Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 30 Kasım 2023 tarihli oluruyla Sarıyerin Bahçeköy mahallesinin sit derecesi sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanı” olarak değiştirildi. Turizm faaliyetlerine ve konut inşaatına izin veren değişiklikten Belgrad ormanı sınırındaki Atatürk Arboterumunun bir kısmı, Bahçeköy fidanlığı ve milli parklar şefliği de nasibini alacak.

İstanbulda toplam büyüklüğü 58 bin hektarı geçen 506 doğal sit alanı bulunuyor. Bu da yaklaşık 82 bin futbol sahası ediyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın olur”uyla İstanbul’daki doğal sit alanlarının derecesi bir bir düşürülülüyor. Bu değişiklikle büyük bir kısmı kentin akciğeri olma vasfı taşıyan alanlar yapılaşma tehdidi altında.

Bakanlığın sit derecesi düşürme kararına Bilimsel Temelli Bilimsel Araştırma Raporu’na (ETBAR) dayandırıyor. Raporun hazırlanması için 2014 yılında ihaleye çıkılmış. İhaleyi Ankara’da bulunan AKS Planlama şirketi kazanmış.

Şirketin hazırladığı raporla doğal sit dereceleri sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanı”,nitelikli doğal koruma alanı” vekesin korunacak hassas alan” olarak düzenlenmeye başlandı. Bu tanımların ilk ikisi yapılaşmaya izin veriyordu. Sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanlarında turizm faaliyetlerine ve konut inşasına izin veriliyor. Nitelikli doğal koruma alanlarında ise iskele, balıkçı barınağı, bekçi kulübesi, mesire alanları, park ve rekreaktif alanlar, atık su arıtma tesisi, atık su deşarjı, kanalizasyon şebekesi, içme suyu temini, jeotermal su çıkartılması ve iletim hattı, enerji nakil hattı, trafo, şalt sahası, iletişim hattı, ulaşım hattı, açık otopark, teleferik ve telesiyej, sabit olmayan duş, gölgelik, soyunma kabini, büfe ve tuvalet yapılabiliyor.

AKS Planlama’nın internet sitesinde İstanbul’daki sit alanlarının ekolojik temelli bilimsel araştırma projesi yürütüldüğü yazıyor. Projeyle ilgili sayfada İstanbul boğazı ve ağaçlarla kaplı yeşil kıyıların fotoğrafları bulunuyor. Tanıtım metnindeyse şöyle yazıyor:

“Doğal sit alanlarının korunarak gelecek nesillere aktarılması, bilimsel kriterler ışığında alanların sahip olduğu biyo-ekolojik (flora, fauna, habitat), jeolojik, hidrojeolojik ve jeomorfolojik değerlerin belirlenmesi ve önerileren ortaya konulması amacıyla “Doğal Sit Alanlarının Değerlendirimesine İlişkin Teknik Esaslar” çerçevesinde İstanbul ili doğal sit alanlarında dört mevsimi kapsayan “Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Projesi” yürütülmektedir. Alanların toplamı 58.621,50 ha olup iş halen devam etmektedir.”

“…şirket bu ihaleden metrekare başına 0,0002 lira kazanmış. Bu da işin bedelsiz yapıldığı anlamına geliyor.”

AKS Planlama şirketi 2014’te yılında kazandığı ihale ile “İstanbul İli Doğal Sit Alanlarının Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Projesi”ni yürütüyor. | Kaynak: aks.com.tr

Elektronik Kamu Alımları Platformu’nun verilerine göre, AKS Planlama İstanbul’daki doğal sit alanlarıyla ilgili yapacağı bu çalışma için 139 bin lira almış. İhalenin şartnamesinde, Bakanlığın devraldığı doğal sit alanlarıyla ilgili dosyaların sayısallaştırma çalışmalarında doğrulama işlemleri devam ettiği, şartnamede belirtilen alan büyüklüğünde değişim olursa bu alanlada yapılacak çalışmalardan ek ücret talep edilmeyeceği yazılı. Ayrıca doğal sit alanlarının yakın çevresinde önerilecek yeni alanlarla ilgili de ücret talep edilmeyeceği şart koşulmuş.

