Paris Anlaşması hedeflerine ulaşabilmenin şartlarından biri Türkiye’nin kömürden aşamalı çıkışı için hedef yıl belirlemesi. | İllüstrasyon: Tom Clohosy Cole via Behance

14 Ekim 2021

Ankara’nın iklim hedefleri
Paris’e ne kadar uzak?

Pelin Cengiz

Paris Anlaşması neredeyse altı yıl sonra onaylandı. Peki, bugüne kadarki politikalarıyla Türkiye’nin emisyonlarını azaltması gerçekçi mi? 2053’te net sıfır emisyon hedefine erişebilmek için hangi adımlar acil ve öncelikli?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 21 Eylül 2021’de New York’ta gerçekleşen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Paris Anlaşması’nın TBMM’de onaya sunulacağını açıklaması, iklim krizi mücadelesi veren kesimler tarafından önemli bir adım olarak değerlendirildi.

Nitekim, açıklamanın hemen ardından 6 Ekim’de Türkiye’nin Paris Anlaşması’na taraf olması için hazırlanan kanun teklifi, tüm partilerin oylarıyla TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Anlaşmanın Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesinin ardından gözler Türkiye’nin atacağı adımlara çevrildi.

Her şeyden önce Türkiye için bunun bir son değil, aksine son derece zor, sancılı bir değişim ve dönüşüm sürecinin başlangıcı olacağını söylemek gerek. Türkiye’nin hangi şartlar altında bu anlaşmayı onayladığının detaylarına geçmeden önce kısa bir hatırlatma yapalım.

Türkiye, COP26’da iklim müzakerelerinin sürdüğü masanın yan tarafında gözlemci statüsünde oturacak olmanın yaratacağı itibar kaybının ciddiyetine vardı

Türkiye, Aralık 2015’te Fransa’da kabul edilen Paris Anlaşması’nı Nisan 2016’da imzalamış ancak onaylamamıştı. Meclis onayıyla birlikte karar UNFCCC (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi – BMİDÇS) Sekreteryası’na iletiliyor ve böylece Türkiye resmen anlaşmaya taraf oluyor.

Türkiye’nin 22 Nisan 2016’da 175 ülkeyle birlikte imzaladığı Paris Anlaşması, küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 55’ini oluşturan en az 55 taraf ülkenin onayıyla 4 Kasım 2016’da yürürlüğe girdi. BMİDÇS’e taraf 197 ülkenin imzası bulunan anlaşmaya Türkiye, bu alınan son karara kadar Eritre, Irak, İran, Libya, Yemen ile birlikte onay vermemişti.

Türkiye, yıl sonunda İskoçya’nın Glasgow kentinde yapılacak 26’ncı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nda (COP26) muhtemelen diğer beş ülkeyle iklim müzakerelerinin sürdüğü masanın yan tarafında gözlemci statüsünde oturacak olmanın yaratacağı itibar kaybının ciddiyetine vardı.

Zira, uluslararası iklim siyaseti arenasında Türkiye’nin bir OECD ve bir G20 ülkesi olarak kendi liginin çok altında olan diğer beş ülkeyle anlaşmayı onaylamayanlar arasında yer alıyor olmasının yarattığı itibar zedelenmesine artık “dur” denmesi kaçınılmaz olmuştu.

Yıllarca, Türkiye’nin BMİDÇS’in gelişmiş ülkeler kategorisini oluşturan Ek-1 listesinden çıkarılmayı ve gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yer almayı talep etmesi, anlaşmanın bugüne kadar onaylamamasının önemli nedenlerinden biri olarak gösterildi.

Bu anlaşmanın ruhu, bugün içinden geçmekte olduğumuz şiddeti, sıklığı ve etkileri giderek artan iklim krizine neden olan sera gazlarının azaltılmasına dayanıyor.

Paris Anlaşması, temel olarak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (BMİÇS) dayanıyor ve Kyoto Protokolü’nün sona erme tarihi olan 2020 sonrası iklim değişikliği rejiminin düzenlenmesi amaçlanıyor.

