Bursa Büyükşehir Belediyesi, kentin geleceğini şekillendirecek 25 yıllık Çevre Düzeni Planı’nın yakında tamamlanacağını duyurdu. Kentsel planlamada nadir rastlanan uzun vadeli projeksiyonlardan biri olacak bu 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’nın üzerinde 12 üniversite ve 32 akademisyen çalışıyor. Ayrıca, kentteki birçok paydaşla da görüşmeler düzenleniyor. Planla beraber, ‘Bursa Plan’ adı altında, planın tasarımını ve koordinasyonunu üstlenecek bir ajans büyükşehir belediyesi bünyesinde kuruldu.
Türkiye’de kentsel planlama süreçlerinde birçok değişken rol oynuyor. Kentlerin çeperlerinde yeni yapılaşmalar ve kentsel dönüşüm süreçleri, altyapı ve yol çalışmalarını öncelikli kıldı. Ayrıca, yasal statüsü olmayan alanlarda siyasi iradenin sıkça devreye girdiğine tanık olduk. Tüm bu nedenlerden dolayı kentsel planlama çalışmaları, özellikle de birçok büyük ilçeyle eşgüdümün gerekli olduğu büyük kentlerde zaman zaman sekteye uğradı.
Peki, Bursa’da yakında açıklanacak Çevre Düzeni Planı’nın başarılı olması için hangi koşullar gerekli? Bursa’nın temel sorunlarını ele alıyor mu? Daha çok altyapı ve yapılaşmaya mı odaklanıyor, yoksa kenti 2040’lara taşıyacak yenilikçi ve sürdürülebilir bir vizyon mu ortaya koyuyor? Bursa’nın kirlilik ve atık yönetimi gibi kökleşmiş sorunlarına somut bir cevap sunuyor mu? Planın yaklaşımı, iklim değişikliğinin etkilerinin çok daha kuvvetli bir biçimde hissedileceği 2030 ve 2040’lar için yeterli mi?
Neden yeni bir plana ihtiyaç duyuldu?
Bursa Büyükşehir Belediyesi, yerel seçimlerin ardından, planlama çalışmalarını yürütmek için kolları sıvadı. 2024’ün Ağustos ayında, Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mustafa Bozbey, “Planlı bir Bursa için yeni bir sayfa açıyoruz” açıklamasında bulunarak gerek plan hazırlıklarını gerekse Bursa Plan’ın kuruluşunu ilk kez duyurdu. Böylece, alanda çalışan birçok kişinin “Kentin Anayasası” olarak değerlendirdiği yeni bir Çevre Düzeni Planı hazırlıkları da başladı.
“1998’de onaylanan projenin ne kadarı uygulandı ona da bakmamız lazım açıkçası, 30 seneye yakın zaman geçmiş.”
Bursa Plan’ın Genel Koordinatörü, yüksek şehir ve bölge plancısı Uluay Koçak Güvener, Çevre Düzeni Planı’nın hazırlığında şehir plancısı, mimar, peyzaj, çevre mühendisi gibi alanlarda uzmanlaşmış 41 kişiyle çalıştığını söyledi. Güvener, çalışmaların 15 farklı sektöre, yani bir bakıma konu başlığına ayrıldığını anlattı. Bu sayede, bir dizi soruya yanıt aranarak, kente dair Çevre Düzeni Planı’nı temelini oluşturacak somut bulgular elde edilmek isteniyor. Güvener’in aktardığına göre, üzerinde çalışılan sorular arasında şunlar yer alıyor: “Yerleşimin doğal yapısı, kırsal alanları, tarımı nedir? Yer bilimine yönelik fayları nerelerdedir? Sıvılaşma potansiyeli olan yerler var mıdır? Gölleri, nehirleri neresidir? Alt yapısı, sanayisi, ticareti nedir?” Tam 15 üniversiteden 32 akademisyenin katkı sunduğu bu çalışmada elde edilen bulgular, analiz edildikten sonra plana dahil edilecek.
Güvener, Bursa’da 1/100.000 ölçekli Çevre Düzenleme Planı’nın projeksiyon yılının 2020’de bittiğini belirtiyor. “Planın yeni projeksiyon yılına göre yapılması gerektiğinden şu an 2050’deki Bursa’yı planlamak üzere 1/100.000 ölçekli ÇDP çalışmasına başlandı,” diyor Güvener. Beş senelik boşluğa dikkat çektiğimde “Önceden yapılmış olsaydı tabii daha iyi olabilir, daha özel spesifik projeler daha önce başlardı. Geç kalındığını net bir şekilde söyleyemem, çünkü 1998’de onaylanan projenin ne kadarı uygulandı ona da bakmamız lazım açıkçası, 30 seneye yakın zaman geçmiş,” diye sözlerine ekliyor. Hiç kuşkusuz, birçok değişkene rağmen 25 yıl boyunca uygulanabilecek bir plan hazırlamak için kapsamlı bir ön çalışma ve güçlü bir analiz gerekiyor.
“Mesela ilçe belediyesi çıkıp, ‘burası tarım alanı ama ben sanayi alanı yaptım’ diyebiliyor. Aslında bu işlem üst plana aykırı; dava açılsa kazanılır.”
Güvener, plan çalışmasında katılımcılığa da öncelik verdiklerini vurguluyor. Bursa’daki muhtarların yanı sıra, gerek Mustafakemalpaşa, İnegöl ve Gemlik gibi büyükşehir belediyesinin dışında kalan nüfusu kalabalık ilçelerdeki, gerek Büyükorhan, Keles, ve Orhaneli gibi daha kırsal ilçelerdeki muhtarlarla çalıştaylar düzenlediklerini anlatıyor. Bu sayede, şu ana kadar Bursa’daki 1.060 muhtarın yarısıyla görüşülmüş. Güvener’in aktardığına göre, muhtarlar en çok altyapı, ulaşım ve imar sorunları üzerinde durmuş. Ayrıca, Bursa Plan görevlileri sivil toplum kuruluşları, odalar ve diğer kurumlarla da görüşmelerin yapıldığını anlatan Güvener, hane halkı anketine de başvuracaklarını belirtti. Son olarak, nüfus ve göç ile ilgili çalışmalar da planladıklarını belirtti.
