23 Mart 2023
Türkiye’nin afet yönetimi yolculuğu
Afetselliğin son derece yüksek olduğu bir coğrafyada yaşam, ancak o coğrafyanın kurallarına uygun bir yaşam tarzıyla mümkün olabilir. Bu yaşam tarzını işler kılmanın en önemli yolu, bilimsel gerekleri yerine getirmek
Bir afet coğrafyası olarak nitelenebilecek Türkiye, tarihi boyunca yıkıcı birçok afetle karşılaşmış, bu afetlerin en yıkıcı ve akılda kalanları da depremler olmuştur. Bu doğal afetlerin en yıkıcısı olarak kayıtlara geçeniyse, resmî makamlarca “asrın felaketi” olarak nitelenen, 06 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli meydana gelen 7.8 ve 7.6 büyüklüğündeki depremler oldu.
Oysa ki Türkiye, coğrafi konumu itibariyle doğal afetleri sıkça tecrübe eden bir ülke. Son yaşanılan Kahramanmaraş depremleri de dahil olmak üzere, 1900 yılından itibaren Türkiye coğrafyasında kayıtlara geçen 200’den fazla doğal afette 100 binden fazla kişi yaralandı ve hayatını kaybetti, 20 milyondan fazla insan da meydana gelen bu afetlerden doğrudan etkilendi.
Yer bilimi alanından birçok akademisyenin bir süredir dikkat çektiği Doğu Anadolu Fay Zonu üzerinde meydana gelen Kahramanmaraş Depremleri, ortaya çıkardıkları yıkım nedeniyle Türkiye’nin deprem gerçeğini bir defa daha gözler önüne serdi; İstanbul’u etkileyeceği de öngörülen Marmara Depremi başta olmak üzere potansiyel depremlerin etki sahasında kalan büyük kentlerdeki afet hazırlıklarını yeniden gündeme getirerek tartışmaya açtı.
1999 depremleri: “Uyanış dönemi”
Türkiye’nin afet tarihinde bir dönüm noktası olarak gösterilen 1999 depremleri, Türkiye’nin afet yönetiminde başlamasına neden olduğu değişim süreciyle de literatürde “uyanış dönemi”nin başlangıcı olarak kabul edilir. Krizin yönetilmeye çalışılması yerine riskin yönetilmeye başlandığı 2000 yılı sonrasını simgeleyen dönemdeki yeni afet yönetimi anlayışı, 2023 Kahramanmaraş Depremleriyle, bu yeni dönemdeki en büyük sınavını vermiş durumda. Ancak 23 yıllık dönüşüm sürecinin test edildiği bu sınavın sonucunun, olumlu bir şekilde değerlendirilemediği görülüyor. Bu durumun nedenlerini yine, 1999 depremleri sonrasında başlayan 23 yıllık dönüşüm sürecinin kendisinde aramak gerekecek.
1999 depremleri ve sonrasında yaşanan süreç, Türkiye’nin afet yönetimindeki birçok eksiğinin ortaya çıkmasına neden oldu. Afet bölgesinde ve afete özgü olarak gözlemlenen bu eksikliklerin, Türkiye afet yönetimi sisteminin dönüşümünü simgeleyen uyanış döneminde giderilmesi amacıyla birçok adım atılıp, düzenleme yapıldı. Bunlar arasında; yönetim, koordinasyon ve organizasyona ilişkin düzenlemeler, toplumsal ve kurumsal afet hazırlık kapasitesinin arttırılmasına yönelik projeler, müdahale kapasitesinin modernizasyonu, afete dayanıklı yapısal dönüşüm çalışmaları, afet eğitimlerinin toplum tabanında ve yükseköğretim ölçeğinde yaygınlaştırılması gibi çalışmalar gösterilebilecek.
2000 yılı sonrasını simgeleyen dönemdeki yeni afet yönetimi anlayışı, 2023 Kahramanmaraş Depremleriyle, bu yeni dönemdeki en büyük sınavını vermiş durumda
AFAD’ın ortaya çıkışı
1999 depremlerinde gözlemlenen en temel sorunlardan birisi olan afet yönetiminde koordinasyon sorunu, uyanış döneminde ilk çözümlenmeye çalışılan sorun olarak gözüküyor. Depreme kadar Afet İşleri Genel Müdürlüğü (AİGM) ve Sivil Savunma Genel Müdürlüğü (SSGM) yönetiminde yürütülen faaliyetlerin eşgüdümünün sağlanması amacıyla 2001 yılında, dönemin Başbakanlık teşkilatına bağlı olarak Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü kuruldu. Bu yeni genel müdürlüğe AİGM ve SSGM tarafından yönetilen faaliyetlerin koordinasyonu görevi verildi. 2009 yılındaysa bu üç genel müdürlüğün birleşmesiyle Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ortaya çıktı.