Paris Anlaşması’nın uzun dönemli hedefini, endüstriyelleşme öncesi döneme kıyasla küresel sıcaklık artışının 2°C’nin olabildiğince altında, mümkünse 1.5°C seviyesinde tutulması oluşturuyor. Bu kapsamda, Paris Anlaşması’nı onaylayan ülkelerin, küresel sıcaklık artışını 1.5°C ile sınırlandırmak ve 2050’ye kadar sera gazı emisyonlarını sıfırlamak için taahhütlerini hayata geçirmesi gerekiyor.

Türkiye’nin en büyük eksikliği son derece yetersiz bir ulusal katkı beyanına sahip olması

Paris Anlaşması’nın herhangi bir yaptırımı ya da belli bir emisyon azaltım seviyesini zorunlu tutma gibi bir mekanizması yok. Ancak 1.5°C hedefini tutturmak için her ülkenin yapabilirliği ölçüsünde katkı sunması artık gezegenin geldiği noktada kaçınılmaz.

Evet, çokça söylendiği üzere anlaşmanın yasal bağlayıcılığı yok, eleştirilecek pek çok yanı da olmakla birlikte bu anlaşma küresel iklim diplomasisinin en önemli kazanımıdır, şimdiye kadar üzerinde ortaklaşılmış en önemli iklim anlaşmalarından biridir.

Anlaşmanın Kyoto Protokolü’nden farklı olarak, taraf ülkelerin ulusal katkı beyanlarını sunarak, emisyon azaltım ve sınırlama hedeflerini koyması istenmesidir.

Ulusal katkı beyanı yetersiz: Böyle geldi böyle gitmesin

Bu noktada, Türkiye açısından en büyük eksiklik son derece yetersiz bir ulusal katkı beyanına sahip olmasıdır.

Paris Anlaşması kapsamında, iklim değişikliğiyle mücadelede Türkiye’nin hedefini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı “2053 yılında net sıfır emisyon hedefi” oluşturuyor.

2053’te net sıfır emisyona ulaşmak için yeni kömür yatırımlarının yapılmaması gibi bazı önemli kilometre taşları bugün belirlenmeli

Peki, bu mevcut tablo ile nasıl olacak?

Türkiye, 506 milyon tonla dünyada en fazla sera gazı emisyonuna neden olan ülkeler arasında 16’ncı sırada yer alıyor. Dünyadaki sera gazlarının yüzde 1’inde fazlasından sorumlu. Kişi başı yıllık 6 ton olan sera gazı emisyonları her geçen gün artıyor.

Sera gazı emisyonlarının azaltımı için öncelikle, Türkiye’nin 2053 yılına kadarki süreci kapsayacak kısa vadeli iklim hedefleri belirlemesi gerekiyor.

Türkiye, hâlihazırda gerçek nitelikte herhangi bir emisyon azaltım hedefi taahhüdünde bulunmuş değil. 30 Eylül 2015’te BM Sekretaryası’na sunduğu ulusal katkı niyet beyanında Türkiye, 2030’da referans senaryoya göre sera gazlarında artıştan yüzde 21 oranına kadar azaltım öngörüyordu.

Paris Anlaşması’nın 1.5°C hedefiyle uyumlu bir politika geliştirebilmek için sera gazı emisyonlarında artıştan azaltımı öngören ulusal katkı beyanının diğer ülkeler gibi gözden geçirilmesi, daha iddialı ve kararlı emisyon azaltım hedefleri sunması bekleniyor.

Türkiye’nin yeni iklim politikası doğrultusunda sera gazı emisyonlarının azaltımı için yeni eylem planlarının hazırlanacak sektörler arasında, iklim değişikliğine en büyük etkiye neden olan enerji sektörü başta geliyor.

Türkiye’nin fosil yakıtlardan aşamalı olarak çıkması, mevcut fosil yakıt destek ve teşviklerini sonlandırması ve tüm kamu kaynaklarını güneş ve rüzgâr başta olmak üzere yenilenebilir enerji yatırımlarına, bunun için gerekli altyapı çalışmalarına ve tüm kesimleri kapsayacak adil dönüşüm planlarına ayırması öncelikli konular olarak ortaya çıkıyor.