Mevzuat gereği proje kapsamında söz konusu alanın ardışık dört mevsim boyunca gözlemlenerek rapor hazırlanması gerekiyor. İhalenin sözleşme bilgilerinden yola çıkarak bir hesaplama yaparsak, şirket bu ihaleden metrekare başına 0,0002 lira kazanmış. Bu da işin bedelsiz yapıldığı anlamına geliyor.

Şirketin kazandığı diğer ihaleler

Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, 2017 yılında “Potansiyel Doğal Sit Alanlarının Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Projesi” ihalesine çıktı. AKS Planlama bu ihaleyi de kazandı. Şirketin kasasına bu defa 694 bin lira girdi. İhaleye konu proje, Adana, Ankara, Antalya, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Denizli, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Kayseri, Konya, Muğla, Nevşehir, Trabzon bölgeleri ve bağlı illerinde yer alan toplam 82 adet doğal sit alanını kapsıyordu.

Şirket daha sonra 2021 yılında Erzurum, Karabük, Samsun ve Trabzon’daki doğal sit alanlarıyla ilgili bir ihale daha kazandı. Bu ihale pazarlık usulü yapıldığı için projenin detaylarına ilişkin bir veri bulunmuyor.

“…şirket, geçmişte İzmir’in Urla ilçesinde Hacılar Koyu’nu da kapsayan sit alanını yapılaşmaya açan raporu hazırlamıştı. Adı geçen koyda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait olduğu söylenen villa da yer alıyordu”

İzmir Urla’ya bağlı Zeytineli Köyü’ne yaklaşık 5 kilometre uzaklıktaki Hacılar Koyu. | Fotoğraf: İbrahim Fidanoğlu, 13 Ocak 2017.

Ekolojik koridor ihalesi

Son olarak geçtiğimiz Temmuz ayında şirkete “Korunan Alan Sisteminin Güçlendirilmesi Amacıyla Ülkemizin Yeşil Damarları Ekolojik Koridorların Belirlenmesi Projesi” ihale edildi. Şirket bu ihaleden de 4 milyon 140 bin lira kazandı. İhalenin konusu, İstanbul, Ankara, Aksaray, Çankırı, Eskişehir, Karaman, Kayseri, Kırıkkale, Kırşehir, Konya, Nevşehir, Niğde, Sivas, Yozgat, Amasya, Artvin, Bartın, Bayburt, Bolu, Çorum, Düzce, Gümüşhane, Giresun, Karabük, Kastamonu, Ordu, Rize, Samsun, Sinop, Tokat, Trabzon Zonguldak, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale, Kocaeli, Yalova, Sakarya, Bilecik, Bursa ve Balıkesir’deki ekolojik koridorlar ve özellikle büyük memeli hayvanların güzergahlarının belirlenmesiyle ilgiliydi. Bu iş için de belirlenen süre 335 gündü.

Doğal sit alanlarıyla ilgili ihaleleri kazanan şirket, geçmişte İzmir’in Urla ilçesinde Hacılar Koyu’nu da kapsayan sit alanını yapılaşmaya açan raporu hazırlamıştı. Adı geçen koyda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ait olduğu söylenen villa da yer alıyordu.

Bilimsel olmayan “bilimsel” rapor

Şirketin hazırladığı raporlar, “yeteri kadar bilimsel olmadığı” gerekçesiyle davalık da oldu. Boğaziçi Üniversitesi arazisinin sit derecesinin düşürülmesine de gerekçe olduğu için idare mahkemesinde dava açılmıştı. Mahkeme, raporun biçim ve içerik olarak sit alanlarının statü sınırlarını tanımlamaya imkan verebilecek bilimsel yeterlilikte olmadığını belirtmiş, sit değişikliğinin bilimsel temelden yoksun olduğunu kaydetmişti.

Sedef adasının doğal sit derecesinin düşürülmesiyle ilgili davada, bilirkişi heyeti söz konusu raporla ilgili tespitlerde bulunmuştu. Bilirkişiler, Sedef Adası’yla ilgili raporun ardışık dört mevsim kuralına uygun olarak hazırlanmadığını dile getirmiş, raporu hazırlayanların inceleme için adaya 20 Mayıs 2014, 24 Ağustos 2014, 23 Ekim 2014 ve 28 Ekim 2014te olmak üzere dört kez gittiğini belirtmişti.

