23 Ocak 2023
“Yeşil göz boyama” zirvesi
Sezin ÖneyBu yılın başlıca risklerinden biri, Davos ve COP28 gibi zirvelerin, “çözüm” sunmaktan çok; “yeşil göz boyama buluşmalarına” dönüşerek sorunun parçası haline gelmeleri
İsviçre’nin Davos kasabasında gerçekleşen “Dünya Ekonomik Forumu”nun (Word Economic Forum), bu seneki başlığı “Parçalanmış bir dünyada işbirliği” idi. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ikinci yılına girdiği 2023’te, uluslararası ilişkilerde işbirliği ve dayanışmanın giderek “ender” hale geldiği bir dünyada oldukça yerinde bir seçim. İklim Krizi’nin de, Davos 2023’ün başlıca gündem maddelerinden biri olduğu düşünülünce, başlığın seçimi kulağa daha da anlamlı geliyor.
Ne var ki, “karar vericiler” ve “güç sahiplerinin” buluştuğu Davos’taki “işbirliği”, iklim krizi aktivistlerinin eleştirdiği gibi, “Yeşil Aklama” (Green Washing) konusunda gerçekleşti. Davos, “yeşil göz boyama”nın gerçekleştiği; yani, sözde iklim krizinin başlıca gündem maddesi olacağı öne sürülen uluslararası toplantılarına eklenen halkaların sadece en son örneği. Dünyanın önde gelen ekonomik fosil yakıt şirketlerinin yöneticileri ve üst düzey politikacıların bir araya geldiği ortamlar zirvelerde, iklim krizi üzerine bol bol konuşuluyor-ama sadece konuşuluyor.
İklim krizinin genç aktivistleri, Greta Thunberg, Vanessa Nakate, Helena Gualinga ve Luisa Neubauer de, Davos’taydı. Ve hatta, daha zirve başlamadan da, “Yeşil Aklama” tuzağına düşülmemesi için uyarılarda bulunmuşlardı. Genç aktivistler, zirvedeki fosil yakıt şirketlerinin “ağır toplarına” hitaben kaleme aldıkları mektupta, şöyle diyorlardı:
“Derhal harekete geçmezseniz, dünyanın dört bir yanındaki vatandaşların sizi sorumlu tutmak için her türlü yasal işlemi yapmayı düşüneceklerini unutmayın. Ve büyük kalabalıklar halinde sokaklarda protestolara devam edeceğiz.”
ABD’nin “petrol devi” ExxonMobil’in, kendi bilim insanlarının gerçekleştirdikleri araştırmalar 1970’lerden beri, iklim krizinin ne kadar ciddi bir tehlike oluşturduğunu açıkça kanıtlıyordu
Zirvenin başlamasına günler kala “Science” dergisinde yayınlanan bir makale, ABD’nin “petrol devi” ExxonMobil’in, 1970’lerden beri iklim krizinin şirket bünyesindeki araştırmalar nedeniyle gayette farkında oldukları halde, inkâr ettiğini ortaya koyuyordu. Diğer bir deyişle, Exxon’un kendi bilim insanlarının gerçekleştirdikleri araştırmalar 1970’lerden beri, iklim krizinin ne kadar ciddi bir tehlike oluşturduğunu açıkça kanıtlıyordu. Ancak, şirket bu konuda alabileceği önlemleri almadığı gibi, yıllarca iklim krizinin “varlığını” yalanladı.
Fosil yakıt şirketlerinin sicili bu kadar kötü olunca, iklim aktivistlerinin de, devasa maddi imkânlara ve nüfuza sahip bu kurumlara güvenmemesi son derece doğal. Üstelik de, Dünya Ekonomik Forumu’nun Davos arifesinde yayınlanan raporu, gerek şirketlerin yöneticilerine gerekse de “yakın fikirdeki” siyasetçilere gayet güzel bir mazaret sunuyordu: küresel çapta başlıca risk arzeden konu, “artan pahalılık ve temel ihtiyaçları karşılamanın yükselen bedeli” idi. 1200 uzmanın görüşlerine başvurarak hazırlanan raporun bütününe bakıldığındaysa, dünyanın karşı karşıya olduğu en büyük tehdidin iklim krizi olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
İklim krizi, “ikinci sırada”
Dünya Ekonomik Forumu’nun “Yeni Küresel Krizler” başlıklı bu raporu, “doğal afetler ve aşırı hava koşulları”nı, güncel risk sıralamalarında ikinci sırada. Belirttiğimiz üzere, günümüz ve “yakın” vadedeki başlıca riskleri, “artan hayat pahalılığı” ve “şiddetli meteorolojik vakalar” oluşturuyor. Uzun döneme bakıldığında ise, “İklim krizini durdurmayı başaramamak”, dünyayı bekleyen risklerin baş sırasına oturuyor.
