Muğla'nın Milas ilçesinde süren orman yangını Akçakaya Mahallesi’ndeki yerleşim yerlerine de sıçradı, 5 Ağustos 2021. | Fotoğraf: Milas Belediyesi Basın Birimi

6 Ağustos 2021

Akdeniz’de aşırı kuraklık:
Yağışlar yüzde 82 azaldı,
yangınlar öngörülebilirdi

Zeynep Yüncüler

Türkiye, “olağanüstü kurak” diye tarif edilen bir dönemden geçiyor. Böylesine iklim koşulları altında orman yangınlarının artacağı kolaylıkla öngörülebilirken, ne yangınlara ne de kuraklığa karşı alınan önlemler yeterli

Dünya giderek ısınıyor. 2021 Mayıs itibariyle yıllık küresel ortalama sıcaklık, 1.2 derece daha sıcak. Dünya fosil yakıtlara bağımlı şekilde bugünkü haliyle devam ederse 2030’da 1.5 derecelik artışa ulaşacak.

Küresel ısınmanın kaçınılmaz sonuçları arasındaki otuz bir afetin en kritiği olarak gösterilen kuraklık, 2021’de hem dünyada hem de Türkiye’de somut bir tehdit haline geldi.

Ocak 2021’de, Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), Türkiye’de kuraklığın bu yıl tehlikeli bir seviyede olduğunu uydu görüntüleriyle gözler önüne serdi. NASA’nın uydu görüntüleriyle izleyip hazırladığı iklim ve çevre felaketleri raporunda özellikle Türkiye’nin yeraltı su seviyesinin düşüklüğüne vurgu yapıldı. Bu duruma aylarca devam eden düşük yağmur ve kar yağışının sebep olduğu, barajlardaki su seviyesinin son 15 yılın en düşük seviyesine gerilediği belirtildi.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün (MGM) düzenli şekilde en az üç aylık periyodlarla yayınladığı kuraklık haritaları da aslında NASA’nın uydu görüntüleri kadar sorunun gittikçe büyüdüğünü ortaya koyuyor. MGM’nin en son 13 Temmuz’da yayınladığı haritalarda Türkiye’nin doğusu, Ege’nin güneyi ve Aksaray “olağanüstü kurak” bölgeler olarak işaretlendi. Yağışlar normaline göre yüzde 56, bir önceki yılın Mayıs ayına göre yüzde 66 azaldı. Kuraklıktan etkilenen il sayısı Haziran’ın ilk haftasında 52’ye çıktı. Yağışlardaki en fazla azalma yüzde 83,3 ile Güneydoğu Anadolu, yüzde 82,7 ile Akdeniz, yüzde 69,2 ile İç Anadolu ve yüzde 65,5 ile Doğu Anadolu bölgeleri oldu.

Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu “olağanüstü” seviyelerdeki kuraklık beraberinde çok sayıda risk getiriyor. Orman yangınları bunlardan sadece biri. Yapılan araştırmalar, küresel ısınmanın sıcaklıkları ve kurak sezonları arttıracağı, yağışları dengesizleştireceği, rüzgâr yön ve şiddetinde önemli farklılıklara yol açacağı, tüm bu etkenlere bağlı olarak da gelecekte orman yangınları açısından olumsuz etkilerinin görüleceğini ortaya koyuyor. Nitekim bu yaz Türkiye’nin dört bir yanındaki ormanlarda yangın sayısında ciddi bir artış yaşanırken, özellikle Güney Ege ve Batı Akdeniz’de 28 Temmuz’dan bu yana art arda çıkan ve söndürülemeyen orman yangınları yerleşim yerlerini tehdit ediyor.

ABD’de California Kamu Politikası Enstitüsü Su Politikası Merkezi’nde araştırma görevlisi Gökçe Şencan’a göre bir türlü kontrol altına alınamayan yangınlar ciddi bir öngörüsüzlüğün sonucu. “Türkiye’de kuraklığa karşı önlem alınsaydı ve getireceği riskler daha iyi anlaşılsaydı, yangın sezonuna çok daha hazırlıklı olurduk. Can ve mal kaybını daha aza indirebilirdik. Hatta hiç olmamasını sağlayabilirdik,” diyor Şencan.