Raporla sit derecesi düşürülerek yapılaşma tehdidiyle karşı karşıya olan alanlardan biri de Sedef Adası

Sedef Adası, İstanbul. | Fotoğraf: Maurice Flesier, 30 Mart 2022.

Boğaziçi Üniversitesi, Abbasağa Parkı, Emirgan Korusu, Kaşık ve Sedef adaları…

İstanbulda bu şirketin hazırladığı tartışmalı raporla sit derecesi düşürülerek yapılaşma tehdidiyle karşı karşıya olan kamuoyunun aşina olduğu başka alanlar da bulunuyor. Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs arazisi, Validebağ Korusunun bitişiğindeki Haydarpaşa Lisesinin arazisi, Beşiktaş’taki Abbasağa ve Yıldız parkları, Sarıyerdeki Emirgan Korusu, Kaşık ve Sedef adaları, Ataşehirdeki Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi arazisi, Beykozdaki Çavuşbaşı, Görele ve Dereseki mahalleleri onbinlerce hektarlık alandan bazıları.

Bu listeye son olarak İstanbul’un Sarıyer ilçesine bağlı Bahçeköy mahallesi eklendi. İstanbul’un kuzeyindeki akciğerleri olan Belgrad ormanının sınırındaki bu mahalle zaten yerleşim alanıydı, ancak sit derecesi değişikliğinin sınırı bazı kısımlarda ormanlık alana girdi.

Atatürk Arboterumu, Bahçeköy Fidanlığı ve Bahçeköy Milli Parklar Şefliği sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanı” sınırında kaldığı için buralarda turizm faaliyetleri ve konut inşaası mümkün olacak.

 

Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu cinayetine ilişkin derleme dosyamızın ikinci bölümünde kızları Emine Büyüknohutçu ve konunun fikri takibini yapan gazeteci, yazar ve Ekoloji Birliği üyesi Özer Akdemir ile konuştuk.

Çiftin en büyük kızı Emine, kardeşleriyle birlikte dört yıldır bir hukuk mücadelesi veriyor. Bu süreçte tanımadığı kişiler tarafından tehdit edilmiş. Ancak Emine Büyüknohutçu, anne ve babasının cinayetinin arkasındaki gerçeği ortaya çıkaracağını söylüyor ve ekliyor: “Ondan sonra yeni ağaçlar dikeceğiz.”

Anne ve babanızın nasıl tanıştıklarıyla başlayalım isterseniz.

Emine Büyüknohutçu: Aynı lisede okuyorlarmış. Babam Almanya’ya giderek orada makina mühendisliği okumaya karar vermiş. Almanya’ya gitmiş ancak annem burada kalmış. Birbirlerine aşıklar ama sevgili değiller. Babam yedi sene boyunca Almanya’da kalmış ve annem de o sürede burada babamı beklemiş. Babam da Almanya’da maddi yetersizlikten dolayı okulu bitirememiş ve Türkiye’ye dönmüş. Döner dönmez de annemle evlenmişler. Böyle bir hikâyeleri var. Başka insanlara bir anne-babanın aktivist olması garip gelebilir. Ama bana normal geliyor çünkü hep böylelerdi. Bizim bütün hayatımız böyle geçti. Babamın Coca Cola’ya içeriğini açıklaması istemiyle dava açtığını hatırlıyoruz mesela.

“Her geçen gün taş ocaklarının verdiği yeni bir zararı öğrendiler. Derken, tabii seneler içinde, içlerine sindiremedikleri birçok noktayla daha karşı karşıya kaldılar ve susmadılar”

Annem babama hep destek oluyordu. Babamın eksik kaldığı yerleri tamamlayan oydu. Börek açmayı, tatlı yapmayı bilmezdi ama dünya klasiklerinden herhangi bir kitabı çok kısa bir sürede özetleyebilirdi. Babamla birbirlerini hem besledikleri hem de tamamladıkları birçok nokta vardı. Evlilikten ziyade yoldaşlardı, yol arkadaşlarıydı, çok iyi dostlardı. Bize de çok iyi anne-baba olmanın yanı sıra çok iyi birer öğretmen oldular. “Bizi bu yaşta yalnız bıraktınız” gibi bir isyanım olabilirdi ama ikisiyle de gurur duyuyorum. Büyük bir anlam bırakarak gittiler. Zaten ecelleriyle yaşamını yitirmeyeceklerini içten içe biliyordum.