“Uzun vade” ile kastedilen de, 10 yıl…
Raporu hazırlayan Marsh McLennan ve Zurich de dev şirketler: ilki, “risk” konusunda uzmanlaşan 85 bin profesyoneli bir araya getiriyor; ikincisi de, dünyanın önde gelen sigortacılarından. Dolayısıyla, uzun vadede iklim krizinin yarattığı küresel riske dikkat çekerken, gelecek on yıllarda kendi kurumsal kimliklerini de korumaya yatırım yapmış oluyorlar. Exxon Mobil örneğinde gözlendiği gibi, gerçekler nasılsa bir gün ortaya çıkıyor.
Dahası, “Yeni Küresel Krizler” raporunun, uzun vadedeki riskler sıralamasındaki 10 meselenin altısını da, “Yeşil Sorunlar” oluşturuyor. Yani, iklim krizi kaynaklı riskler.
Gelecek 10 yılda dünyayı bekleyen risklerin ilk başında, “İklim krizini durdurmayı başaramamak” demiştik: ikinci sırada ise, “İklim krizinin getirdiği değişikliklere ayak uydurmayı becerememek” yer alıyor. Görüldüğü gibi, iki risk de aslında birbirine bağlanıyor.
Üçüncü sıradaki risk de tanıdık, günümüzdeki en büyük ikinci tehlike: doğal afetler ve aşırı hava koşulları. Dördüncü sırada ise, “Biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistemin çöküşü” var. Altıncı büyük risk de, “Doğal kaynaklara yönelik krizler”.
Ve 10. olarak, “Çevreye büyük çaplı zararların gerçekleştiği olaylar”, uzun vadeli riskler arasında sıralanıyor. Listedeki, “büyük çaplı göç hareketleri” ve “sosyal kutuplaşma” gibi durumları tetikleyen faktörler arasında iklim krizinin de olacağını görmek zor değil.
“Çoklu kriz” dönemi ve yeni inkârlar
2022’de uluslararası ilişkilerde en çok kullanılan kelimelerden biri, “Polycrisis” (Çoklu kriz) idi. Davos’ta da, “Polycrisis” sözcüğü dillerden düşmedi. Aslında, “bu Davos’ta ‘Polycrisis’in değeri keşfedildi” desek belki de daha doğru. Zira, iktisat tarihçisi Adam Tooze, 2022’deki Davos’a katıldığında, dünyanın “Polycrisis” döneminde olduğunu öne sürmüştü. Yani, eş zamanlı olarak gerçekleşen ve birbirlerinin içine geçen krizler dönemi. COVID-19 pandemisi, Ukrayna’daki savaş, enflasyon artışları, iklim krizi, demokrasinin dünya genelinde yaşadığı krizler ve daha niceleri, iç içe geçerek “Çoklu krizler” yaratıyor.
Bu Davos’ta da, “Yeni Küresel Krizler”” raporunu hazırlayan kurumlardan Zürih Sigorta’nın uzmanlarından John Scott, “İklim değişikliğinin etkileri, biyolojik çeşitlilik kaybı, gıda güvenliği ve doğal kaynak tüketimi arasındaki etkileşim tehlikeli bir kokteyl” diyordu.
Görüldüğü gibi, “kriz algısında” ortaklıkta bir sorun yok. Üzerine anlaşılamayan konu ise, “Çoklu kriz”in tam odağında yer alan iklim krizine karşı ne yapılacağı. Daha doğrusu, bir şey yapılıp yapılmayacağı…
John Kerry, Davos Zirvesi’nde fosil yakıt şirketlerinin yöneticileriyle işbirliğini savunanlardandı
ABD’nin İkim Krizi Özel Temsilcisi John Kerry, Davos Zirvesi’nde fosil yakıt şirketlerinin yöneticileriyle işbirliğini savunanlardandı. Kerry, Birleşmiş Milletler’in 2023 İklim Zirvesi’nin Birleşik Arap Emirlikleri’nde gerçekleşmesini desteklediğini güçlü biçimde seslendirdi. Kerry, BM Zirvesi’nin sorumluluğunun Birleşik Arap Emirlikleri’nin ulusal petrol şirketi Adnoc’un yöneticisi, Endüstri ve İleri Teknoloji Bakanı Sultan el Cabir’e verilmesinin “doğru bir seçim olduğunu” da ileri sürdü. Kerry’nin iddiasına göre BAE, fosil yakıtlardan uzaklaşmak için büyük bir çaba gösteriyor ve bu nedenle de, dünyaya örnek teşkil edebilir.