Kuraklığın zaten gittikçe derinleştiğini izliyorduk, bunun için acil önlem geçen sene alınmalıydı. Önlem açısından şu anda ne yapılıyor belli değil

İklim bilimcilerin çalışmaları, küresel ısınma sonucu Akdeniz ülkelerinde yangın sezonlarının uzayacağını ve orman yangınlarının sayısında ciddi artışlar yaşanacağını ortaya koyuyor. Bu çerçevede özellikle yangınları önceden tahmin etme, yangın-iklim ilişkini daha iyi anlama ve daha güvenilir modellerin geliştirilmesi ihtiyacı vurgulanıyor.

“Yangınlarda 2008-2020 ortalamasının üç katı alan yandı. Eşi benzeri görülmemiş bir yangın sezonundayız, bunlar normal değil fakat normal olmamasına rağmen daha sık karşılaşacağımız manzaralar,” diyor Şencan altını çizerek. “Daha önümüzde Ağustos ve Eylül ayı var. Belki de Ekim de var. Yani yangın sezonu bitmedi. Ancak, yangınlarda eyleme geçememe hâli ve yönetim boşluğu görüyoruz. Aynı durum kuraklık için de geçerli. Kuraklığın zaten gittikçe derinleştiğini izliyorduk, bunun için acil önlem geçen sene alınması gerekiyordu. Önlem açısından şu anda ne yapılıyor o da belli değil.”

Geçen yıl Haziran ayında, Tarım ve Orman Bakanlığı, 2020 yazında “İklim Değişikliği ve Tarım” başlıklı raporunda, önümüzdeki yıllarda Türkiye’de, kuraklığın geniş bölgelerde hissedileceğini ve aşırı sıcak günlerin sayısının artacağını belirtmişti.

Avrupa Orman Yangını Bilgi Sistemi (EFFIS) verilerine göre, Türkiye genelinde orman yangınlarında 2009’dan, 2021’e kadar (6 Ağustos 2021) son orman yangınlarıyla beraber yaklaşık 500 bin hektar alan yandı. 2020’de yıl boyunca 70 bin hektar alan yanarken, 2021 verileri şu anda 140 bin hektara yakın alanın yandığını gösteriyor.

Peki kuraklık neden bu kadar ciddi seviyelere ulaştı ve en başta ne yapmalı? Şencan ilk olarak şu anda yaşadığımız kuraklığın giderek derinleşmesinin sebebi “fosil yakıtlar” diyor ve ekliyor: “Artık iklim değişikliğinin etkilerini hissetmeye başlıyoruz. Bu yüzden Türkiye iklim krizini ciddiye alarak, iklim politikaları geliştirilmeli. Olabildiğince fosil yakıtlardan uzaklaşarak, acilen güneş ve rüzgar gibi yenilebilir enerji türlerine geçiş yapmalı, kömür santrallerini emekliye ayırmalı. Bunları yapmak şart oldu, birkaç sene daha bekleyemeyiz. Hepsinin hemen şimdi yapılması lazım. Geçirdiğimiz her gün bizim aleyhimize işliyor.”

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın verilerine göre, 2019 yılı Eylül ayı sonu itibarıyla Türkiye’nin enerji kaynaklarının dağılımı yüzde 31,4’ü hidrolik enerji, yüzde 28,6’sı doğal gaz, yüzde 22,4’ü kömür, yüzde 8,1’i rüzgâr, yüzde 6,2’si güneş, yüzde 1,6’sı jeotermal ve yüzde 1,7’si diğer kaynaklar şeklinde.

Acilen fosil yakıtlardan uzaklaşılmalı. Kömür santraller emekliye ayrılmalı. Her gün aleyhimize işliyor

Şencan, bu verilerin değişken olduğunu vurgulayarak, nedenini şu sözlerle açıklıyor: “Hidrolik oranı yüzde 31 gibi görülebilir fakat bu oran kuraklık zamanında çok düşüyor. Düştüğü zaman da genelde doğalgazdan elektrik üretimi arttırılıyor. Rüzgâr ve güneşin ise oranları çok düşük. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın birkaç ay önce İklim Zirvesi’nde elektrik üretimini 2030’a kadar güneş enerjisinden 10 gigavat, rüzgar enerjisinden 16 gigavat kapasitesine çıkaracağını söyledi. Bunlar çok zayıf hedefler.”

