Firveds Artun Eskiheşir’in Satılmışoğlu Köyü’ndeki bahçesinde atalık tohumdan çeşitli sebzeler ve meyveler yetiştiriyor. | Fotoğraf: Merve Akman

13 Nisan 2022

Küçük üreticinin bahçesinde: Atalık tohumlara teşvik artmalı

Merve Akman

Kısa bir Eskişehir gezintisine çıkarak temiz ve adil gıdaya erişime kendini adayan küçük üreticilerin ve kooperatiflerin hikâyelerini dinliyoruz. Onlara göre tarımdaki birçok sorunun çözümü küçük üreticiyi desteklemekten geçiyor

Bahçeye girer girmez, birbirinden farklı yemyeşil bitkiler karşılıyor ziyaretçileri. Firdevs Artun, Eskişehir’in Tepebaşı İlçesi Satılmışoğlu Köyü’ndeki dört dönümlük bahçesinde sekiz yıldır onlarca çeşitli sebze ve meyve çeşidi yetiştiriyor. Etrafımda gördüğüm sarımsak, bezelye, domates, biber, bakla, mısır, fasulye, salatalık ve börülce gibi sebzeler serpilmiş, olgunlaşmış. Hepsi nesilden nesile aktarılan yerel tohumlardan üretiliyor. Hepsinin ardında onlarca yıla yayılan bir birikim, hummalı bir emek var. Artun daha sonra bu ürünlerini alıp Eskişehir Tepebaşı Belediyesi’nin Kadın Üretici Ürün Satış Noktası’nda pazarlıyor.

Şehir merkezine 15 kilometre uzaklıktaki etrafı mısır tarlalarıyla çevrilmiş bahçesinde geniş verandalı minik bir evde yaşıyor Artun. Etrafında hiç yapılaşma yok. Bu yüzden gün batışına yakın saatlerde vardığımız bahçesinde rüzgârın hafif esintisini hemen yüzünüzde hissedebiliyorsunuz. Söyleşiye başlamadan önce, bize bahçesinden aldığı ürünlerle hazırladığı gül reçelli zerdeçal tatlısı ve kabak çiçeği dolmasından tattırıyor. Lezzeti ise enfes. Ardından konuşmaya başlıyoruz.

Artun bahçesinde, insan ve çevre sağlığı ile doğal hayattaki diğer canlılara zararlı etkileri bilimsel olarak kanıtlanan ancak Türkiye tarımında çoğu yasaklanmayan pestisitlerin kullanımına karşı mücadele veriyor. Bu zehirli maddeler kullanmadan tarım yapılabileceğini vurguluyor: “Anneannemiz, babaannemiz, yani kuşaklar öncesinden süregelen tohumlarımız var. Kimyasala, ziraî ilaçlara karşıyız. Yabani otlarla mücadele ederken bile ilaç konusunda taviz vermiyorum. İnsan sağlığı konusunda herkesin duyarlı olmasını istiyorum. Yakında organik ürün sertifikası da alacağım.”

Eskişehir’de tarım ilacı kullanmadan sebze ve meyve üreten Firdevs Artun. | Fotoğraf: Merve Akman

Dünya genelinde yaklaşık bin civarında olan pestisit ve herbisitlerin sayısı, Türkiye özelinde değişken. Çünkü pestisit kullanımı çeşitli zamanlarda resmi olarak yasaklanıyor, ancak farklılık gösterse de şu anda ülkede 340 civarında pestisit etken maddenin bulunduğu belirtiliyor. Örneğin, glifosat adlı tarım ilacı bilimsel çalışmalarla çiftçilerde, tarım işçilerinde ve çocuklarında kanser riskini arttırdığı gözlemlenmesine rağmen, tarımda hâlâ en çok kullanılan zehirlerden biri.

Kimyasal korunmaya daha çok ihtiyaç duyan “melez tohum” denilen ve genellikle laboratuvarlarda üretilen hibrit tohumlar. Artun bu tohumları bir dönem kullandığını, ancak beklediği sonucu alamadığını belirtiyor: “Atalık tohumların yerini hiçbir şey tutmaz. Değerini bilelim ve koruyanlara destek olalım. Teşviklerle çalışmalarını ilerletelim.”

Artun, şu an için en büyük hedefinin bahçesinde seracılık yapmak olduğunu söylüyor ancak ekonomik engeller nedeniyle henüz bu imkâna sahip değil. “Bahçemde sera kurmayı çok istiyorum. İl Tarım Müdürlüğü’ne hibe destekli sera için başvurdum,” diyor Artun. Talebinin de onaylandığını söylüyor. “Ama fiyatlar bize verilen rakamı karşılamıyor. Zararımız çok o yüzden devlet teşviği gerekli.”