Anne ve babanızın çevre mücadelesinden bahsedebilir misiniz?

EB: Aslında bu mücadele onların “biz böyle bir mücadeleye girmek istiyoruz” diyerek yaptıkları bir şey değildi. Emeklilik hayatlarında güzel, huzurlu, bahçelerini ekip biçebilecekleri, temiz hava alabilecekleri, doğayla iç içe olabilecekleri bir yerde yaşamaya karar verdiler ve Finike Alacadağ, Kızılcık mevkiindeki evimize taşındılar yedi-sekiz yıl önce.

Tabii zaman içinde orada daha yerleşik bir düzene geçtiler. Kışları da orada kalmaya başladılar. Hayatları orası olmaya başladı. Hayvanlarla ilgilenmeye başladılar, bahçeyi ekip biçmeye başladılar, bal üretmeye başladılar. Fakat zaman içinde oradaki taş ocaklarının çıkardığı tozlar, köyde sağlık sorunlarının artması, portakal ve narların verimsiz hâle gelmeye başlaması dikkatlerini çekti. Araştırmaya başladıkça her geçen gün daha fazla işin içine girdiler. Her geçen gün taş ocaklarının verdiği yeni bir zararı öğrendiler ve içlerine sindiremediler. Derken, tabii seneler içinde, içlerine sindiremedikleri birçok noktayla daha karşı karşıya kaldılar ve susmadılar. Aslında mücadele böyle başladı. Emeklilik hayatı yaşamak isterken kendilerini taş ocaklarına karşı bir mücadelenin içinde buldular.

Dava dosyasında babanızın taş ocaklarına karşı yürüttüğü yargı mücadelesi de görülüyor. Babanızın şikâyetlerinin hepsine takipsizlik kararı verilmiş ancak taş ocaklarının sahipleri babanızdan şikâyetçi olunca hemen dava açılmış.

EB: Mücadeleleri senelerce devam etti, babamızın açtığı birçok dava geri döndü fakat en son Bartu Mermer’e karşı açtıkları davayı kazandılar ve taş ocağı hakkında kapatma kararı çıktı. Bunun üzerine taş ocağı şirketi babamıza tazminat davası açtı fakat onu da kaybetti.

“İntihar ettiği söylendi. Bir insan intihar edecekse neden başka bir cezaevine naklini ister?”

Bu olay yaşandıktan sonra bir hukuk mücadelesi başlatmışsınız. Yargılama sürecinde neler yaşandı?

EB: Biz tamamen bir hukuk mücadelesi veriyoruz. Dört senedir araştırmalarımız sonucunda eriştiğimiz bilgilerin pek çoğu hukuk sisteminde bir delil niteliği taşımıyor maalesef. Kızları olarak bu olay yaşanana kadar hiçbir yargı süreci geçirmediğimiz için bilinçsiz bir dönem yaşadık. Ancak yanımızda gönüllü olarak bu davaya destek vermek isteyen 11 tane avukat vardı.

Adı geçen taş ocağının sahibi yargılamayı yapan mahkemenin huzurunda ifade vermedi. Uzaktan verdiği ifadede de anne ve babamı tanımadığını söyledi, ancak babam onlara tazminat davası açmıştı. Yani verdiği ifade gerçeği yansıtmıyordu.

Aysin Büyüknohutçu.

Sanık Ali Yamuç defalarca itiraf mektupları yazdı, isimler verdi, konuyu detaylı anlattı. Bizim çok sonradan haberdar olduğumuz bir dilekçesi varmış örneğin. Alanya Cezaevi’nde kalırken Fethiye Cezaevi’ne naklini talep ettiği kendi el yazısıyla yazılmış bir dilekçeydi. Bunu yazdıktan birkaç saat sonra ölü bulundu. İntihar ettiği söylendi. Bir insan intihar edecekse neden başka bir cezaevine naklini ister? Bunu yaşamak isteyen, umudu olan, hayattan beklentileri olan bir insan yapar. Bu bizim aklımızı karıştıran sorulardan bir tanesiydi. Ali Yamuç’un annesi de çocuğunun otopsi tutanağını aylarca alamadı. Biz avukatlarımız aracılığıyla güçlükle edindik raporu ve annesine verdik.