Uyanış döneminin yönetim, organizasyon ve koordinasyona ilişkin düzenlemelerinin yerel yansımaları ise, yeni arama ve kurtarma birimlerinin oluşturulması ve il ölçeğinde afet koordinasyon merkezlerinin kurulmaya başlanması şeklinde oldu. Bu dönemde daha önce üç olan Arama ve Kurtarma Birlik Müdürlüğü (Ankara, İstanbul ve İzmir) sayısı 11’e çıkartılıp, ayrıca illerde valilikler ve belediye başkanlıkları bünyesinde afet koordinasyon merkezlerinin kurulumuna başlandı ve hali hazırda var olanlardaysa kapasite artırımına gidildi.
Afet eğitimleri alanında ilk çalışma ve akademik girişim
Toplumsal afet kapasitesinin artırılması ve afet eğitimlerinin yaygınlaştırılması çalışmaları, yine uyanış döneminin bir diğer özelliği konumunda. 2000 yılında Boğaziçi Üniversitesi tarafından başlatılan Afete Hazırlık Eğitim Projesi, afet eğitimleri alanında yapılan ilk çalışma olarak dikkat çekiyor. Akademik anlamdaki ilk girişimler ise, İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesinde 2001 yılında Afet Yönetim Merkezinin kurulması, 2002 yılındaysa Afet ve Acil Durum Yönetimi Yüksek Lisans Programının başlatılması oldu. Bu girişim 2005 yılında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi bünyesinde başlatılan Acil Yardım ve Afet Yönetimi Lisans Programı ile devam etti.
Toplumsal afet kapasitesinin artırılmasına dönük çalışmalar içerisinde, bireylerin küçük gruplar halinde bir araya gelerek, başta arama ve kurtarma çalışmaları olmak üzere afet alanında gönüllü oluşumlar meydana getirmesi de yine uyanış dönemine rastlıyor. Bu anlamda ilk olan Mahalle Afet Gönüllüleri 2000 yılında faaliyete geçerek kısa sürede Türkiye geneline yayılarak, bu dönemde ayrıca arama ve kurtarma odaklı çok sayıda sivil toplum kuruluşu da ortaya çıktı.
İstanbul Deprem Master Planı ve İSMEP
Uyanış döneminde yürütülen çalışmalar arasında, risk yönetimi özelliğiyle öne çıkan iki büyük çalışma mevcut. Bunlardan ilki, 2003 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi koordinasyonunda İstanbul Teknik Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversiteleri tarafından hazırlanan İstanbul Deprem Master Planı. ikincisiyse 2006 yılında başlayarak halen devam etmekte olan ve tüm dünyada da örnek olarak gösterilen İstanbul Sismik Riskin Azaltılması ve Afet Hazırlık Projesi (İSMEP).
İstanbul Deprem Master Planında, İstanbul’u da etkileyecek şekilde meydana gelmesi olası bir deprem sonrasında İstanbul’da ortaya çıkabilecek kayıp ve hasar durumlarının çeşitli senaryolar bağlamında analizinin yanı sıra, yapıların incelenmesi ve güçlendirilmesi, imar uygulamaları, hukuki çalışmalar, mali kaynak çalışmaları, eğitim ve sosyal faaliyetler ile afet ve risk yönetiminin temel ilke ve esasları belirlendi.
İSMEP kapsamındaysa kurumsal kapasite artırımı ve toplumsal bilinçlendirme çalışmaları (A Bileşeni); güçlendirme, yeniden inşa ve kültür mirasının korunması çalışmaları (B Bileşeni); eğitim çalışmaları (C Bileşeni) olmak üzere, üç temel bileşen altında proje çalışmaları yürütülüyor.
