Fotoğraf, şantiyedeki yüklenici firmalardan IC Holding'in internet sayfasından alınmıştır.

17 Nisan 2021

Bir telaşlı santral inşaatı: Akkuyu’daki çatlaklar yapıyı ‘kanser gibi’ bozabilir

Alper Tolga Akkuş

2023’te bitirilmesi vaat edilen Akkuyu Nükleer Santralı’nın inşaat sürecinde oluşan çatlaklar ve patlamalar güvenlik kaygılarını arttırırken, ardında birçok soru bırakıyor

Tüm dünya yakın tarihin en büyük nükleer faciasının 10. yıldönümünü anmaya hazırlanırken, Türkiye’de nükleer enerji için geri sayım başladı. Devlet erkânı geçtiğimiz 10 Mart’ta ilk nükleer santralı inşaatında artık son viraja girilmesini bir törenle kutladı. Akkuyu Nükleer Güç Santralı’nın 3 numaralı reaktörünün temelinin atılması için düzenlenen etkinlikte Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile çevrimiçi olarak bir araya gelen Rusya Başkanı Vladimir Putin, santralın 2023’te faaliyete geçeceğini resmen duyurdu. “Projeye başlarken, Türkiye’de dostlarımız ve Sayın Erdoğan önümüze böyle bir hedef koydu. Biz bu zamanlamaya uymaya büyük bir önem vermekteyiz,” diyen Putin’in bu açıklaması saha çalışmalarındaki hıza da yansıyor. Akkuyu Nükleer A.Ş. Genel Müdür Birinci Yardımcısı ve Yapı İşleri Direktörü Sergey Butckikh yaptığı her açıklamada tüm çalışmaların takvime uygun bir şekilde yürütüldüğünü vurguluyor. Ancak Mersin’de inşaat sürecini yakından takip edenlerin aktardıkları bilgilere göre çalışmalar Butckikh’in öne sürdüğü kadar sorunsuz ilerlemiyor. Aksine, yaşanan gecikmelerden kaynaklı santralı süratle sonlandırma baskısı sonucu olası inşaat hataları su yüzüne çıktı. Yapıda oluşan çatlaklar ve zemindeki su sızıntıları, süreci yakından izleyenlerde endişeye yol açıyor.

Tarih 11 Mart, sahne bu kez nükleer karşıtlarının. Mersin Nükleer Karşıtı Platform’un (NKP) Fukuşima faciasının yıldönümünde Mersin Mimarlar Odası önünde gerçekleştirdiği basın açıklamasında, temel atma töreniyle Fukuşima faciası anmasının tarihlerinin neredeyse çakışmasına dikkat çekildi. Tarih seçimini “iktidarların tutum ve davranışlarına dair bir siyasi umursamazlık örneğidir,” diye niteleyen nükleer karşıtları, “10 Mart’ın sonu 11 Mart’tır!” ve “Akkuyu bir Fukuşima olmasın” sözleriyle santral inşaatının durdurulması için çağrılarını yineledi. Bahsedilen umursamazlık, inşaatta meydana gelen olası yapısal sorunlara dair yetkililerin herhangi bir açıklama yapma gereği görmemelerine de yansıyor.

Çatlaklar ve su sızıntıları hasar belirtisi mi?

Tartışmalı ÇED sürecinin tamamlanması ve inşaatın başlamasıyla birlikte Akkuyu santralı ülke gündeminden düştü. Türkiye’nin ilk nükleer santralı olarak faaliyete geçtikten sonra enerji ve iklim ekonomisinde bir kırılma yaşanmasına yol açacak santralı sürekli gündemde tutan nükleer karşıtı hareketten dört isme şu anda Akkuyu’daki çalışmaları neden dikkatle izlememiz gerektiğini sorduk.

Mersin Tabip Odası eski başkanı, Nükleer Karşıtı Platformun (NKP) en eski üyeleri arasında yer alan Ful Uğurhan; nükleersiz.org koordinatörü Pınar Demircan; nükleer fizik profesörü Dr. Hayrettin Kılıç ve NKP Mersin bileşenlerinden Çevre Mühendisi Cihan Ersoy “Akkuyu NGS inşaatı sürecinde çalışmaların takvime uygun şekilde yürütüldüğü” şeklindeki açıklamaların gerçeği yansıtmadığını, aksine takvime uyma baskısının inşa edilen tesisi daha riskli hale getirebileceğini belirtiyor.