Davanın tanıklarından biri cinayetten kısa bir süre önce Ali Yamuç’un bir kişiyle birlikte motosikletle bir cipin yanına geldiğini, Ali Yamuç’un cipe bindiğini, motosikletteki kişinin yola devam ettiğini söylüyor. Elmalı Başsavcısı ile tanığın anlattıklarıyla ilgili görüştüğümde bana tanığın akli dengesinin yerinde olmadığını söyledi. Akli dengesiyle ilgili tıbbi rapor olup olmadığını sordum. Olmadığını söyleyerek “Ben söylüyorum, akli dengesi yerinde değil” yanıtını verdi. Kilit noktalardan biri de bu tanıktır. Dosyada birçok açık var. O açıkları cımbızla çekip savcıya söylediğimizde maalesef geçiştirildik, ciddiye alınmadık.

Anne ve babanızın yokluğunda o bölgedeki çevre mücadelesi ne durumda?

EB: İyi yönde hiçbir şey değişmedi. Aksine, birçok taş ocağının daha açılacağını duyduk. Kızılcık mevkiindeki evimizin 500 metre yanına bir sene önce yeni bir taş ocağı açtı bu şirketler. O taşlar şiddetli patlamalarla kırılıyor. Bu da erozyona sebep oluyor. Oradaki ağaçları da yok ettikleri için erozyonu hızlandırıyor. Bu yüzden evimiz yavaş yavaş aşağı doğru kayıyor. Bölgede yaşayanlar aynı sorunla karşı karşıya olmalarına rağmen seslerini çıkarmıyorlar.

Emine Büyüknohutçu.

Anne ve babamdan sonra bu mücadelenin takibini yapan kimse olmadı. Onların aynı zamanda kurucusu olduğu Toroslar ve Akdeniz Kıyıları Çevre Koruma Derneği (TORAÇDER) bir süre “Biz bu davanın peşindeyiz, arkasındayız” dediler. Neyi ne kadar yaptılar bilmiyoruz. Çünkü duyduğumuz herhangi bir başarı yok. Annem ve babamdan önce oradaki köylülerin bir çevre mücadelesi olmadığı için onlardan sonra da böyle bir mücadele vermediler.

Bu cinayet orada yaşayanların üstünde bir korku oluşturdu mu? 

EB: Yaratmıştır elbette. Biz ne zaman o çevreden biriyle konuşmaya çalışsak “Uğraşmayın, uzak durun, biz hiçbir şey bilmiyoruz” deniyor. Orada çok fazla hane yok. Birlikte geçiyor günleri. Örneğin bir evde ekmek bitse birbirlerinden almak zorundalar. Bu yüzden yaşanan olayla ilgili hiçbir şeyin duyulmaması bana garip geliyor. İnsanlar konuşmaktan korkuyor ve çekiniyor. Korkmalarının sebebi bu cinayet. Çekincelerinin sebebi ise orada yaşayan bölge halkının geçim kaynaklarından bir tanesinin taş ocakları olması.

Cinayeti açığa kavuşturabileceğinize inanıyor musunuz? 

EB: Kesinlikle inanıyorum. İster beş sene geçsin, ister 10 sene. Biz bunu açığa kavuşturacağız. Bunu biliyorum, biraz zaman alacak sadece. Davayı çözdükten sonra da işin ortalığı yeşertme kısmı kalacak. Önce bu cinayet davası çözülsün, ondan sonra yeni ağaçlar dikeceğiz.

‘Planlı siyasi cinayet

Sorularımızı yanıtlayan Özer Akdemir ise çevrecilere yönelik şiddetin Türkiye’nin ilk altın madenine karşı 90’lı yıllarda yürütülen Bergama direnişinden itibaren ele alınması gerektiğini söylüyor ve Büyüknohutçu cinayetinin planlı ve siyasi bir olay olduğunu vurguluyor.

Büyüknohutçu cinayeti çevre mücadelesi yürüten kişileri nasıl etkiledi? Çevreyi korumak artık onlar için tehlikeli bir iş mi?