Modern afet yönetimi, doğa olaylarının toplumu etkileme potansiyeli üzerine odaklanarak, krizi yönetmeyi ve meydana gelecek olayı yönetilebilir kılmayı temel prensip haline getiriyor
Kentsel dönüşüm seferberliği
Buraya kadar kısaca aktarılmaya çalışılan çalışmalar, 2009 yılına kadar uyanış döneminin başat faaliyetleri olarak öne çıkmıştır. Ancak 2009 yılıyla başlayarak bugüne kadar gelen dönem, uyanış dönemindeki en radikal iki değişikliğin yapıldığı dönem oldu: Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının kurulması ve kentsel dönüşüm seferberliği.
1999 depremlerinden sonra yönetim ve koordinasyon anlamında gösterilen ilk reaksiyonun, iki farklı kurum tarafından yürütülen faaliyetler arasında eşgüdüm sağlanması amacıyla yeni bir koordinatör kurumun kurulması olduğu ifade edildi. 2001-2009 yılları arasında Türkiye afet yönetiminin başat kurumları olan bu üçlü yapı, 2009 yılında bugünkü AFAD’a dönüşerek, Türkiye afet yönetimi kurumsal olarak tek elden yönetilmeye başlandı. Böylece, 1999 depremleri sonrası dönemde çeşitli platformlarda sıklıkla dile getirilen ve dünyada da başarılı örnekleri bulunan “afet yönetiminde tek elden koordinasyon” anlayışı, Türkiye’ye de getirildi ve bu anlamda önemli bir eşik, aşıldı.
2009 sonrası dönemde yapılan bir diğer radikal değişiklik de kentsel dönüşüm yaklaşımının kurumsallaştırılarak afet yönetimi politikalarına eklemlenmesi oldu. Özellikle İstanbul Deprem Master Planı hasar analizleriyle birlikte, başta İstanbul olmak üzere Türkiye genelinde sıkça tartışma konusu olan kentlerin yapı kalitesi sorunun çözülebilmesi için, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunla 2012 yılında yasal altyapısına kavuşan kentsel dönüşüm yaklaşımı, yapıların depreme dayanıklı hale getirilmesi temel amacı doğrultusunda merkezi hükumetin öncülüğünde hayata geçirildi.
“Uyanış dönemi”nin sonuçları
Görüldüğü üzere 1999 depremleriyle başlayan uyanış dönemi, Türkiye afet yönetimi açısından verimli geçirildiği düşünülen pozitif bir dönemi de simgeliyor. Öyleyse bu kadar pozitif çalışmalarla addedilen bir dönem sonucunda verilen en büyük sınavın ortaya çıkan sonuçlarının da derinlemesine incelenmesi gerekecek.
Öncelikle, 2023 sınavının sonuçları aslında, uyanış döneminde yürütülen bu pozitif çalışmalarda gizli. Şöyle ki deprem, sel, heyelan vb. olaylar, birer doğa olayı olarak tanımlanıyor. Bu tanımlama bu olayların, dünya üzerindeki insan varlığından bağımsız olarak meydana geldiklerini gösteriyor. Bu olayların birer “afet” olarak nitelendirilmesi ya da afet olarak tanımlanabilecek sonuçlar doğurması, öncelikle insan varlığı ve toplumsal yaşam tarzıyla doğrudan ilişkili. Bir başka ifadeyle bir doğa olayı, ancak toplumu etkilediği ölçüde afet niteliği kazanıyor. Bu nedenle modern afet yönetimi, doğa olaylarının toplumu etkileme potansiyeli üzerine odaklanarak ve krizi, yani olay sonrası dönem yerine riski, yani olay öncesi dönemi yönetmeyi ve meydana gelecek olayı yönetilebilir kılmayı temel prensip haline getiriyor.