“Eğer bir betonarme yapıda mikro kılcal veya makro çatlaklar meydana geliyorsa bu betonarmenin kimyasal-metalürjik yapısı bozulmuştur ve bu çatlaklar kanser gibi o betonarme yapıyı her gün bozmaya devam edecektir”

Nükleer enerji tartışması bir yana, tesisin inşaatıyla ilgili endişeler büyük. Ali Mahir Başarır’ın gündeme taşıdığı videoda ortaya çıkan su sızıntıları ve çatlaklar, değil bir nükleer santral, herhangi bir yapıda bir hasar belirtisi olabilir.

Nükleer fizik alanındaki uzmanlığından hareketle NKP adına Akkuyu santralının ÇED raporuna yapılan itirazda karşıt görüş kaleme alan Dr. Hayrettin Kılıç, yapıda oluşan çatlakların incelenmeden geçiştirilemeyeceği konusunda uyarıyor. “Şu ana kadar bir inşaat/betonarme mühendisi ya da bilim insanı bu olaya bilimsel boyutlarda açıklama getirmedi,” diyen Kılıç kaygılarını şu şekilde ifade ediyor: “Yaptığım bilimsel araştırma, makale taramasında şu gerçek devamlı vurgulanıyor: Eğer bir betonarme yapıda mikro kılcal veya makro çatlaklar meydana geliyorsa bu betonarmenin kimyasal-metalürjik yapısı bozulmuştur ve bu çatlaklar kanser gibi o betonarme yapıyı yıllara varan süreçte her gün bozmaya devam edecektir.” Kılıç, çatlaklarla ilgili duruma dair mühendislere iletilmek üzere birkaç bilimsel makaleyi Mersin’de gerçekleşen bir toplantı sırasında paylaştığını, buna rağmen kimsenin şu ana kadar bu konunun üzerine gitmediğini söylüyor.

Pınar Demircan, ÇED raporunda zeminle ilgili yapılan değerlendirmelere işaret ederek, su sızıntıların burada değinilen sorunların bir sonucu olmasından kaygılı. Raporun zeminin elverişliliği konusunda şüpheler giderilmeden onaylandığını, 2016’da bilirkişilerin katılımıyla iptal davası sürecinde bu eksikliklerin dile getirildiğini hatırlatan Demircan’a göre, tesisin zemininde su sızıntıları bize bir sorun olduğunu gösteriyor. “Bu bağlamda da bilim insanları tarafından ‘zemin uygun değil, karstik zeminin altındaki karstik boşluklar bu inşaata sorun teşkil eder’ açıklaması yapıldı.  O karstik zeminde su altı mağaraları var ve foklar yaşıyor orada,” diyor Demircan. Dünya genelinde popülasyonu 500’e kadar düşmüş bir fok türü olan Akdeniz fokunun 100 kadarı Akkuyu çevresinde barınıyor. Raporlarda değinilen zemindeki karstik boşluklar yalnızca yapıya zarar verebileceği için değil, fokların yaşam alanları olduğu için de ihmalkâr davranılmaması gereken jeolojik oluşumlar. Demircan, Akdeniz foklarının korunmasına dair uluslararası sözleşmeler mevcutken ve ÇED iptal davasında bu fokların durumu belirtilmiş olmasına rağmen, nihai ÇED’e iptal davası reddedilerek onay verildiğinin altını çiziyor.

“Patlamaların etkisi incelenmeli”

Bir diğer soru işareti de çatlakların patlamalarla bağlantılı olup olmadığı konusu. Ful Uğurhan, inşaat alanının jeolojik yapısına dikkat çekiyor. “Gerek bölgede yaşayan insanların tanıklıkları gerek konunun uzmanlarının aktardıkları, inşaatın yapıldığı yerin jeolojik yapısının böylesine bir tesise uygun olmadığı yönünde. Mağaraların, falezlerin olduğu bir bölgeden söz ediyoruz,” diyor Uğurhan. Patlamaların verdiği zararı tahmin etmenin ise güç olduğunu vurgulayan Uğurhan, ekliyor:  “Muhtemelen dolgu malzemesi olarak kullanmak üzere dağları, tepeleri dinamitle patlatıyorlar. Tabii kontrollü yaptıklarını iddia ettikleri patlamanın yeraltındaki etkisi nedir, inşaatın şimdiye kadar tamamlanmamış kısmına olumsuz etkisi ne kadar olmuştur, bunları mutlaka araştırmak lâzım.”