Özer Akdemir: Büyüknohutçu cinayetleri çevreyi koruma mücadelesinin aslında bir yaşam mücadelesi olduğunun en çarpıcı ve acı örneklerinden birisi. Geçmişte “bir avuç küçük burjuva çiçek-böcek sevicisi” diye küçümsenen çevre koruma mücadelesi özellikle Bergama köylülerinin siyanürlü altın madeni karşıtı direnişleri sonrası kabuk değiştirmiş ve tabanında geniş köylü kitlelerinin bulunduğu bir yaşam alanı koruma mücadelesi hâline gelmişti. Hâl böyle olunca doğayı metalaştırmaya soyunan sermaye gruplarının ve onların arkasındaki siyasi erkin önündeki en büyük engellerden birisi bu çevre-ekoloji mücadeleleri olmaya başladı. Bu süreçte Bergama köylü hareketi “Arkasında dış güçler var, Alman vakıfları var” gibi psikolojik algı oyununun da etkisiyle sönümlendirildi.

“Cinayet işlettirecek kadar gözleri dönen bu mermer şirketinin patronları arkalarında bir siyasi destek olmadan apaçık delillere rağmen hukuken cezasız bırakılmazdı”

Sonrasında altın madeni ABD’li Normandy’den “yerli ve milli” olduğu ileri sürülen Koza şirketine satıldı ve ilk yaptığı icraatlardan birisi maden karşıtlarına yönelik şiddet uygulamak oldu. Bugün Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilen Koza şirketinin Fethullah Gülen cemaatinin en önemli finans kaynaklarından birisi olduğu ortaya çıktı sonradan. Sahibi hâlâ FETÖ operasyonları kapsamında kırmızı bültenle aranıyor. Şirketin 5 Haziran 2005 tarihinde, Dünya Çevre Günü’nü kutlamak için Çamköy’e gitmek isteyen çevreci gruplara yönelik taşlı, yumurtalı, sopalı saldırısı yaşam savunucularına yönelik ilk ciddi fiziksel saldırı olarak değerlendirilebilir. Aynı şirket bir yıl sonra da Dikili’deki çevre ve altın madeni panelini bastı. Ekoloji mücadelesine yönelik şiddet olgusunu bu nedenlerle Bergama’dan doğru okumakta fayda var.

Ali Ulvi Büyüknohutçu.

Çevreyi korumak, yaşam alanını, suyunu, havasını, toprağını, geçim kaynağını korumakla ama öte yandan da yurdun bağımsızlığını, emeğin değerini, demokratik hukuk devleti olmanın gereğini, kadınların toplumsal mücadelede daha fazla ses yükseltmesini ve ezilmişliklerine yönelik dezavantajların kaldırılması gibi çok yönlü politik bir hat üzerinden yürüyor. Bu ekolojik politik hat, hem sistemin teşhirini hem de buna karşı verilecek mücadelenin haklılığı ve meşruluğunu da apaçık gösterdiği için günümüzde sermaye iktidarlarının hedef tahtasının ortasında konumlandırılıyor. Bu nedenle yaşamı savunmak bugün dünden zor evet, ancak bir o kadar da zorunlu. İklim krizinin küresel etkileri, doğaya verilen telafisi imkânsız zararların bir bumerang etkisi gibi bu duruma yol açan insan türünün yaşamına yönelik olumsuz geri dönüşleri, çevre-ekoloji mücadelesinin bir olmak-olmamak mücadelesi hâline geldiğini gösteriyor. Ya doğaya uyumlu bir yaşam kuracağız, ya da doğa gözümüzün yaşına bakmadan gereğini yapacak!

Cinayetin cezasız kalması çevreyi tahrip eden şirketleri bu konuda daha da pervasız hâle getirdi mi? 

ÖA: Büyüknohutçu cinayetlerine giden sürecin başlangıcını Bergama mücadelesinden ele almak gerektiğini düşünüyorum. Cinayetlerin gerek planlı olduğuna yönelik deliller, gerek sermaye gruplarının kiralık bir katil tutarak kendilerine karşı mücadele yürüten kişileri ortadan kaldırmaya azmettirecek derecede gözlerinin dönmesi, tüm bunların üzerine katil zanlısının son derece şüpheli bir intihar tezgâhı ile ortadan kaldırılıp, suç ortağı olduğu iddia edilen eşinin birkaç ay içerisinde serbest bırakılması elbette suçun cezasızlığı açısından ekoloji örgütlerini ve yaşam savunucularını hâliyle olumsuz yönde etkiledi. Tersinden baktığınızda ise cinayet işlettirecek kadar gözleri dönen bu mermer şirketinin patronları arkalarında bir siyasi destek olmadan apaçık delillere rağmen hukuken cezasız bırakılmazdı. O nedenle Büyüknohutçu çifti cinayetleri planlı siyasi cinayetlerdir diye düşünüyorum.