Oysa ki Türkiye, uyanış döneminde örneklenen faaliyetlerin çoğundan da anlaşılabileceği üzere bu dönemi, kriz yönetimi kapasitesini artırma çalışmalarıyla geçirdi
Risk yönetimi ve kriz yönetimi süreci
Bugün tüm dünyanın kabul ettiği modern ve bütünleşik afet yönetimi, temelde iki ana süreç üzerine kurgulanıyor: Risk yönetimi ve kriz yönetimi. Risk yönetimi süreci; kendi içerisinde risk ve zarar azaltma ile hazırlık ve planlama olmak üzere iki temel aşamaya ayrılıyor. Olay sonrası dönemi simgeleyen kriz yönetimi süreci de yine kendi içerisinde müdahale ve iyileştirme olmak üzere iki temel aşamadan oluşuyor. (Şekil 1)
Birbirini takip eden süreç ve aşamalardan oluşan bu döngüsel modelde başlangıç aşamasının, risk ve zarar azaltma aşaması olduğu kabul ediliyor. Bu kabul, modern afet yönetiminin temelini oluşturan “riski yönetilebilir hale getirme” prensibinin doğal bir sonucu. Bu prensip deprem, sel vb. gibi toplumu etkilediği ölçüde afete dönüşmesi olası olaylara bağlı olarak toplumun etkilenme kapasitesini (zarar görebilirliği) azaltacağı gibi; riskin gerçekleştiği bir durumda da müdahale kapasitesini ve verimini artırıyor.
Oysa ki Türkiye, uyanış döneminde örneklenen faaliyetlerin çoğundan da anlaşılabileceği üzere bu dönemi, kriz yönetimi kapasitesini artırma çalışmalarıyla geçirdi. Öyle ki, bir eğitim ve bilinçlendirme seferberliği şeklinde yürütülen toplumsal bilinçlendirme ve afet eğitimi faaliyetlerinde dahi yapılan çalışmalar, afet sonrasında yapılacaklar ve ilk müdahale yöntemleri üzerine. Her ne kadar İstanbul özelinde sayılan risk yönetimi çalışmaları ve projeleri yapılmış olsa da yürütülen çalışmaların İstanbul’la sınırlı olması bugün Kahramanmaraş depremleri sonucunda yaşanılan tabloyu ortaya çıkardı.
Kahramanmaraş merkezli depremler ayrıca, Türkiye’nin en çok yatırım yaptığı anlaşılan yönetim, koordinasyon ve organizasyon kapasitesinin de sorgulanmasına neden oldu. Şöyle ki 2009 yılında yürürlüğe giren teşkilat kanunuyla kurulan AFAD, kuruluş aşamasını tamamlayarak faaliyetlerine 2010 yılında başlamış; faaliyete geçmesinin üzerinden yalnızca bir sene geçmişken, 2011 Van Depremiyle ilk ciddi sınavına girdi.
Türkiye Afet Müdahale Planının çıkışı ve eksiklikleri
Resmî verilere göre 644 kişinin hayatını kaybettiği, 1966 kişinin yaralandığı, 100 binin üzerinde konut ve işyerinin de yıkıldığı veya çeşitli ölçülerde hasar aldığı 2011 Van Depreminden, AFAD’ın ifadesiyle, edinilen tecrübe Türkiye’nin ilk ulusal afet müdahale planı olma özelliğini taşıyan ve kısa adı TAMP olan Türkiye Afet Müdahale Planının çıkış ve dayanak noktasını oluşturdu.
2014 yılında yürürlüğe giren TAMP’ın amacı “afet ve acil durumlara ilişkin müdahale çalışmalarında görev alacak hizmet grupları ve koordinasyon birimlerine ait rolleri ve sorumlulukları tanımlamak, afet öncesi, sırası ve sonrasındaki müdahale planlamasının temel prensiplerini belirlemek”, kapsamıysa “ülkemizde yaşanabilecek her tür ve ölçekte, afet ve acil durumlara müdahalede görev alacak, bakanlık, kurum ve kuruluşlar, özel kuruluşlar, STK’lar ve gerçek kişiler” olarak aktarıldı.
Ancak TAMP, modern afet yönetiminin prensipleriyle, yönetim bilimi ve afet yönetimi planlama yöntemleri ekseninde değerlendirildiğinde, birçok eksik noktasıyla dikkat çekiyor. Bu eksik noktalar beş farklı eksende gruplandırılabilecek 10 sorun alanıyla açıklanabilir.
Tablo 1’de gösterilen sorun alanlarını kısaca açıklamak gerekirse; yasal altyapı ekseninde Türkiye’de, yalnızca TAMP’ın değil, afet yönetimi sisteminin de birden çok yasal dayanağının bulunması, afet yönetimi süreçlerinde yürütülen faaliyetlerin hukuki kaynaklarıyla ilgili hem normlar hiyerarşisi yönünden hem de yasal dayanak yönünden sorunlar doğmasına neden oluyor.