“Anayasaya karşı işlenen suç gibi değerlendirilmeli”
Peki, böylesine kapsamlı bir çalışmayla oluşturulan Çevre Düzeni Planı, kentin belirsiz ve gelişigüzel bir şekilde büyümesini engelleyebilir mi? Kentin önemli ve aktif sivil toplum kuruluşlarından Bursa Su Kolektifi’nin üyesi Caner Gökbayrak, planı ihlal etmenin çok daha sıkı yaptırımlara bağlanması gerektiğini savunuyor. “Çevre Düzeni Planı çalışmalarında, plan notları ve plan paftaları hazırlanabiliyor. Plan paftalarıyla kent içinde sanayi, turizm ve tarım alanlarının sınırlarını çizerek kaçak yapılaşmayı önlemek mümkün,” diyor Gökbayrak. Bu planlar sayesinde, derelerdeki ve havadaki kirliliğin kontrol altına alınabileceğini ve kentin belirli bir ölçüde düzenli, sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulabileceğini vurguluyor. Planın geçerliliğini korumasının tek yolunun hukuki denetimden geçtiğinin altını çizen Gökbayrak, “Anayasa’ya karşı işlenen suç kanunlarımızda nasıl en büyük suçlar sınıfında değerlendirilebiliyorsa, [Çevre Düzeni Planı’nın] da bu şekilde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum,” ifadelerini kullanıyor.

Kestel bölgesindeki Uludağ Organize Sanayi Bölgesi. Fotoğraf: Bursa Su Kolektifi
Gökbayrak, Çevre Düzeni Planı’na aykırı her işlem suç sayılırken, bundan bir önceki 22 yıllık sürece plana rağmen plansızlığın hakim olduğunu söylüyor. Bir şehir plancısı arkadaşından edindiği bilgiye göre, geçtiğimiz dönemde 3 buçuk yıllık bir zaman diliminde 3 bin 360 tane plan değişikliğine gidildiğini aktarıyor Gökbayrak. Değişikliğe gidilen planların çoğunlukla küçük ölçekli, yani 5 bin ve bin ölçeklerinde olduğunu, zira 100 bin ölçekli plan değişikliklerinin Büyükşehir Belediye Meclisi’nde, küçük ölçeklilerin de İlçe Belediyeleri’nde değiştirilebildiğini belirtiyor. “Mesela ilçe belediyesi çıkıp, ‘burası tarım alanı ama ben sanayi alanı yaptım’ diyebiliyor. Aslında bu işlem üst plana aykırı; dava açılsa kazanılır. Ancak dava açılmadığı için her plan değişikliği yeni bir düzensizliğe yol açıyor,” diyor Gökbayrak.
Gökbayrak, üst plana uyumsuz değişiklikler engellenmediği sürece Türkiye’deki çevre düzeni planlarının ne etkili olabildiğini ne de bir işe yaradığını vurguluyor. Oysa dava açıldığında, üst plana aykırılık gerekçesiyle bu değişikliklerin iptal edildiğine defalarca şahit olduğunu da ekliyor.
“Evsel atıksa evsel atık, endüstri ise endüstri, tarımsa tarım, bütün atıkları durdurmamız lazım.”
Planların yürütülmesinde işlerliği kökten sarsan işlem ise imar affı. Gökbayrak, 2018’de İmar Affı çıkması sonucu çok sayıda kaçak yapının belli bir ödeme karşılığında yasal statüye kavuştuğunu anlatıyor. Ayrıca, yapılan inşaatlar yasal statüye kavuşturulurken, ovaların parçalanmış veya kirletilmiş olması, kanalizasyonun nereye gittiği belli olmaması gibi yasaya aykırı bir dizi ihlalin denetimine engel olan da yine imar affı. “İşin kötü tarafı buradan sonra başlıyor,” diyor Gökbayrak. 2019-2024 yılları arasında, Bursa Ovası üzerinde, en doğuda Kestel’den en batıya doğru Nilüfer, Nilüfer Çayı ve onu besleyen dereleri takip eden çalışmalarına değiniyor. Uydu görüntülerinden yararlandıkları bu çalışmalarda Bursa Su Kolektifi, inceledikleri alanda çok sayıda kaçak tesis belirlemiş. Uydu görüntülerinde bir yıl öncesine bakıldığında, tesislerin bulunduğu yerlerin yemyeşil ova veya tarla olduğunu açıkça saptayabilmişler. Ancak, imar affının etkisiyle yalnızca bir yıl içinde birçok alana bina yapıldığını, bunların yüzde yirmisinde herhangi bir tabelanın bile olmadığını ortaya koymuşlar. Bursa Su Kolektifi, bu çalışma sayesinde imar affının kaçak yapılaşmayı nasıl tetiklediğini belgeleyebilmiş.

Caner Gökbayrak
Gökbayrak, kaçak yapılaşmayı denetleyecek iki kurum olduğunu söylüyor: Bunlardan birincisi Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’yken, diğeri Büyükşehir Belediyesi. Kolektif, çalışma sonrasında bulgularını Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne ilettiğinde, söz konusu kaçak yapılaşma bilgileri dahilinde olduğunu “ancak önüne geçmek için bir şey yapamadıkları” cevabını almış. “Nasıl yapamadıklarını bize anlatmadılar. Biz makul bir karşılık alamadık,” diyor Gökbayrak, bu sonuçları valilikle de paylaşmaya hazırlandıklarını söyleyerek. “Plan yapmak güzel, elbette yapılsın. 1/100.000 ölçekli bir plan mutlaka yapılsın. Ama bu plan yapıldıktan sonra, ya da yapılmadan önce, şu an ki haliyle, hâlâ devam etmekte olan o tarım alanları ihlallerini, ovanın ihlallerini durduracak bir çalışma da muhakkak gerekli,” diye ekliyor.
Sanayi atıkları: “İklimi değiştiremeyiz, ama kirlilik yükünü azaltabiliriz”
Bursa’nın en köklü çevre sorunlarından biri Nilüfer Çayı ve Marmara Denizi’ndeki kirlilik. Bursa’nın önemli içme suyu kaynaklarından Nilüfer Çayı’na dökülen atıklar, hem Bursalıların sağlığını tehdit ediyor hem de ciddi ekolojik tahribata yol açıyor. Benzer şekilde, evsel, endüstriyel ve tarımsal atıkların Marmara Denizi’ne kontrolsüz deşarjı, denizdeki kirliliği artırıyor. Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Dr. Mustafa Sarı, bu atıkların Marmara Denizi’ndeki azot ve fosfor yükünü arttırması sonucu, deniz yüzeyindeki sıcaklıklar gibi etmenlerle birleşince müsilajı da tetiklediğini belirtiyor.