Doğa savunucusu Aysin ve ve Ali Ulvi Büyüknohutçu çifti, 9 Mayıs 2017’de Antalya’nın Finike ilçesine bağlı Kızılcık yaylasındaki evlerinde öldürüldü. Soruşturmanın iki şüphelisi vardı: Yaylaya yaklaşık 10 gün önce taşınan Ali ve Fatma Yamuç çifti. Ali Yamuç, tutuklandıktan sonra yazdığı mektupta Büyüknohutçuları mermer ocağı şirketlerinin isteğiyle para karşılığında öldürdüğünü itiraf etti ve hakkında dava açılmadan önce cezaevinde intihar etti. Eşi Fatma Yamuç ise kendine yöneltilen suçlamalardan beraat etti. Olayın üzerinden geçen dört yılda Büyüknohutçu cinayeti hâlâ aydınlatılamadı.

Cinayetin ardından yaşanan sürecin fikri takibini yapan Evrensel gazetesinden Özer Akdemir, olayın üçüncü yılına ilişkin yazısında Büyüknohutçu çiftinin Finike’ye bağlı Alacadağ, Gökçeyaka, Adala ve Kızılcık köylerinde asırlık sedir ağaçlarının kesilmesine ve bölgedeki mermer ocaklarına karşı yürüttükleri çevre mücadelesinden bahsetmiş, çiftin bu nedenle tehdit edildiğini yazmıştı.

Olayla ilgili hazırlanan fezlekeye göre cinayetten önce şunlar yaşandı: Cinayeti işledikleri iddia edilen Ali ve Fatma Yamuç çifti, Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu’nun evlerine yaklaşık 750 metre uzaklıkta bir evde yaşıyordu. Buraya cinayetten yaklaşık 10 gün önce taşınmışlardı. Yaşadıkları yer Fatma Yamuç’un babasına ait olan tahta bir barakaydı. Ali Yamuç, geçmişte birçok farklı işte çalışmış, buralardan uyuşturucu madde kullanması nedeniyle çıkarılmıştı. Yamuç’un iş hayatında göze batan detay çoğunlukla mermer firmalarında çalışmasıydı.

Gece yarısı çıkan yangın

Cinayetten birkaç gün önce yaşananlar da şüpheliydi. 6 Mayıs 2017 gece saatlerinde Büyüknohutçu çiftinin evinin yakınında bir orman yangını çıktı. Yangını, yaşadıkları yerde başka evler olmasına karşın ilk olarak Yamuç çifti gördü. Fezlekede, kendiliğinden çıkmadığı iddia edilen yangını Ali Yamuç’un çıkardığı öne sürüldü. Ali Yamuç ve Ali Ulvi Büyüknohutçu, yangını birlikte söndürdü. Ali Yamuç ceketiyle söndürmeye çalıştığı için Büyüknohutçu ona ceket alma teklifinde bulundu. İddiaya göre, Ali Yamuç bu yangını Büyüknohutçularla yakınlaşmak için çıkarmıştı.

Kundaklantıktan sonra Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu’nun evlerinin önü.

Büyüknohutçu çifti, Yamuç çiftini yangından bir gün sonra evlerine çaya davet etti. Fezlekedeki anlatıma göre, Ali Yamuç davetten ayrılırken Ali Ulvi Büyüknohutçu’dan eşine ilaç almak için 270 TL istedi. Büyüknohutçu, 100 TL verebileceğini söyleyerek parayı verdi ve Yamuç çifti evden ayrıldı. Yakınları, haber alamayınca 10 Mayıs akşam saatlerinde Büyüknohutçuların evine gitti ve çiftin öldürüldüğünü gördü.