Planlar hiyerarşisi açısından; riskin yönetilebilir seviyeye indirilmeden müdahalenin planlanmaya çalışılması ve bir müdahale planının öncülü ve ardılı olması gereken risk ve zarar azaltma planıyla iyileştirme planından yoksun hazırlanması, müdahalenin yönetilemez bir sahayla karşılaşmasına neden oluyor.
Planlama süreci ekseninde yönetim bilimine aykırı olarak, bir afet durumunda yapılacak işler tespit edilmeden, o işleri yapması beklenen organizasyonun kurulmasının başlangıç noktası olarak alınması ve bu sırada örnek olarak lokal bir olay olarak kabul edilebilecek 2011 Van Depreminden edinilen tecrübelerin kullanılması, TAMP ekseninde müdahale kapasitesi açısından soru işaretleri doğuruyor.
Birden fazla hizmet grubunun oluşturduğu servislerin nasıl yönetileceğinin; hizmet grubu içerisinde yer alan kurumların hangi kurallar çerçevesinde koordine edileceğinin tanımlanmamış olması, TAMP’ın hizmet grubu düzeninin işlemesine engel oluyor
TAMP, görev dağılımı açısından hizmet grupları odağında hazırlanmış görünüyor. Bir başka ifadeyle TAMP’ın esas birimi, hizmet grupları. Bahse konu hizmet grupları, dört ayrı servis altında afet müdahale sürecindeki görevleri dikkate alınarak gruplanarak; ayrıca her bir hizmet grubu da hizmet grubuna verilen görevleri yerine getirebilecek kurumlardan oluşturuluyor. Bu yapı, organizasyon yapısı ve hiyerarşik düzen ekseninde değerlendirildiğinde; birden fazla hizmet grubunun oluşturduğu servislerin nasıl yönetileceğinin; hizmet grubu içerisinde yer alan kurumların hangi kurallar çerçevesinde koordine edileceğinin tanımlanmamış olması, TAMP’ın temel birimi olan hizmet grubu düzeninin işlemesine engel olacak. Ek olarak, hizmet gruplarını oluşturan kurumların da olası bir afet durumundaki sürdürülebilirliklerinin ve çalışabilirliklerinin iş sürekliliği ilkeleri ekseninde tanımlanmamış olması, müdahale planını işler kılacak kurumların kapasitelerinin müdahale aşamasına yansıtılamaması sonucunu doğuracak.
Organizasyonel yetki ve sorumluluklar eksenindeyse, işin yapılacağı yere ulaşım ve nakliye gibi bir işin bir yerde yapılmasını ilgilendiren doğal iş süreçlerine ilişkin görevlerin farklı hizmet gruplarına verilmiş olması; koordinatör bir üst kuruluş olması amacıyla kurulan AFAD’ın, müdahale planı içerisinde birçok hizmet grubunun ana çözüm ortağı olarak konumlandırılmış olması da afet yönetiminin tüm evrelerinde ihtiyaç duyulan koordinatör rolünü olumsuz etkileyecek.
Kahramanmaraş depremleri ve koordinasyon sorunları
Nitekim, burada kısaca sayılan aksaklıkların tamamı, Kahramanmaraş depremi sonrasında yaşanan süreçte gözlemlenmiş durumda. Öyle ki ilk müdahale kapasitesindeki yetersizlik ve koordinasyon sorunları, afetin meydana gelmesinden hemen sonra sahaya yansıyarak; afet bölgesinde kontrol sağlanmasının önünde engel teşkil etti. Bu durumun ortaya çıkmasında, meydana gelen afet sonrasında etkilenen alanın coğrafi büyüklüğünün de etkisi bulunuyor. 10 ilin tamamında ve 500 km’lik bir alanda yıkıcı etki doğuran ve dokuz saat arayla meydana gelen iki deprem, bölgedeki etki ve ihtiyaç analizinin yapılmasını da güçleştirdi. Ek olarak ilk müdahale ekiplerinin de afetzede konumunda olmasıyla birlikte, TAMP’ta birbirlerine destek olması planlanan illerin tamamının depremden etkilenmesi ve ulaşım altyapısının da hasar görmesi neticesinde birçok kaynağın bölgeye ulaştırılmasında ve ilk müdahalenin başlatılmasında aksaklıklar yaşandı.