Sarı, sanayi atıklarının sadece yüzde 30’unın arıtıldığını, yüzde 70’inin hiç arıtılmadan Marmara Denizi’ne ve çevresindeki akarsulara “boca edildiğini” vurguluyor. Müsilaj oluşumuna dair Sarı şunları ifade ediyor: “Üçlü tetikleyiciye baktığımızda, iki tanesi kontrolümüzün dışında: iklimi değiştiremiyoruz, deniz suyu sıcaklıklarında bir farklılık oluşturamıyoruz. Buna gücümüz yetmiyor. Marmara Denizi’nin orijinal yapısının değişme ihtimali de yok. O zaman, kontrol edilebilir elimdeki tek tetikleyici parametre Marmara Denizi’nin kirlilik yükünü azaltmak.” Sarı, 2021’de Marmara Denizi’nde ciddi bir müsilaj oluştuğunu ve 2024 Ekim itibarıyla müsilajın yeniden görülmeye başlandığını belirtiyor. Dolayısıyla, Sarı’nın sözünü ettiği kirlilik, Bursa’nın güncel sorunlarından bir tanesi olarak öne çıkıyor.

Nilüfer Barajı, kuraklıktan çok ağır biçimde etkileniyor. 2024’ün Kasım ayında barajdaki su oranı yüzde 2’ye kadar gerilemişti. Fotoğraf: Ayşegül Erkaya Arslan
Sarı, Nilüfer Çayı’nın kirletilmesinde de yine aslan payının sanayilerde olduğunu vurguluyor. “Benim teklifim çok basit,” diyor Sarı. “Kim ‘böyle bir şey yok’ diyorsa, Nilüfer’in boğazından girelim. Ben göğüs çizmemi giyeceğim, elime ölçüm cihazlarımı alacağım. Nilüfer Çayı boyunca yürüyelim. Nerede oksijen değeri değişirse, etrafa bakalım. O etrafta kim var, sorumluları bulalım.” Sarı’ya göre, kentin en önemli su kaynaklarından birini kirletenlerin kim olduğu çok açık. “Tam 50 yıldır Marmara Denizi’nin çevresinde yaşayan kentler, denizi adeta bir foseptik çukuru gibi kullandı. Şimdi arıtma tesisleri yapıldı, bir kısmı da çok güzel çalışıyor. Onun için yapmamız gereken bu duyarsızlıktan vazgeçip, evsel atıksa evsel atık, endüstri ise endüstri, tarımsa tarım, bütün atıkları durdurmamız lazım.”
Bursa Su Kolektifi’nden Gökbayrak gibi, Sarı da sorunları çözmenin ancak yasalara harfiyen uyulmasıyla mümkün olduğunu söylüyor. “Yerel yönetim, merkezi yönetim ve özel sektörün mutlaka bu hassasiyeti göstermesi gerekiyor,” diyor Sarı. “Yasaları uygulayacağız, denetimimizi artıracağız ve kimsenin derelerimizi, denizlerimizi kirletmesine izin vermeyeceğiz.”

Profesör Mustafa Sarı, daha önce Gezegen için hazırlanan “Marmara’ya Ne Oldu?” adlı video haberde Marmara’da müsilajın neden yeniden görüleceğini anlatmıştı. Görsel: Mustafa Ünlü
Gökbayrak ise, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin kolektifin de önerilerini alacakları bir çalıştay düzenleyeceklerini aktardı ve bununla ilgili temkinli iyimserliğini dile getirdi. “Çalıştayda, gerçekten işin içinde olan ve konuya hâkim kurumlar yer almalı. Konuya uzak kişiler veya kurumlardan fikirler alınacaksa, yazılı katkı istenmesi yeterdi,” diyor Gökbayrak. “Bu aşamada, sorunları bilen kişilerin kapsamlı bir çalışma yürütmesi ve toplantıların birkaç saate sıkıştırılmadan, birkaç hafta sürecek tartışmalar sonucunda somut bir çıktıya ulaşması gerekiyor.” Bu yaklaşımın sağlanması halinde Çevre Düzeni Planı’na göstermelik değil, somut bir katkıda bulunulabileceğini belirtiyor.
Plan, 2040’ların vizyonuna uygun mu?
Bursa’da 1998’de hazırlanan önceki Çevre Düzeni Planı’ndan bu yana iklim bilimi büyük ilerleme kaydetti. Birçok kent, emisyonlarını azaltmak için net sıfır hedefleri belirliyor ve planlarını tamamen karbondan çıkış ile enerji verimliliği esaslarına göre oluşturuyor. Bu çerçevede, Avrupa Birliği’nin “Net Sıfır Şehirler” girişimi kapsamında, 35 ülkeden 112 şehir (aralarında İstanbul ve İzmir de bulunuyor) 2030’a kadar “iklim nötr” ve “akıllı şehir” kriterlerini karşılamayı taahhüt etti. Anlaşılacağı üzere, bu şehirlerdeki gelişim farklı aşamalarda. Aralarında, geliştirdiği yol haritalarıyla “pilot” olarak gösterilen şehir ise İsveç’in üçüncü büyük kenti Malmö.
“Sanayi, madencilik, ısınma ve ulaşım kaynaklı sera gazı emisyonları için ayrı stratejiler oluşturulacaktır. Kent içindeki sanayi planlamalarında ve sanayi yönetiminde kirletici emisyonlar önemli bir faktör olarak ele alınmaktadır.”
“İklim nötr” kavramı, bir kentin sebep olduğu emisyonları, onları ortadan kaldıran uygulamalarla dengelemesi anlamına geliyor. Bu hedef, karbonsuz enerji yatırımları, ulaşım ve ısıtma sistemlerinde enerji verimliliğinin artırılması, atık yönetimi gibi çeşitli unsurları kapsıyor. Bu sebeple, kentin altyapısını ve planlamasını a’dan z’ye biçimlendiriyor.