Türkiye’nin ulusal katkı beyanı kritik seviyede yetersiz

Uluslararası kamuoyunda, bu artıştan azaltım beyanı zayıf bir beyan olarak yorumlanıyor. Climate Action Tracker’ın 2019’da yayınladığı bir analize göre, Türkiye’nin mevcut politikaları, ileri sürülen beyanı rahatlıkla tutturabilecek seviyede ve tam da bu yüzden, ulusal beyanı kritik seviyede yetersiz. Çünkü Türkiye, bugüne kadar yapabileceğinin çok daha azını yapmaya niyetli görünüyordu.

Bu analize göre, Türkiye’nin sadece elektrik arzı, kara yolcu taşımacılığı ve konut yapıları sektörlerinde iklim eylemini artırması bile, ülkenin toplam sera gazı emisyonlarını, 2017 seviyelerine kıyasla, 2030’a kadar yüzde 14’e varan oranlarda azaltarak hâlihazırdaki emisyon artış eğilimini tersine çevirebilir.

Hükümetin yeni iklim politikası dahilinde ilk adım olarak bundan sonra yeni kömür santrali yapılamayacağını taahhüt etmesi önem kazanıyor. 2053’te net sıfır emisyona ulaşmak için yeni kömür yatırımlarının yapılmaması gibi bazı önemli kilometre taşlarının bugün belirlenmesi gerekiyor.

Türkiye’nin mevcut azaltım taahhüdü artıştan azaltımı hedeflediği için, 2030’daki sera gazı emisyonu 1990’a göre dört kattan fazla artacak

Türkiye’nin aynı zamanda kömürden aşamalı çıkışı için de bir hedef yıl belirlemesi çok büyük önem taşıyor. Mevcut kömürlü termik santrallerin, yenilenebilir kaynaklarla ikame edilerek aşamalı olarak emekliye ayrılması, 2053 net sıfır hedefinin gerçekleştirilmesi için olmazsa olmaz nitelikte.

Avrupa’da şu ana kadar 19 ülke ya kömürden tamamen çıktı ya da tamamen çıkma taahhüdünde bulundu. İklim politikasında yeni bir döneme giren Türkiye, kömürden çıkışı planlayarak, bu konuda lider ülkeler arasına girebilir.

İklim krizinin en önemli sebeplerinden ve sürükleyicilerinden olan kömürlü termik santrallerin kapatılmasına yönelik tarih ilan etmek bir yana, Türkiye hâlâ bu santrallere yenilerini ekleme isteğinde. Ayrıca, Türkiye her yıl kapasite mekanizması ödemeleriyle milyonlarca lirayı hem kömür madenlerine hem de kömürlü termik santrallere aktarıyor.

Bugüne kadar Paris Anlaşması’na taraf 110 ülke ulusal katkı beyanlarını güncelledi. 1990 yılı baz alınarak 2030 yılına kadar Britanya yüzde 68, AB yüzde 55 ve ABD yüzde 43 oranında sera gazı azaltım taahhüdü verdi.

Türkiye’nin mevcut azaltım taahhüdü, söz konusu ülkeler gibi mutlak bir azaltım hedeflemediği, sadece artıştan azaltımı hedeflediği için, 2030’daki sera gazı emisyonunun 1990’a göre dört kattan fazla artması söz konusu.

2053’te karbon nötr bir ülke kurgulayabilmek için şehirlerde emisyonun azaltımı ve iklim krizine adaptasyonu önceleyen stratejik eylem planları düzenlenmeli

Anlaşma gereği, ulusal katkı beyanlarının zaten her beş yılda bir güncellenmesi gerekiyor. Anlaşmanın onaylanmasıyla birlikte Türkiye için artık en önemli süreç güçlü, kararlı ve gerçekçi hedefler sunan yeni bir ulusal katkı beyanı belgesi ortaya koymak…

Bir diğer konu kentlerin planlanması meselesi. Örneğin, Türkiye’nin çokça eleştirilen beton ekonomisi aslında Paris Anlaşması kapsamında hayata geçirilecek karbon nötr olma hedefi için kullanılabilirdi. Yeni yapılan ya da kentsel dönüşüm gerçekleştirilen binalarda yağmur suyu hasadı yapılabilirdi, enerji verimliliği sağlanabilirdi. Bu önemli bir fırsattı, ancak bunlar göz ardı edildi.