Kılıç, patlamaların reaktör yapıları için risk oluşturduğunun ve yeni çatlaklara neden olabileceğinin altını çiziyor: “Patlama sırasında yer altında yayılan enerjinin inşaat zemininde yaratacağı titreşimli etki-tepkiyi kontrol edemezsiniz. Yani reaktörün temel tablasında meydana getirdiği mikro-titreşimlerin yaratabileceği kılcal kırılma/çatlamayı önleyemezsiniz. Şu anda Akkuyu’da bu yüzeysel ve derinlemesine çatlakların devamlı lazer detektörler ile kontrol edilmesi gerekir.”

Patlamalar konusunda hukuki bir sürecin başlatılmasının şart olduğunu vurgulayan Kılıç, “Şu anda bu konuda hukuki bir dava ya da soru önergesi talebi açıldığını zannetmiyorum. Benim önerim bu konuda önce bir vekilin mecliste soru önergesi verip, bu olayın bağımsız uluslararası deneyimli bir şirket tarafından incelenmesinin talep edilmesidir,” diyor.

“Asıl sorun 2023’ün yakalanması”

Akkuyu’daki inşaat sürecini yakından takip edenler arasındaki asıl endişe, çatlaklar, su sızıntıları ve patlamaların arkasında yatan muhtemel sebebin inşaatın 2023’e yetiştirme çabasından kaynaklı olması. “Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında 12 Mayıs 2010’da yapılan anlaşmaya göre ilk reaktörün yapımı 2017’de, geri kalan üç reaktörün yapımı da 2020’de tamamlanacaktı. Yani takvime uyulma gibi bir durum söz konusu değil. Şimdiden en az altı yıllık bir gecikme söz konusu,” diyen Uğurhan, gerek ÇED olumlu kararına gerekse inşaat ve yer lisansına yapılan itiraz süreçlerinin sürmesi nedeniyle hukuki sürecin de henüz tamamlanmadığını vurguluyor. “Suriye’de yaşanan uçak krizinin yol açtığı kesinti, finansal krizler, santralın yapıldığı alanda yaşanan fiziksel sorunlarla baş etme zorunluluğu gibi durumlar sürecin uzamasına neden oldu. Bütün bu siyasi, mali, hukuki, fiziki durumlar önümüzdeki süreçte de yaşanabilir ve 2023 hedefine varılamayabilir. Hatta inşaat asla bitemeyebilir,” diye uyarıyor.

Peki, söz konusu nükleer bir tesis olduğunda inşaat çalışmalarını önceden belirlenen bir tarihe yetiştirme çabası önemli sonuçları olabilecek ihmallere yol açabilir mi? Demircan’a göre evet. “Bizim için temel sorun Akkuyu NGS için hedeflenen tarihin yakalanmamasından ziyade yakalanması. Böyle hantal, böyle riskli böyle belirsiz bir teknolojinin inşaat sürecinin normalde zaten uzaması gerekiyor,” diyor Demircan.

Kılıç, ayrıca çatlakların ne kadar ciddi olduklarına dair tatmin edici bir değerlendirmenin yapılmadığını belirtiyor ve ekliyor: “Betonarme canlı bir yapıdır. Yani hem beton hem de çelik levhanın kuruldukları ortamda kimyasal ve metalürjik reaksiyonla devamlı etkileşimde bulunduğu bir yapıdan bahsediyoruz.” Kılıç, Finlandiya’da yapılan Olkiluoto nükleer santralından örnek veriyor: “Santraldeki reaktörün temel taban tablasında kullanılan çimentonun kimyasal bileşimi uygun olmadığı için çatlaklar meydana gelmişti. Bunun üzerine reaktörün temel taban betonarmesini sökerek yeniden temel tabla inşa etmek zorunda kaldılar.”