Şencan’a göre kömürü ve doğalgaz bir an önce Türkiye’nin portfolyosundan çıkartılmalı, güneş kapasitesinin daha verimli kullanılmasına çalışılmalı. “Doğalgazda dışarıya bağımlıyız, çıkarılan kömür de ise hem rezerv olarak gittikçe azalmakta hem de çok kalitesiz kömür. Yakıldığı zaman çok fazla kirlilik yaratırken, fazla enerji yaratmıyor. Bu yüzden daha fazla miktarda yakılması gerekiyor. Doğalgazda dışarıya bağımlı olmak hem enerji güvenliği açısından risk, hem de daha fazla sera gazı emisyonu demek.”

Son 10 yılda giderek artan kuraklıkla barajlarda doluluk oranlarında su seviyesi önemli ölçüde azaldı. İSKİ’nin verilerine göre bundan en çok İstanbul etkilendi. Şehrin barajlardaki son 15 yıldaki doluluk oranı yüzde 19,79’a geriledi. Şencan, Türkiye’nin su politikasının olmadığının savunuyor. “Türkiye su kaynaklarına değer vermiyor. Sular çok vahşi bir şekilde harcanıyor,” diyor Şencan. “Baraj kurma stratejimizden tarımsal sulamaya kadar suyu çok hoyratça kullanıyoruz. Halbuki Türkiye çok su zengini bir ülke değil.”

Şencan, suyun daha tasarruflu kullanılmasını sağlayan yöntemlerin bir an önce uygulamaya geçmesi gerektiğini belirtiyor ve ekliyor: “Şehirlerde su tasarrufu teşvik edilmeli. Su geri dönüşüm tesislerine ağırlık verilmeli. Arıttığımız su denize gideceğine tekrar musluklarımıza geri gelebilir. Yağmur suyunun toplanması teşvik edilmeli. Şu anki su kaynaklarımızın bütünlüğü havza çapında korunmalı, havzalara inşaat yapılmamalı. Örneğin üçüncü havalimanının en büyük zararlarından biri o bölgedeki su havzasının zarar görmesi onun bütünlüğünü bozmasıydı.”

Türkiye’nin iklim haritası incelenmeli. İklim koşullarının hangi bölgede nasıl değişeceği saptanıp tarımsal bir plan oluşturulmalı

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Ulusal Su Planı 2020 verilerine göre, yüzde 74 ile en çok su tarım sektöründe harcanıyor. Şencan’a göre bu oranın azalması için öncelikle çiftçilerin yaygın olarak kullandığı ve ‘vahşi sulama’ adıyla da bilinen salma ya da kontrolsüz sulama yönteminin sonlanması gerekiyor. “Türkiye’nin iklim haritası incelenmeli. İklim koşullarının hangi bölgede nasıl değişeceği saptanıp genel bir tarımsal bir plan oluşturulmalı. Örneğin, çok su isteyen bir ürün Konya havzasında yetiştirilmemeli. Çiftçilere iklim değişikliğine uyum destekleri sağlanmalı,” diyor.

Kuraklık ayrıca çölleşme riskini de arttırıyor. Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) paylaştığı 2021 Mayıs ayı kuraklık raporuna göre, Türkiye’nin yüzde 22,5’i yüksek çölleşme, yüzde 50,9’u ise orta düzeyde çölleşme hassasiyetine sahip.

Tüm bu veriler artık iklim değişikliğinin etkilerini ne kadar yakından hissetmeye başladığımızın bir göstergesi. Şencan, iklim değişikliğinin sonuçlarını yakın gelecekte çok daha hızlı bir şekilde hissedebiliriz diye uyarıyor. “İklim adaptasyonu ve iklim uyumuna ağırlık vermemiz gerekiyor,” diyor. “Hem değişen koşullara hazırlamamız hem de iklim değişikliğinin geri çevrilmesi için mücadele etmemiz şart.”