu yaptılar. Guatemala’daki birkaç yasal süreç çok olumlu sonuçlandı. Bazı durumlarda ise durum biraz can sıkıcı.
Ama bir diğer mesele de zamanlama. Doğa savunucuları ile STK’ların lisans (izin) verme ve düzenleyici süreçleri, karşılanması gereken yasal zorunlulukları ne ölçüde kullanabilecekleri. Bunlar müdahale etmek için fırsatlar sunabilir. Eğer yerel yönetimler olumlu şekilde harekete geçebilirlerse bazı kararlar geri çevrilebilir. Şirketlerin kanunsuz bir şekilde faaliyetlerini sürdürdükleri çok sayıda örnek de var. İzin veya çevresel onayları (ÇED) olmaksızın madenleri işletiyorlar. Mahkemede kararlara itiraz ediyorlar ve mahkeme yürütmeyi durdurmadıkça faaliyetlerini sürdürüyorlar. Meksika’da üzerinde çalıştığımız bir maden tesisi 10 sene boyunca çevresel onay alınmadan işletildi. Düzenli aralıklarla çevre konusunda yetkili insanlar gelip tesisin kapılarını kilitliyorlarmış. Birkaç gün ya da hafta geçtikten sonra bu sefer başkaları gelip kilidi kırıyormuş.
> Böyle bir manzaranın burada da yaşandığını tahayyül edebiliyorum.
Üstelik valinin eşi yerel bir iştirakin en büyük pay sahiplerinden biriymiş.
“Sorunun sistemden kaynaklandığı ve sistem değişmedikçe aynı şekilde tekrar edeceği bilinciyle hareket ediyoruz”
> Hakan Tosun’un hazırladığı belgeselde de Alamos Gold’un izni iptal olduktan sonra madende faaliyetlerini sürdürdüğünü gösteren görüntüler var. ÇED onaylarından bahsettiniz, Kirazlı’daki sorunlardan biri de ÇED raporunda kesileceği belirlenen ağaç sayısından kat kat daha fazla ağacın talan edilmesiydi…
Peki, yaptığınız belgeleme ve izleme çalışmasının, her ne kadar çoğu zaman maden tesislerine karşı çıkacak bir muhalefet oluşturma şansınız olmasa da verilen zararları kayda geçmek için gösterdiğiniz bu çabanın faydalı olduğunu düşünüyor musunuz? Benzer bir yapının başka ülkelerde oluşturulmasını tavsiye eder misiniz?
Yapmaya çalıştığımız, bu farklı birikimleri ve yöre halklarının deneyimlerden edindiğimiz bilgiyi bir araya getirmek. Bunun üzerine de insanların benzer tecrübelerden geçen kişilere erişebilecekleri ağlar inşa etmeye, birbirleriyle konuşabilmelerini sağlamaya çabalıyoruz. Böylece Yunanistan, Türkiye ve Romanya arasında ya da küresel çapta insanlar deneyimlerini birbirleriyle paylaşabilirler, kendi kampanyalarını inşa edebilir ve dayanışma ağları örebilirler.
Ayrıca, bunları kuralları değiştirmek için de kullanmak istiyoruz. Mesela yatırımcı-devlet ihtilaf çözümü mekanizmasından söz edecek olursak, yaklaşık 20 yıldır dünyada birçok sivil toplum kuruluşuyla bu sistemin ortadan kalkması için çalıştık. Bazı yerlerde bunu başardık, buna karşı örgütlenen uluslararası bir hareket var ve gerek Kanada’da gerek diğer ülkelerde bunun değişmesi için çalışmaya devam ediyoruz. Kanada hükümetinin madencilik firmalarına verdiği desteği geri çekmesi, en azından minimuma indirmesi ve doğayı ya da insan haklarını suiistimal eden şirketlerin desteklenmemesi suretiyle koşullara bağlı tutması yönünde çabalarımız sürüyor.
Dolayısıyla yöre halklarının mücadelelerine destek olmanın yanı sıra sorunun sistemden kaynaklandığı ve sistem değişmedikçe aynı şekilde tekrar edeceği bilinciyle de hareket ediyoruz.
> Benzer taleplerle Türkiye hükümeti üzerinde de baskı oluşturulabilir mi?
Bu yalnızca bir harekete dayalı olursa gerçekleştirilebilir. Teknik değişiklikler için bazı fırsatlar her zaman oluşuyor. Bir hükümet gelir ve olumlu yönde değişiklikler yapabilir ama eğer bu değişiklikler geniş bir hareket tarafından desteklenmezse, çok kırılgan olurlar. İnsanlar tetikte olmazlarsa ve talepler geniş bir harekete dayanmazsa, yasalar kolaylıkla tekrar bozulabilir.