Bu durumun doğal sonucu, afetin ilk anlarında vatandaşlarının kendi kendilerine yetme çabası. Ancak, daha önce değinilen eğitim seferberliğinin yaygınlaştırılamamış olması, ekipman eksikliği, iletişimde ve ilk müdahalede yaşanan aksaklıklar ve yıkımın büyüklüğü, yönetilemez bir durumun ortaya çıkmasına neden olmakla birlikte kendi kendine yetme çabası içerisindeki vatandaşların da çaresiz kalmasına neden oldu.
Tüm bu tablo, yapılan planlamadaki eksik ve hatalara işaret ediyor. Özellikle ’80 sonrası dönemde görülen üçüncü dalga kentleşme süreçlerinin “kentlileşme”ye dönüşememesiyle birlikte, ortaya çıkan barınma sorununun kalitesiz konutlarla çözülmeye çalışılmış olması, kentlerin büyümesi sürecinde kentlileşmenin ve bilimsel gereklerin dikkate alınmaması, betonarme köy olarak ifade edilebilecek yerleşimlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu durum da bölgenin afetselliğini ve bu bölgede yaşayan insanların zarar görebilirliğini artırdı. Nitekim afet öncesinde bölgeye yönelik yapılan tahminler, olası bir depremin boyutlarının yıkıcı olacağını gösteriyor.
Aksaklıklar ve müdahale planı
Bu bağlamda, bir müdahale planının öncülü olması gereken risk ve zarar azaltma çalışmalarının yapılmaması veya yapılamaması, yapılan müdahale planının da en önemli ayağının eksik kalmasına neden olmakla birlikte; müdahale planlamasında da birçok hatanın ortaya çıkmasına neden oldu. Bir afet öncesinde tasarlanması gereken “nasıl” sorusu, analizlerin eksikliği nedeniyle cevaplanamadı. Etki ve ihtiyaç analizleriyle birlikte hangi ulaşım hatlarının nasıl kullanılacağı, çadır ve konteyner kentlerin nereye, ne zaman ve nasıl kurulacağı, ikmalin nasıl ve nereden yapılacağı, hangi kaynağın ne zaman ve nereye yönlendirileceği gibi; bir müdahale planının olmazsa olmazı birçok sorunun cevapsız kalmasına neden oldu.
Ayrıca mevcut planlama modeli içerisinde “asıl işin bölünmesi” de, özellikle arama ve kurtarma ekipleri olmak üzere ilk müdahale ekiplerinin ilk anlarda lojistikten yoksun hareket etmesi sonucunu doğurdu; ekipmanların sevki, konuşlanma, iaşe, temizlik gibi lojistik unsurlarca karşılanması gereken kritik ihtiyaçların giderilmesinde aksaklıklara sebep oldu.
Özetle, afetin ilk anlarında ortaya çıkan tüm bu aksaklıklar, müdahale kapasitesinin ilk andan itibaren afet bölgesinde sahaya yansıtılamaması sonucunu doğurdu.
Afet yönetimi nasıl uygulanmalı?
Türkiye bir afet ülkesidir. Son yaşanan Kahramanmaraş depremleri, Türkiye’de meydana gelen ilk afet olmadığı gibi son afet de olmayacak. Deprem başta olmak üzere, afetselliğin son derece yüksek olduğu bir coğrafyada yaşam, ancak o coğrafyanın kurallarına uygun bir yaşam tarzıyla mümkün olabilir. Bu yaşam tarzını işler kılmanın birinci ve en önemli yolu, bilimsel gerekleri yerine getirmek. Bugün Türkiye’de de uygulandığı iddia edilen modern afet yönetimi, merkezine bilimi almakta ve risk yönetimi temel prensibinden hareket ediyor.
Bu nedenle hiç vakit kaybetmeden müdahale odaklı anlayışın yerini risk yönetimi odaklı anlayışın alması; kentin “yaşayan bir organizma” olduğu gerçeğinden hareketle kent sosyolojisinin de kentsel dönüşüm süreçlerine entegre edilerek güvenli yaşam alanlarının oluşturulmaya başlanması; kapsamlı risk analizleriyle kentsel afet risklerinin tespitinin ve bertaraf edilmesinin sağlanması; ancak bundan sonra müdahale aşamasının planlaması, bu planlamanın da nasıl, nerede, ne zaman sorularına cevap verecek şekilde yapılmasının sağlanması gerekiyor.