Yeni Çevre Düzeni Planı kapsamında Bursa Büyükşehir Belediyesi’nden sorularıma 24 Mart’ta aldığım yazılı yanıtlarda, emisyon ve kirliliği azaltmaya yönelik önemli bilgiler paylaşıldı. Yapılan açıklamada, bulgular toplandıktan sonra, analiz aşamasında iklime duyarlılığı yüksek olan bölgelerin inceleneceği ve sektörlere yönelik karbon ayak izi azaltma önerileri sunulacağı belirtildi. Açıklamada, karbon salımı ve enerji tüketimi analizlerinin “Enerji Altyapısı ve Yenilebilir Enerji” çalışma grubu aracılığıyla gerçekleştirileceği ve ilçeler ile sektörler bazında ayrıştırılarak değerlendirileceği ifade edilerek, “Bu çalışmayla Bursa’nın iklim nötr bir kent olma hedefine dolaylı bir şekilde katkı sağlanacaktır” dendi.

Bursa Plan, 2024’te kuruldu ve çalışmalarına başladı. Fotoğraf: Ayşegül Erkaya Arslan
Belediye ayrıca, çevre kirliliği ve sürdürülebilirlik arasındaki ilişkiyi bütüncül bir yaklaşımla ele alarak, hava kalitesini koruma, su yönetimini iyileştirme, atık yönetimi ve ekosistem hizmetlerini güçlendirme stratejilerinin geliştirileceğini belirtti. Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Sanayi, madencilik, ısınma ve ulaşım kaynaklı sera gazı emisyonları için ayrı stratejiler oluşturulacaktır. Kent içindeki sanayi planlamalarında (gerek OSB gerekse dağınık işletmeler) ve sanayi yönetiminde kirletici emisyonlar önemli bir faktör olarak ele alınmaktadır. Çevresel Etki Değerlendirmesi ve hava kirliliği durumu dikkate alınmaktadır.”
Çevresel etki değerlendirilmesinde hava kirliliğini azaltmak için öngörülen stratejilerden birinin de Bursa’daki trafiği planlamak olduğu ifade edildi. Belediye önümüzdeki dönemde bu konuda bir eylem planı hazırlayarak, toplu temiz ulaşım seçeneklerinin geliştirmeyi vaat ediyor.
Belediye, iklim nötr ajandasıyla uyuşacak şekilde, hava kirliliğini ve kent içi sıcaklık artışlarını önlemek için yeşil altyapıyı ve doğal karbon yutaklarını (şehir ormanları, yeşil çatı sistemleri, dikey bahçeler) yaygınlaştırmayı hedefliyor. Binalardaki enerji verimliliği için konusunda ise açıklamada şu ifadelere yer veriliyor: “Kentsel ısı adası etkisinin minimalize edilmesi için binalarda enerji verimliliği sağlayan pasif tasarım tekniklerinin ve düşük karbonlu yapı malzemelerinin kullanımının teşvik edilmesi, biyoenerji, hidrojen ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kent genelinde yaygınlaştırılması sağlanacaktır.”

Orhaneli Termik Santrali. Fotoğraf: Bursa Su Kolektifi
Su kaynaklarının korunması ve afete dirençli kent stratejileri kapsamında doğa temelli çözümlerin önerileceği ifade ediliyor: “Dere yatakları ve taşkın alanları korunarak sel riskini azaltan doğa temelli çözümler önerilecektir. Şebeke suyu kayıplarını önlemek için akıllı su yönetim sistemleri geliştirilerek, kent genelinde su verimliliği artırılacaktır. Sanayi tesislerinde kapalı döngü su sistemleri önerilecektir.”
Toprak kirliliği ve yeşil alan yönetimi stratejisi kapsamında ise, karbon yutak kapasitesinin genişletilmesinin yanı sıra, toprak kirliliği haritalarının oluşturularak, hassas bölgelerin belirlenmesi hedefi konmuş. Bununla beraber, sürdürülebilir tarım uygulamalarının teşviki, endüstriyel tarımın çevresel etkilerinin minimalize edilmesi, doğal yaşam alanlarının arttırılması gibi önlemle söz konusu. Açıklamada şu ifadelere yer veriliyor: “Kırsal ve kentsel alanlarda ağaçlandırma çalışmaları artırılarak karbon yutak kapasitesi genişletilecektir. Kent düzeyinde toprak kirliliğinin kapsamlı olarak izlenmesi ve değerlendirilmesi, toprak kirliliği haritalarının oluşturulması, tarımsal planlamanın bu haritalar baz alınarak yapılması ve hassas bölgelerin belirlenecektir. Toprak verimliliğini korumak için sürdürülebilir tarım uygulamaları teşvik edilmeli, endüstriyel tarımın çevresel etkileri minimize edilebilmelidir. Kent içi sulak alanlar ve dere ekosistemleri koruma planları yapılarak, doğal yaşam alanları artırılarak ekolojik bütünlük sağlanabilecektir.”
Depreme karşı direnç için planlama şart
Bursa’nın bir özelliği de, bütün Marmara Bölgesi gibi, aktif bir deprem bölgesi olması. Kuzey Anadolu fay hattının güney kolu Bursa’dan geçiyor. Ayrıca, Bursa’nın çevresinde çok sayıda daha küçük fay hattı da bulunuyor. Bursa Plan’ın Genel Koordinatörü Uluay Koçak Güvener görüşmemizde, oluşturdukları Çevre Düzeni Planı’nın depreme hazırlık işlevi de gördüğünü vurguladı.

Bursa Plan Genel Koordinatörü Uluay Koçak Güvener
“Bursa’nın bir deprem bölgesi olması nedeniyle, yaklaşık 500 hektarlık bir alanda depreme dayanıklı bir kentsel planlama modeli oluşturuyoruz,” diyor Güvener. “Bu modelle, gelecekte güvenli bir yaşam alanı oluşturmanın yanı sıra, yolların ve yeşil alanların nasıl erişilebilir kılınacağını da planlıyoruz. Amacımız sürdürülebilir ve güvenli bir kent oluşturmak.” Belediyenin yazılı olarak ilettiği cevapta da bu çalışmalar kapsamında, afet sonrası oluşabilecek enkaz ve atıkların yönetilebilmesi için kriz anında hızlı uygulanabilir atık yönetim planlarının oluşturulacağı belirtildi.