İklim aktivistleri ise, Kerry ile aynı fikirde değil.
Greta Thunberg, Davos’ta diğer genç iklim aktivistleri Vanessa Nakate, Helena Gualinga, Luisa Neubauer ile Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Direktörü Fatih Birol ile beraber katıldıkları panelde, BAE’nin BM Zirvesi’ne ev sahipliği için seçilmesini eleştirdi.
Thunberg, BAE’nin fosil yakıtlara yatırım yapanların başını çekerek “gezegenin yok edilmesini büyük ölçüde körüklediğini” ve “iklim krizinin tam da merkezinde” olduğunu söyledi. Thunberg, iklim krizine karşı tedbir almakta söz hakkı ve iradenin, “Her nasılsa, sorunlarımızı çözmek için onlara öncelik vermediklerini defalarca kanıtlamış gibi göründüğümüz insanlara” bırakılmasını “saçma” bulduğunu da sözlerine ekledi. Davos’a katılmadan önce, Almanya’da Lützerath Köyü’ndeki kömür madenin genişletilmesine karşı yapılan bir gösteriye katılmış ve diğer göstericilerle beraber polis tarafından gözaltına alınmıştı. Thunberg, gözaltına alındıktan sonra, Twitter’da “iklimi korumak suç değil” mesajını paylaşmıştı.
“Dünyanın dört bir yanındaki vatandaşların sizi sorumlu tutmak için her türlü yasal işlemi yapmayı düşüneceklerini unutmayın. Ve büyük kalabalıklar halinde sokaklarda protestolara devam edeceğiz”
Thunberg ile aynı panelde konuşan IEA Direktörü Birol, dünyanın şu anda temiz enerjiye yaklaşık 1,5 trilyon dolar yatırım yaptığını ancak iklim hedefleri doğrultusunda bunun 4 trilyon dolara çıkması gerektiğini söyledi. Birol, “Enerjiyi temiz, karbon içermeyen enerji kaynaklarından elde etmemiz gerekiyor ve bunu yapmak için sihirli kelime yatırım” diye de ekledi.
Belki de, “yatırımın” gerçekten sihirli kelime haline gelebilmesi için, yanına diğer bir sihirli kelimenin de gelmesi gerekiyor; o da “yaptırım”.
Davos’un krizi
Davos’un başlamasına günler kala Greenpeace’in yayınladığı bir araştırma, 2022’deki zirvenin davetlilerinden önemli bir kısmının, özel uçaklarla seyahat ederek katılım sağladığını ortaya koymuştu. Greenpeace’e göre, 2022’deki Davos’un davetlileri, zirveye katılmak için özel uçaklarla 1040 uçuş gerçekleştirmişti.
Greenpeace’in raporunda, “Tüm bu uçuşların yüzde 53’ü, 750 km’nin altında; tren veya araba ile kolayca yapılabilecek kısa mesafeli yolculuklardı. Yüzde 38’si ise 500 km’nin altındaki kısacık mesafelerdi. Kaydedilen en kısa uçuş ise, sadece 21 km idi.” deniyor. Tabii, mesele sadece “özel uçuşlar” da değil. Davos gibi uluslararası zirvelerde, bir yandan iklim krizi tartışılırken, bir yandan da katılanların karbon ayak izlerini düşürmek için hiçbir çaba göstermediklerine tanık oluyoruz.
Thunberg’in Davos’ta her zamanki açık sözlülüğü ile, “Kendi hırsına, kurumsal açgözlülüğe ve kısa vadeli ekonomik kârlara insanların ve gezegenin üzerinde öncelik veriyorlar” diyerek işaret ettiklerinin listesi çok uzun. Ve Greenpeace’in araştırmasının gibi, Davos gibi uluslararası zirvelerin katılımcılarının önemli bir kısmı bu listeye girebilir.
2023’ün son günlerinde BM’nin COP28’inin de, aynı tuzağa düşmesi mümkün. Dahası, 2023’ün başlıca risklerinden biri, Davos ve COP28 gibi uluslararası zirvelerin, “çözüm” sunmaktan çok; “yeşil göz boyama buluşmalarına” dönüşerek sorunun parçası haline gelmeleri.