“Tamamen göstermelik her şeyleri. Aslında şirketin bu özensiz ve aceleci tutumu inşaatın akıbeti açısından da çok tedirgin edici”

Bu tablo karşısında yetkililer tatmin edici bir açıklama yapıyor mu? Cihan Ersoy’a göre bölge halkı arasında kaygının artmasının sebeplerinden biri de bu. Patlamaların uzun süredir yaşandığını vurgulayan Ersoy, “Bu patlamaların planlı ya da plansız, kontrollü ya da kontrolsüz olması bir şey değiştirmiyor. Patlamalarda açığa çıkan malzemeler çevre bölgelerde maddi ve manevi hasarlara yol açtı. Ortaya çıkan toz emisyonu ise tarım alanlarının üzerini kapatıyor. İnşaat alanında yapılan hiçbir faaliyet bu çalışmaların doğrudan muhatabı olan halk ile şeffaf bir şekilde paylaşılmamakta.”

“Büyükeceli’nin alt yapısı kaldırmıyor”

İnşaatın telaşla sürdürüldüğünü gösteren bir diğer unsur da çalışma şartları. Pandemi sürecinde bile asgari önlemlerin alınmadığına işaret eden Uğurhan, kamuoyuna yansıtılanın aksine şantiyedeki koşulların son derece kötü olduğunu söylüyor: “Pandemiye rağmen yedi bin insan gayrisıhhi koşullarda sosyal mesafe, hijyen koşulları gözetilmeksizin, insanlık dışı koşullarda çalıştırılıyor. Hal böyleyken şirket her şey güllük gülistanlıkmış gibi reklam çalışmalarına devam ediyor. Örneğin geçen Ramazan Bayramı için hazırladıkları bir klipte burada işçilerin yüzlerine taktıkları maskelerin ters olduğunu fark ettim. Yani tamamen göstermelik her şeyleri. Aslında şirketin bu özensiz ve aceleci tutumu inşaatın akıbeti açısından da çok tedirgin edici.” Uğurhan’a göre inşaat sürecinin bir diğer mağdur kesimi de bölge halkı: “Böylesi devasa bir inşaatı küçük bir yerleşim yeri olan Büyükeceli’nin alt yapısı kaldırmıyor. Orada yaşayan halkın canına tak etmiş durumda her şey.”

Ersoy, Butckikh’in tüm kaygıları gidermek yerine tesisi “bir müteahhit edasıyla pazarlamaya çalışmasını” NKP olarak kınadıklarını belirtiyor. Gerek Akkuyu’da inşa edilen tesisin bölgeye vereceği zararın telafi edilemez olduğunu gerekse nükleer teknolojinin büyük tahribatlara yol açabileceğini savunan Ersoy, “Bizim bu konudaki görüşümüz son derece nettir. Bütün teknik kurallara uygun yapılsa dahi nükleer teknolojinin savunulduğu gibi ekosistem yararına uygun bir sistem olduğunu düşünmüyoruz,” diyor ve ekliyor: “Üretilen ısı enerjisi ile üretilen güç oranı karşılaştırıldığında, karbondioksit emisyonu olmasa dahi deniz suyunu ısıtma ve buharlaştırma kapasitesi bu kadar fazla olan bir teknolojinin küresel ısınmanın etkilerini azaltacağını söylemek ya aymazlıktır ya da yalan söylemektir. Ne Mersin’de ne de dünyanın herhangi bir yerinde nükleer güç santralı kurulmasını istemiyoruz.”

Akkuyu’da ÇED sürecinin ardından şimdi de inşaat aşamasının şeffaf yürütülmemesi nedeniyle risklerin yeterince azaltılıp azaltılmadığı büyük bir soru işareti. Siyasi iktidar 2023’te ilk reaktörü devreye alınacak şekilde santralın yetiştirilmesini başarı çıtası olarak belirlemiş gibi görünüyor. Her zamanki gibi şeffaflık, hesap verilebilirlik, diyalog, nükleer enerji üreten bir tesisle ilgili risklere dair endişelere tatmin edici bir cevap vermenin bir başarı kıstası olarak yeri yok.