Bursa için uzun vadeli, kapsamlı ve ayrıntılı bir Çevre Düzeni Planı hazırlanıyor. Bu planın hem bugünün ciddi sorunlarına bir cevap sunması hem de Bursa’yı 2050’lere taşıması iddialı bir hedef. Bu hedefin gerçekleşmesi, planın tasarımındaki başarı kadar, ne kadar sıkı bir şekilde uygulanacağına da bağlı.
Bu haber Birleşik Krallık Ankara Büyükelçiliği İkili İşbirliği Programı desteğiyle yürütülen program kapsamında yayınlanmıştır. İçeriği P24’ün sorumluluğundadır. Birleşik Krallık Büyükelçiliği içerikten sorumlu tutulamaz.
“Spartaküs, gel buraya!” diye sesleniyor Timur Yılmaz, kucağıma hoplayan afacan mı afacan köpeği çağırarak. Sivri kulaklarıyla, ışıl ışıl ışıldayan biri mavi, diğeri kahverengi gözleriyle Spartaküs’ün sevecenliği bu soğuk kış günü beni sımsıcak sarıyor. Güzelliğinden gözümü alamadığım Spartaküs, Savunmasız Canlar’ın yuva olduğu yüzlerce köpekten biri. Aynı zamanda karşılama komitesinin de fiili başkanı. Yanındaki bir Alman kurdu ve bir başka sokak köpeği ile birlikte kendilerini sevdirmeden giriş kapısından içeri girmemi istemiyorlar. “Hoş bulduk” dercesine, kuyrukları neşeyle sallanan bu sevimli komite üyelerinin başlarını birer birer okşuyorum. “Güzel oğlum benim,” diye diye yanıma geliyor Timur. Bir yandan bana yolu gösterirken, bir yandan o da benim gibi bu sevgi yumağına kendini kaptırıyor.
Savunmasız Canlar, Bursa’nın Nilüfer ilçesinde bulunan Gölyazı’da gönüllülerin köpekler için yaşam alanına dönüştürdükleri bir arazi. Burada terk edilen, sokaklarda barınamayan ve barınaklardan geri bırakılan köpeklerin bakımları sağlanıyor. Arazinin kapısında siyah yağmur botları, kafasında siyah beresi ve üzerinde kalın montuyla beni karşılayan kılavuzum Timur bu yaşam alanının kurucusu. Zamanının tamamını Savunmasız Canlar’a adıyor. Beni içeri alır almaz “müsaadenle, köpekleri beslemem lazım” diyerek yanımdan ayrılıyor. Bir yandan köpekleri severken bir yandan da onu dikkatle izliyorum. On, bazıları on beş kiloluk mama paketlerini sırtlayıp mama kaplarını doldurmaya başlıyor. Köpekler her şeyden önce geliyor.
Timur, tam sayısı sürekli değişmekle beraber arazide bin 200 kadar köpeğin barındığını söylüyor. Doğum yapanlar ve yavruları mı dersiniz, yoksa yaşlı, engelli ve hasta köpekler mi… “Sadece 126 tane elim kadar yavru var,” diyor Timur. Savunmasız Canlar, bakıma ihtiyaç duyan köpeklerin sığınağı haline gelmiş. Aralarında bir zamanlar sokaklarda özgürce dolaşanlar da var, parayla satın alındıktan sonra insanların sokaklarda terk ettiği cins köpekler de. Tabii gönüllülerin barınaklardan kurtardıkları ve sokaklarda güvensiz alanlarda buldukları da çok. Liste böylece uzuyor.
Savunmasız Canlar’ın arazisi oldukça büyük. Çevremde gönüllülerin destekleriyle yapılan kulübeler ve satın alınan çok sayıda konteyner görüyorum. Bazı konteynerlerin üstünde onları bağışlayan hayvanseverlerin isimleri yazıyor. Padoklarda bulunan köpekler boylarına veya birbirleriyle nasıl anlaştıklarına göre ayrılmış. Bu köpeklerin haricinde, orta alanda barınanlar da var. Savunmasız Canlar’ı ziyaret ettiğim bu soğuk havada her gün araziye gelerek, yüzlerce köpeğin bakımını, beslemesini yapmanın ne kadar zor olabileceğini düşünüyorum. Araziye adımımı atar atmaz burnumun ucunun ve ellerimin donduğunu hissetmeye başlamıştım. Ancak daha da önemlisi, gönüllülerin bunca özverisine rağmen desteğe ihtiyaç duyan köpeklerin sayıları her geçen gün artıyor.
“Yüz haneli bir mahalle düşünün. O yüz haneli mahallede sadece iki hane sokaktaki hayvanlara bir şeyler vermeye çalışıyor. O iki haneye bu hayvanlar iyi davranıyor,” diye anlatmaya başlıyor Timur, arazide köpeklerin olmadığı tek konteynere beni geçirdikten sonra. Hayvanları Koruma Kanunu yasasına 30 Temmuz 2024 tarihinde yapılan değişikle sokaklardan köpeklerin toplatılmasına hükmedilmesi üzerine konuşuyoruz. Birçok hayvan hakları savunucusu gibi Timur da yeni hükümlerin dayatılması nedeniyle buruk ve tepkili. Sözlerini sürdürürken sesi kederini ele veriyor. “Doksan sekiz hanenin geriye kalan yetmiş hanesi de sevmiyor, onlara taş atıyor diyelim. Bu hayvanlar ne yapsın? Aslında bu yüz hane de insanlık kuralları veya ahlak adına onlar gibi davransa, inanın o mahalleye zarar verecek her türlü tehlikeyi hayvanlar önceden haber verir. Allah bu hayvanları boşu boşuna yaratmadı.”