“Kuşaklar öncesinden süregelen tohumlarımız var. Kimyasala, zirai ilaçlara karşıyız.”

Artun’un bahçesinden bezelyeler. | Fotoğraf: Merve Akman

Artun’un yetiştirdiği domatesler. | Fotoğraf: Merve Akman

“İnsanı ve doğayı sömürmeden üretim mümkün”

Artun’un bahçesini ziyaret ettikten sonra üyesi olduğu Eskişehir Gıda Topluluğu ile bir araya geliyorum. 2019’da faaliyete geçen, çoğunlukta kadın üreticilerin yer aldığı topluluk 50 kişiden oluşuyor. Küçük üreticileri desteleyen topluluk, gönüllüler tarafından yürütülen faaliyetlerle ayakta kalıyor.

O gönüllülerden biri de, aynı zamanda topluluğun kurucularından İrfan Akkaya. Topluluklarının kuruluş hikâyesini anlatıyor bir masa etrafında. “Birbirini tanıyan birkaç kişinin merakıyla başladı serüvenimiz, 2018 sonlarıydı. Temiz gıdaya öncelikle yerelde ve aracısız ulaşmak isteyen bir kısmı bisikletli, bir kısmı alternatif eğitimde öğretmen ya da çocuk okutan, bir kısmı bahçesini eken ama kendine yetemeyen insanlardı,” diye başlıyor söze. “Bisikletçiler toplanma noktalarından Pedal Café’de bir araya gelirken 2019’un Şubat ayında ilk dağıtımı yaptık.” Yaklaşık bir yıl kadar dağıtımlar Pedal Café’de yapılıyor, şimdilerde ise adresleri Monk Café. İşletmecisi de derneğin gönüllüsü. “O günden bugüne de yereldeki üreticilerimize öncelik sağlamaya çalışıyoruz, şehir dışından da diğer gıda topluluklarının üreticileri, çevremizden tavsiye edilen temiz üretim yapan üreticiler listemizde,” diyor Akkaya.

Topluluğun en önemli şiarlarının başında doğaya ve emeğe saygı geliyor. Üretimlerinde ne tarım ilacı var, ne de emek sömürüsü. “Doğanın parçası olduğumuzun bilincindeyiz, iklim krizine önlemler geliştirebilen, başka bir deyişle agroekolojik üretim çabası içindeyiz. Bu, üretimin adil olmasını da getiriyor, üretimde nasıl ki çevrenin sömürülmesi sorun yaratıyorsa, verdiğimiz temiz üretim mücadelesinde çocuk işçi ve sigortasız işçi çalıştırılmasını da istemiyoruz.”

Eskişehir Gıda Topluluğu üyeleri. | Fotoğraf: Merve Akman

Topluluğun bir diğer üyesi Eser Öncel ise Eskişehir’in organik tarım konusunda yetersiz olduğu kanısında. “Eskişehir organik tarım konusunda en geride olan illerden biri,” diyor Öncel. “Bunu geliştirmek adına üreticilerimizi ziyaret etmeye çalışıyoruz. Eskişehir yerelinde daha fazla üreticiyi temiz üretime teşvik edip alım yapıyor ve bunu çok önemsiyoruz. Ayrıca yereldeki üreticilerimizin, ‘topluluk destekli tarım’ yapabileceği bir modeli benimsedik. Böylece, içimize sindiği gibi beslenip sevdiklerimize, çocuklarımıza yediriyor olabileceğiz.”

Pandemi dönemiyle artan internet üzerinden alışverişle birlikte atık kirliliği ve ulaşımda kullanılan fosil yakıtların ürettiği karbondioksit artışı da gündeme geldi. Öncel, karbon ayak izini azaltmak amacıyla ayda bir kargo gönderimi yaptıklarını ve ürünlerini belirli kafelerden satışa sunduklarını belirtiyor.

Sorunlardan bir diğeri ise maliyet. Topluluğun bir diğer üyesi, Tansel Diplikaya ise yüksek fiyatlar nedeniyle satışların düşük kaldığını anlatıyor. “Ekolojik ve organik tanımları son zamanlarda gıda sektöründe artış gösteriyor. Ancak satış fiyatları genelde yüksek ve bu yüzden ürünler yeterli talep görmüyor. Halk ilgi gösteriyor ama maddi açıdan zorlanıyor. Bu anlamda, temiz gıdaya erişimde maalesef kısır bir döngü oluşuyor. ”

Peki, küçük üreticileri desteklemede, temiz ve yerel gıdaya erişimde kooperatifler ne tür işlevler yürütüyor? Özellikle son yıllarda giderek daha fazla gündemde yerini bulan tarımsal kalkınma ve gıda kooperatifleri, öncelikleri küçük üreticiler olmak üzere temiz gıdaya dönüşüm anlamında projeler yürütüyor.