____________________________________________________________________________________________________________

İkon / Misbahul Munir – The Noun Project // Görsel / Gezegen – Türkiye’de nükleer enerjinin kronolojisi

⌦ ÇED raporunda ele alınmayan 7 kritik madde:

▻ Kaza modellemeleri yetersiz

Olası bir kazada radyasyonun ne kadar ve nereye doğru yayılacağı ÇED raporunda belirtilmemiş. Bununla ilgili bir modelleme çalışması yapılmamış. Uzmanlar, olası bir kaza halinde radyasyonun Mersin’e 8, Adana’ya 12, Ortadoğu’da Suriye ve Lübnan gibi ülkelerin yer aldığı daha geniş bir bölgeye ise 48 saatte yayılacağı konusunda uyarıyor.

▻ Atık yönetimine dair bir çalışma yapılmadı

Nükleer atıkların yönetimi ve olumsuz etkilerine dair ÇED raporunda “sonradan hazırlanacak olan mevzuata uyum sağlanacaktır” ifadesi yer alıyor. Atıkların Toroslar’da açılan karstik nitelik taşıyan derin mağaralara gömüleceği yıllardır tartışma konusu. Ama Akkuyu Nükleer A.Ş.’den bu konuda tatmin edici bir açıklama yapılmış değil.

▻ Reaktör modeli ilk kez denenecek

Akkuyu santralında VVER yani basınçlı su tipi reaktörler kullanılacak. Daha önce sıkça kullanılan bir teknolojisi olmasına rağmen, Akkuyu’da inşa edilen VVER-1200 tipi reaktörlerin henüz işletiminde olan bir modeli bulunmuyor. Birçok mühendis, Akkuyu’nun bu teknoloji için deneme tahtası olarak seçildiğini söylüyor. Oysa TAEK’in kriterlerine göre Türkiye’de daha önce denenmemiş bir teknoloji kullanılamaz.

▻ Deniz suyu sıcaklığının artışı fok ve carettaları tehdit edecek

Mersin, Akdeniz’de deniz suyunun en sıcak olduğu bölgelerden biri. Santralın soğutma suyu deşarjı, yazın 31 derecelere varan deniz suyunun ısınmasına neden olacak. ÇED raporunda artışın 3 dereceyi geçmeyeceği ve deniz suyu sıcaklığının 35 derecenin altında kalacağı ifade ediliyor. Deniz suyu sıcaklığının artışı nesli tükenmekte olan Akdeniz fokları ve caretta kaplumbağlarının yaşam alanlarını terk etmelerine yol açacak.

▻ Deprem riskinin değerlendirmesi yapılmadı

Akkuyu’nun ÇED raporunda deprem riskine dair gerekli olan jeofizik analiz yapılmadı. Uzmanlar deprem riskinin “bilinçli” olarak saklandığını savunuyor. Akkuyu Nükleer A.Ş. tarafından 2021’in Ocak ayında yapılan açıklamada, Maden Tetkik ve Arama Müdürlüğü’nün bir çalışmasına atıfta bulunarak bölgedeki Ecemiş fay hattının “ölü” olduğu ve Akkuyu’ya 160 kilometre uzaklığında bulunduğu belirtildi. Oysa CHP’nin hazırladığı notta fay hattının inşaat sahasının 30 kilometre yakınından geçtiği ve halen aktif olduğu vurgulanıyor.

▻ Zemindeki karstik boşluklar dikkate alınmadı

Santral yapısında çatlakların oluşmasının öncesinde, mühendisler inşaat sahasının zemininde altı karstik boşluk olduğunu gerekçe göstererek kapsamlı bir etüt yapılmasını talep ediyorlardı. Bazı uzmanlar zemindeki boşlukların nükleer santralın güvenliğini sekteye uğratabileceğini öne sürüyor.

▻ Tehlikeli izotoplar göz ardı edildi

İnsan sağlığı ve iklim açısından çok tehlikeli olan “karbon 14” ve “trityum” izotopları raporda santralın çalışması sırasında çevreye yayılabilecek 23 radyoaktif izotop arasında bulunmuyor. Oysa Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı çalışmalarında her iki izotopun da etkilerinin ve atık yönetiminin mutlaka önceden belirlenmesi gerektiğinin altını çiziyor.

____________________________________________________________________________________________________________