Belediyenin kısırlaştırdığı dört küpeli köpek doğurmuş
Bulunduğumuz konteynerde yan yana serilmiş paspas boyutunda iki halıdan başka bir eşya yok. Diğer konteynerlerin içinde ise hasta veya diğer köpeklere nazaran bağışıklığı düşük ya da engelli köpekler barınıyor. Paspasların üzerine tüneyip yan yana oturuyoruz Timur’la. Dışarıda rüzgâr uğulduyor, ama içerisinin dışardan kalır yanı yok. Soğuktan dolayı tutamadığım telefonumu bir anlığına bırakıp ellerimi ovuşturarak ısınmaya çalışıyorum. Günün her saatini köpeklerle birlikte geçiren Timur’a, yasa değişikliğinin temelinde yatan sokak köpeklerinin insanlara saldırdığı iddiasını soruyorum. “Bu siyasi bir argüman. Saldırgan bir köpek varsa sebebi insandır,” diyor ve ekliyor: “Hayvanlar sokakta güvenlik tehlikesiyse eğer, kadınlara ve çocuklara zarar veren insanlar ne oluyor o zaman? Yasa çıkana kadar sokaktaki köpekler için ‘ölümcül tehlike’ propagandası yapan bazı dernekler var, hiç kadınlara ve çocuklara zarar verenlere karşı sesleri çıktığını duydunuz mu?”

Savunmasız Canlar’da yüzün üzerinde yavru köpek var. Yavrular yorgan ve battaniyelerin serildiği kulübelerde ve konteynerlerde barınıyor. Fotoğraf: Ayşegül Erkaya Arslan
Aylarca tartışılan, ancak hayvan hakları savunucularının tepkilerine rağmen 2024’ün Temmuz ayında iktidardaki AK Parti ve MHP’nin oylarıyla yürürlüğe giren yasa değişikliğinin somut etkilerini burada çok ağır bir şekilde hissedildiğini anlatıyor Timur. Nitekim önceki yasa belediyelere “kısırlaştır, aşıla ve aldığın yerine bırak” diye sorumluluk yüklerken, mevcut yasa “sokakta köpek olmayacak” diye hükmediyor ve belediyelerin sokakta yaşayan köpekleri toplayıp barınaklara yerleştirmesini zorunlu kılıyor. Ayrıca yeterli barınak olmaması, var olan barınakların da kapasitelerinin yetersiz olması, hayvanların yaşam hakkını savunan insanları zora sokuyor. Sokak köpeklerin toplatılması tartışmaları gündemdeyken geçtiğimiz sene Ankara’nın Altındağ ilçesinde belediyeye ait bir barınağın yakınlarındaki bir arazide çok sayıda parçalanarak öldürülen köpeklerin cansız bedeninin bulunması, Gebze’de, Ümraniye’de yaşanan vahşetler, barınaklardaki koşulların ne kadar vahim olduğunu göstermişti. Süreç sıklıkla hayvanların refahına öncelik verilerek değil, barınaklarda hayvanların ölümleri veya acı içinde yaşamalarıyla sonuçlanıyor.
“Elim kadar küçükken atılan bir tekmeden ötürü arka sağ ayağının femur başı kırılmış Spartaküs’ün. Tekmeden ötürü his kaybına uğramış.”
Timur yasayla beraber sığınan sokak hayvanı sayısının hızla arttığını belirtiyor. Özellikle yasada kısırlaştırmaya getirilen çip zorunluluğundan endişeli. “Yasa değişmiş haliyle ‘kısırlaştırdığın hayvanı üzerine alman gerekiyor,’ diyor. Biz hangi birini sahipleneceğiz veya ben hangi arada, hangi birine yetişeceğim?” Bursa’da barınakların kapasitesi şu haliyle bile yüksek değilken, Savunmasız Canlar’ın tek başına çare olması çok zor. “Belediyeler ne yapacak? Tıkanacaklar. Onlar tıkanınca biz de tıkanacağız…”
Sorun bununla da bitmiyor. Timur’un bakımını üstlendiği, belediye tarafından güya kısırlaştırılmış dört küpeli köpeğin doğurduğuna değiniyor. “Demek ki bir yerde yanlışlık var. Bu hayvanlar kurtarılmak isteniyorsa, konu siyasetin üstünde tutulmalı. Tek başına kısırlaştırma adı altında gidilmesi bizi tam bu noktaya getirdi.” “Peki, sizce şimdi ne olacak?” diye soruyorum. Bakışları ümitsiz, sesi yorgun Timur’un. Söyledikleri iç açıcı değil. Sadece Bursa’daki köpek sayısının dört-beş aya kadar 500-600 bine ulaşmasını öngörüyor. Yeni yasanın kısırlaştırmayı zorlaştırması bir yana, hayvan üretiminin sınırlanması gerektiğini vurguluyor. “Köylere inilmesi lazım,” diye de ekliyor. “Hemen yakında koyun çiftliği var. Köpeklere altı ayda bir doğum yaptırarak yavrulardan seçtiklerini alıyorlar, diğerlerini yolun ortasına bırakıyorlar. O köpeklere de biz mama veriyoruz. İskelet gibi geziyorlar.”
Gönüllülerden Lale: Konteyner, kulübe ve su sistemi ihtiyacı var
Savunmasız Canlar’ın arazisindeki köpeklerin büyük çoğunluğu burada büyümüş ve kısırlaştırılmış. Köpeklerin yüzde 95’inin ismi olduğunu söylüyor Timur. Hepsi sevgi dolu ve insan canlısı. Aralarında şiddet görüp burada korumaya alınan köpekler var. Bunlardan biri de gelir gelmez boynuma sarılan Spartaküs. “Elim kadar küçükken atılan bir tekmeden ötürü arka sağ ayağının femur başı kırılmış Spartaküs’ün,” diyerek anlatmaya başlıyor hikayesini Timur. Sözlerine devam etmeden gözleri bir anlığına uzaklara dalıyor. “Tekmeden sonra his kaybına uğramış. Yüzde 30’a kadar indirebildik his kaybını.” Bu acımasızlığı hazmetmek zor. Küçüklük fotoğrafını gösteriyor Timur. O fotoğraftaki endişeli bakışlarının yerini şimdi ışıl ışıl neşe almış.

Spartaküs’ün araziye ilk geldiğinde çekilen fotoğrafı. Fotoğraf: Savunmasız Canlar
Spartaküs’ün yeri Savunmasız Canlar’ın en aktif gönüllülerinden Lale Yonga için de ayrı. “Küçükken şiddet gördüğü için sinirsel sistemleri zedelenmiş,” diyor Lale. “Çişini ve kakasını tutamıyor, o yüzden kolay sahiplendirilebilecek bir çocuk değil. Hiçbir agresifliği yok. Cinsini bilmiyorum ama benim için bir sanat eseri. İmkânım olsa evimin baş köşesinde olurdu. O da beni gördüğü an direkt üstüme koşuyor.”