2053’te karbon nötr bir ülke kurgulayabilmek için şehirlerde emisyonun azaltımı ve iklim krizine adaptasyonu önceleyen stratejik eylem planlarının acilen düzenlenmesi gerekiyor.

Bir diğer yeniden düzenlenmesi gereken alan ise Türkiye’nin ormansızlaşması. İstanbul Üniversitesi – Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, bu konuya ilişkin hesaplama hatasına dikkat çekiyor:

“2053’te karbon nötr olma hedefi için, atmosfere verilenle atmosferden alınan karbon miktarının sıfır olması için Türkiye’nin elindeki tek argüman, atmosferden karbonu alabilen ormanlar. 2018’de ormanlarla ilgili olarak metodolojiyi değiştirdiler. Hesaplama değişikliği nedeniyle ormanların tuttuğu karbondioksit miktarı 60 milyon tondan 85 milyon tona çıktı. Türkiye’nin orman alanları Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre 23 milyon hektar civarında görünüyor. Bu ormanların yaklaşık yüzde 45’i yani 9-9,5 milyon hektarı çok seyrek orman.

“2018’de alınan bu değişiklik kararıyla ormanların uydu görüntülerinin alınması hedeflendi. Bu görüntülerden elde edilen verilere göre, 1990 yılına göre 2019’da orman alanları azaldı. Toplam orman alanları 23 milyon hektar olarak gözükürken, orada 21-22 milyon hektar olarak tespit edildi.

“506 milyon tondan 84 milyon ton karbona nasıl inebiliriz? Orman ekosistemlerinin madencilik gibi faaliyetlerle kaybedilmemesi önemli”

“Orman Genel Müdürlüğü bunların yüzde 45’i seyrek orman, boşluklu kapalı orman hatta bozuk orman derken, orada yüzde 95’i verimli orman yani çok sık orman olarak, çok iyi karbon tutuyormuş gibi gösteriliyor. Yüzde 50 oranında daha fazla karbon tutuyormuş gibi görünüyor. Eninde sonunda 2053’e geldiğimizde bizim atmosfere verebileceğimiz karbon miktarı, ormanların ve diğer ekosistemlerin tuttuğu karbon miktarı kadar olabilecek.

“2017’de ormanlar 90 milyon ton, meralar gibi diğer doğal ekosistemler 10 milyon ton karbondioksit eşdeğeriyken, 2018’de ormanlar 85 milyon tona düşüyor, meralar gibi diğer doğal ekosistemler 10 milyon ton civarında kalıyor. 2019’da ormanlar 75 milyon ton karbondioksit eşdeğerine düşüyor, diğer doğal ekosistemler 9 milyona iniyor. Toplam tüm doğal ekosistemden geri aldığı 84 milyon ton karbondioksit eşdeğeri oluyor.

“2053’e geldiğimizde bu rakamların doğru olduğunu kabul edersek, atmosfere ancak 84 milyon ton kadar karbon salabiliriz. Nasıl olur da biz 506 milyon tonlardan 2053’te 84 milyon tonlara inebiliriz? Toplam orman ekosistemlerinin madencilik vs gibi faaliyetlerle kaybedilmemesi önemli. Orman alanlarının kullanıma açılmasının yanı sıra 2018’den bu yana artan aşırı bir odun üretimi söz konusu. 2000 yılında 13 milyon metreküp odun kesilirken 2020 sonunda bu 28 milyon metreküpe çıkmış durumda. Ayrıca, sadece yanan alanlarda da 12 milyon metreküp gibi bir orman varlığımızı kaybettik. Bütün kurumlar elini taşın altına koymalı, bu topyekûn bir mücadele. Çok hızlı harekete geçilmeli.”

Son söz, Paris Anlaşması ile, Türkiye için iklim kriziyle mücadelede artık yepyeni bir sayfa açıldı. Sorumluluklar herkesin verebileceği küçük/büyük katkılarla ortak, ancak yetki ve karar alma siyasetçilerde. Herkesi alması gereken sorumluluklara ve atması gereken adımlara davet ediyoruz.