“Temel kooperatifçilik anlayışı çiftçiye yayılmıyor. Çiftçilerin kooperatif yönetimine olan güven sorunları çözülmesi gerekiyor.”

Yıldıztepe Kooperatifi üyeleri, Hüseyin Barış, Hale Kargın Kaynak, Hanife Barış ve Hasan Sofuoğlu (soldan, sağa)  | Fotoğraf: Merve Akman

Yıldıztepe Kooperatifi Başkanı Hüseyin Barış ile konuşuyoruz. Barış, kooperatiflerinin çıkış noktasının kadın istihdamı olduğunu belirtiyor. “5 Ocak 2020’de resmî olarak açılış yaptık. Kooperatifi kurarken amacımız yoktan var etmekti. Esas çıkış noktamız kadın istihdamını arttırmak oldu. Bünyemizde emeklerini harcayan kadınlara sosyal güvencelerini sağlıyoruz.” Barış, gıdanın, tarladan sofraya ulaşımının politik bir sorun olduğunu ve üretim yaparken hem doğayı hem de insanı sömürmemenin gerektiğini vurguluyor.

Yıldıztepe Kooperatifi, dokuz şehirde bulunan 12 satış noktasında, birçok bakliyat grubu, salça, marmelat, reçel, zeytin ve çeşitli ürünler pazarlıyor. Barış, ayrıca Türkiye’deki kooperatif ve çiftçi arasındaki sorunlara değiniyor: “Kooperatifçilik yönetimsel sorunlardan dolayı sekteye uğradı. Temel kooperatifçilik anlayışı çiftçiye yayılmıyor. Düşünün, devamlı ürün verilen bir yapılanmanız var ancak ürünün karşılığını alamıyorsunuz. Pay dağıtılmaya gelince çiftçi yeterince maddi dönüş alamıyor. Çiftçide bu hayal kırıklığı mevcut ve kafasında soru işaretleri var. Çoğulcu olmazsa, fikir veremezse çiftçi kooperatifçiliği değerlendiremez. Çiftçilerin kooperatif yönetimine olan güven sorunlarının çözülmesi gerekiyor.”

“Kooperatifçilik anlayışı çok zayıf, devlet desteği yok”

Mihalıççık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi üreticileri. | Fotoğraf: Merve Akman

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle, proje kapsamında 2017’de kurulan şehrin bir diğer kooperatifi de Mihalıççık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi. Kooperatifin ürünleri ürünleri bünyesindeki gıda işleme tesisinde üretiliyor. Başta marmelat ve turşu gibi burada hazırlanan ürünler şehrin birçok marketinde satışa sunuluyor, hatta İstanbul ve İzmir’e de pazarlanıyor. Kooperatif son zamanlarda alışılagelmiş ürünlerin dışında katma değeri yüksek mor patates ve Türkiye’de gittikçe popülerleşmeye başlayan aronya bitkisinden çay ve reçel üretimine de yönelmiş.

Kooperatif başkanı Mustafa Günal Türkiye’deki kooperatifçilik modeli ve kültürünü eleştiriyor. “Bizde kooperatifçilik anlayışı çok zayıf, devlet desteği yok,” diyor Günal.Örnek olarak Mihalıççık’ta kazanılan paralar hep şehir merkezine gidiyor. Halbuki ilçede kalsa hem burası gelişir hem de kooperatifçiliğin önü açılmış olur. Üreticileri büyük şehirler için teşvik ediyoruz ama riske girmek istemiyor, masrafını göze alamıyor.”

Yıldıztepe Kooperatifi’nin yönetim kurulu üyelerinden Hale Kargın Kaynak da benzer şekilde küçük üreticiyi desteklemenin birçok sorunu çözmeye yardımcı olacağını belirtiyor. “Çiftçilere üretim yaptırmak istiyoruz. Hem onlar kazansın hem de biz temiz ürünlerden faydalanalım. İşbirliği içinde bizimle tarım yapabilirler,” diyor Kaynak. Kaynak’a göre onlarla işbirliği yapmak günümüzdeki koşullarda sadece bir seçenek olmaktan çıktı ve bir mecburiyet olmaya başladı. “Bu konuda fikir birliğine varmaya çalışıyoruz. O yüzden üretici arıyoruz ve her zaman küçük üreticiyi destekleyeceğiz. Kendi işleyeceğimiz ürünü kendimizin üretmesi artık şart oldu. Gıda kriziyle mücadele etmenin tek yolu bu.”