Lale bir bankada çalışıyor. Sadece hafta sonları araziye gelebildiğini söylüyor. Bu nedenle biraz buruk. “Keşke imkanım olsa, ben de beslemelere çıkabilsem. Diğer gönüllüler gibi,” diye hayıflanıyor. Savunmasız Canlar’dan döndüğü bir gün bir kafede buluşuyoruz. İki çay söylüyoruz. “Köpek kokuyor muyum?” diye sorarak gülümsüyor. Kafasında yeşil bir bere, üzerinde de haki renkte uzun bir mont var. Arazinin çamuruna batmamak için ayağına uzun yağmur çizmeleri geçirmiş.
Gönüllü olmaya nasıl karar verdiğini soruyorum. Savunmasız Canlar’ı bir gün arkadaşıyla beraber ziyaret ettiklerini ve aynı gün de destek olmaya karar verdiklerini anlatıyor. “Alanın halini de gördük, hayvanların halini de gördük. Alanın olumsuz koşullarına rağmen çok şükür hayvanların çoğu sağlıklı, kiloları yerinde. Demek ki gerçekten bakılıyor, gösteriş olsun diye yapılmıyor diye düşündük. Ve böylece Savunmasız Canlar’da gönüllü olarak bulduk kendimizi,” diyor.
“Bir tane kısa bacaklı yaramaz bir kızımız var. Erkeklerden hiç hoşlanmıyor. Bir erkek tarafından zarar görmüş olabileceğini düşünüyoruz.”
Savunmasız Canlar’ı geçen yaz yasa değişikliğine karşı yapılan eylemlerde karşılaştığı insanlar aracılığıyla tanımış. Mücadeleyi sürdürmek ve iletişimde kalabilmek için kurdukları WhatsApp gruplarında gönüllüler hayvanlar için seferber olmuşlar. “Aracı olan geliyor, birlikte hareket ediyoruz” diye anlatıyor. Böylece altı aydır işinden arda kalan zamanı burada kurtarılan köpeklere adamaya başlamış Lale. “Haftanın yorgunluğu oluyor. İnsanın canı sıkılmış oluyor bir şeye. Onları gördüğüm anda gülümsüyorum. Ruhuma iyi geliyorlar. Ben de onlara iyi gelmek için elimden geleni yapıyorum. O patilerle boynuma sarıldıkları anda benim için her şey geride kalıyor,” diyor yüzünde gülümsemeyle.

Lale Yonga, Savunmasız Canlar’da barınan köpeklerle. Fotoğraf: Lale Yonga
Çayını yudumlarken sezdiğim yorgunluğu gönüllülerin üstlendikleri sorumluluğun büyüklüğünü ele veriyor. “Her geçen gün köpek sayısı artıyor, ihtiyaçlar da bu oranda fazlalaşıyor,” diyor Lale. “Öncelikli ihtiyaçlar yavru köpeklerin daha korunaklı olabileceği konteyner gibi alanlar ve kulübe, battaniye, yorgan, yastık ihtiyaçları. İki tane köpek var mesela, kanser olmalarından dolayı veterinerin ‘uyutulmasını’ önerdiği… Ancak kliniğe götüren kişinin gönlü razı olmadığından son günlerini burada yaşasınlar diye araziye bıraktı. Bu tip durumlarda, bakılan engelli ve hasta hayvanlar için ilaca gereksinim duyabiliyoruz.” Bunların dışında taşıma su kullanıldığını, bunun da özellikle yaz aylarında çok zor olabileceğini, bu yüzden su sistemi kurulmasının çok önemli olduğunu anlatıyor. İhtiyacın büyüklüğü, zor durumdaki bütün hayvanlara yardım etmenin imkânsızlığı gönüllüleri ne kadar etkiliyor diye soruyorum. “Hepsini kurtarma gücümüzün olmadığının bilincine varıp kendimizi terbiye etmeye çalışıyoruz. Eğer böyle yapmazsak çıldırırız,” diyor Lale.
“Hayvanlar insanların elinde hırçınlaşıyor”
Yasa değişikliğine giden süreçte özellikle sosyal medyada başlatılan “saldırgan köpekler” söylemlerine geliyor konu. Lale, bu tanımlamanın aldatıcı olduğunu ve sorunu çarpıttığını vurguluyor. Hırçın ve agresif davranan hayvanların hepsinin insanlardan zarar gördüklerini, bu yüzden ruhlarının yaralı olduğunu söylüyor. “Kamera açısı nereyi gösterirse, insanlar ona inanıyor. Oysa sahiplendirmelerde yeterli denetimler olmadığından, bu hayvanlar onları kötüye kullanan insanların elinde hırçınlaşıyor,” diyor. Sahadaki deneyimi de bunu doğrular nitelikte. Sohbetimiz esnasında şiddete uğradığını tahmin ettiği bir köpekten daha bahsediyor. “Bir tane kısa bacaklı yaramaz bir kızımız var. Erkeklerden hiç hoşlanmıyor. Timur bile, ‘bir tek sana yaklaşıyor, seni seviyor’ diyor. Böyle özel ilişkiler kurduğum çocuklar var, ben de onlara sarılarak iyileşiyorum.” “Kısa bacaklı kız” diye bahsettiği köpeği araziden hatırlıyorum. Erkek gördüğünde kuyruğunu kıstırıp ona odaklanıyor. “Bir erkek tarafından zarar görmüş olabileceğini düşünüyoruz. Ancak başına ne geldi bilmiyoruz,” diyor Lale.

Lale Yonga ve Spartaküs. Fotoğraf: Lale Yonga
Timur da Lale’yle hemfikir. Sohbetimizde “saldırgan” diye damgalanan köpeklerin aslında son derece cana yakın türler olduğunu, ancak onları dövüştürenler sebebiyle hırçın davranışlara alıştırıldıklarını anlatıyor. Yani sonuç, yine insanlar yüzünden zarar gören, hedef gösterilir hale gelen hayvanlar. Zamanlarının büyük bölümünü köpeklerle geçiren herkes, insanlar tarafından başka hayvanlara zarar vermeye alıştırılmamış, zarar görmemiş ve bağışıklık sistemi güçlü bir köpeğin asla kendiliğinden saldırgan bir davranışta bulunmayacağını söylüyor. Hatta Timur, köpeklerin ısınmaları için akşamları arazide ateş yaktığında hangisinin daha sağlıklı olduğunu daha iyi anladığını da sözlerine ekliyor. “Eğer bir hayvanın bağışıklığı düşükse, o ateşin yanına ısınmak için gidiyor. Bağışıklığı yüksek olan hayvan ateşin yanına gelmiyor, çünkü ihtiyacı yok” diyor.
“On binlerce lira ödenip satın alınan cins köpekleri bulduğumuz haller içler acısı.”
Savunmasız Canlar’ın arazisine ilk girdiğimde cins olduğu apaçık ufacık bir köpek gözüme ilişmişti. Ardından iki Çin aslanı (chow chow) ve iki cins köpek daha gördüm. Bu kadar çok sayıda cins ve terk edilen hayvanın olmasıyla ilgili Lale’ye ne düşündüğünü sordum. İnsanların, hayvanları artık “moda” olarak gördüğünden söz etti Lale. Timur ise bu köpekleri gönüllülerle yollardan topladıklarını anlatıyor. “Bahsettiğin küçük köpek bir Pinscher. İki kilo ya vardır ya yoktur. Bacakları incecik. On binlerce lira ödenip satın alınan bu hayvanları bulduğumuz haller içler acısı,” diyor.
Timur’un belki de hayatının akışını değiştiren olay ise yirmi yıl önce, Bursa-İzmir yolunda yaşanmış. Bir gün arabayla giderken yolda arabaların altına yatan köpekler görmüş. “Resmen ölmek istiyorlardı. O an, biz neyi yanlış yapıyoruz diye düşündüm”, diyor o günü anımsarken. “Biz neyi yanlış yapıyoruz?” diye tekrarlıyor. Savunmasız Canlar ise bu yanlışları düzeltebilme, ya da en azından telafi edebilme çabası. Sokakta, şehirlerde ve köylerde hayvanlarla bir arada yaşamanın, doğru politikalar uygulanmadığında ne kadar özveri gerektirdiğine burada canlı bir şekilde tanık oluyorum. Ama hayvanları merkezine alan bir yaklaşım uygulandığında, onların buna ne kadar olumlu karşılık verdiklerini de görüyorum.

Savunmasız Canlar’da sokakta yaşayan köpeklerle cins köpekler bir arada barınıyor. Fotoğraf: Ayşegül Erkaya Arslan
Arazide dolaşırken padokların bir bölümünde yavru köpekler takılıyor gözüme. Yaklaşık on, on beş yavru köpeğin olduğu bir padok bu. Tellerin arkasından padokların dışından köpeklere uzanan birini görüyorum. Kırk veya elli yaşlarında bir erkek, ayakta dururken devrilerek paytak paytak yürüyen bebek köpeklere tek tek vitamin yediriyor. Gördüğüm bu kişinin de Lale gibi arazi gönüllerinden olduğunu anlıyorum. Bir yerde daha görüyorum aynı kişiyi. İlk gördüğümden beri, arazinin maskotu olduğunu içimden geçirdiğim kahverengi, uzun boylu, kulübe tepesine çıkıp bir o yana bir bu yana kuyruk sallayan köpeğe sevgi sözcükleri söylüyor bu sefer. “Uzun bacaklı kızım benim, ne yapıyorsun sen!” diyor. Uzun bacaklı kız daha çok şımarıyor duyduğu sevgi sözcüklerinin karşısında… Kuyruğunu daha sık sallamaya başlıyor, gözleri parladıkça parlıyor.
Yeni düzenlemeden önce birçok dernek yetkilisi ve hayvanların yaşam hakkını savunanlar, seslerini sokaktan ve sosyal medyadan her fırsatta duyurmaya çalışarak yetkililere aylarca çağrıda bulunmuştu, bulunmaya devam ediyor. Şehirlerde eşgüdümlü eylemler düzenlendi, eylemlerde hep bir ağızdan yüzlerce insan Anayasa Mahkemesi’ne “yasayı geri çek” diye talepte bulundu. Ancak ne fayda. Türk Psikologlar Derneği de “Hayvanlara yönelik şiddet ve buna tanık olmak, zamanla şiddetin kabul edilebilir bir davranış olarak görülmesine, dolayısıyla da hem hayvanlara hem insanlara karşı şiddet eylemlerinin artmasına zemin hazırlayabilir” diye uyarmış ve eklemişti: “Şu anda gündemde olan ve sokak hayvanlarının topluca öldürülmesini meşrulaştıran yasa, ne yazık ki, toplumumuzdaki barış atmosferine ve insani değerlere büyük zarar veriyor. Bu yasa, hayvanların yaşam hakkını hiçe sayarak, sadece hayvanlara değil, aynı zamanda toplumsal huzurumuza da ciddi bir darbe vuruyor.”
Arazide gördüğüm cins köpekler gibi binlerce köpek her gün sokaklara terk ediliyor. Yine binlerce köpek gördükleri şiddet yüzünden sokaklarda insanlardan ürkerek, kendilerini onlardan sakınarak yaşamaya çalışıyor. Spartaküs bunlardan biri. Tıpkı adını aldığı kahraman gibi, Spartaküs ve arkadaşları yaşam haklarının korunduğu ve insanlarla eşit koşullarda yaşayabildiği bir toplumun esin kaynakları. Türkiye’nin dört bir yanında hayvan hakları savunucuları yeni düzenlemelerin yarattığı tahribatı denetliyor ve telafi etmeye çalışıyor. Bursa’da ise Lale, Timur ve isimsiz onlarca gönüllünün yardımlaşması sayesinde Savunmasız Canlar’a sığınan bin 200 kadar köpek güvende ve huzurlu.
Bu haber Birleşik Krallık Ankara Büyükelçiliği İkili İşbirliği Programı desteğiyle yürütülen program kapsamında yayınlanmıştır. İçeriği P24’ün sorumluluğundadır. Birleşik Krallık Büyükelçiliği içerikten sorumlu tutulamaz.