Olay yeri tutanağındaki ayrıntılar

Bu noktada olay yeri tutanağına bakalım. Çünkü tutanakta yer verilen detaylar dikkat çekici. Örneğin evin kapısı kilitliydi, jandarma bu yüzden eve balkona merdiven dayayarak girdi. Vestiyerdeki ceket ve pantolonların cepleri dışarı çıkmıştı. Bu durum ceplerin karıştırıldığını ortaya koyuyordu. Salondaki konsolun çekmecesi de açık ve karıştırılmıştı. Ali Ulvi Büyüknohutçu’nun cep telefonu, cüzdanı ve kimliği yoktu. Evin giriş kapısında ve çevresinde de saçma izleri vardı.

“Sadece son üç güne ait kayıtlar alınmış. Görüştüğü kişilerin kim olduğuna dair daha geçmişe yönelik araştırma yapılabilirdi. Çünkü olaydan sadece 15 gün önce yerleştirilmiş oraya Ali Yamuç”

“Uyuşturucu krizindeydim”

Cinayetin katil zanlısı olarak ertesi gün Ali Yamuç gözaltına alındı. Yamuç, jandarmadaki ifadesinde ve yer gösterme sırasında cinayeti uyuşturucu krizindeyken tek başına işlediğini iddia etti. Komşusunun evine girerek av tüfeğini çaldığını anlatan Yamuç, tüfekle Büyüknohutçuların evine para istemeye gittiğini aktardı. Yamuç’un anlatımına göre, evin önündeki köpekler onu görünce havlamaya başladı. Bunun üzerine kapı açıldı ve Ali Ulvi Büyüknohutçu elinde fenerle Yamuç’un olduğu yere doğru baktı. Yamuç, bundan sonrasıyla ilgili şunları söyledi:

“Ben de bir an panikle kaçayım mı durayım mı derken onun olduğu yöne doğru ateş ettim. Tanışıklığımız olmasına rağmen neden ‘Ali amca benim’ deyip yoluma devam etmediğimi bilmiyorum. O akşam krizdeydim. Ne yaptığımı bilemedim. Bir el tek kırma av tüfeği ile ateş ettim. Fişeği değiştirmeden bir anlık panik ile tel örgüden tırmanıp atladım. Köpekler tüfek sesine kaçışmıştı, evin içine girdiğimde Ali amca yere sırtüstü düşmüştü. Tüfek sesi ile Aysin Hanım da bağırmaya başladı, ben krizin de etkisi ile ne yaptığımı bilmeden susturmak amacıyla yaklaşık bir metre mesafeden ateş ettim.”

Delil bırakmadan ilerliyor

Ali Yamuç, uyuşturucu krizinde olmasına karşın peşinde delil bırakmadan ilerlemeye çalışıyordu. Anlatımına göre, ilk atıştan sonra boş fişeği çıkarıp cebine koymuş ve tüfeğe yeni fişek sürmüştü. Sağ elinde de tüfekte iz bırakmamak için cerrahi eldiven takılıydı. Cinayeti işledikten sonra evdeki bilgisayarı, cep telefonunu, çantayı ve evin anahtarlarını alıp çıktığını söyledi. Evine döndükten sonra tüfeği eşinin tişörtünü kullanarak çamaşır suyuyla temizledi. Sonra eldiveni ve tişörtü yaktı. Tüfeği çaldığı eve geri bıraktı. Ertesi gün de Büyknohutçulardan çaldığı eşyaları bir bohçaya koyup kuyuya attı.

Ali Yamuç, gözaltına alındığında eşi Fatma Yamuç da tanık sıfatıyla ifade verdi. Bu ifadesinde olay günü saat 19.00 civarı ilaç alarak uyuduğunu ve hiçbir şey duymadığını iddia etti. Gece saat 1.00 sıralarında uyandığında eşinin yanında uyuduğunu anlattı. 18 Mayıs’ta bu defa şüpheli sıfatıyla sorgulanan Yamuç, olay günü saat 21.00 civarı eşinin krize girerek kendisini uyandırdığını, ona 2 bin 100 TL vererek uyuşturucu madde almaya yolladığını söyledi. Eşi, Ali’nin gün içinde kendisine 700 TL daha verdiğini anlattı. Bir önceki ifadesiyle uyumlu olarak eşini gece yatakta gördüğünü tekrarladı. Fatma Yamuç’un anlatımına göre ertesi sabah birlikte motosikletle Finike’ye giderlerken eşi bohçayı ormanda yok etti. Sonra ailesinin evine gitti ve onlardan 800 TL daha aldı. Bu parayla yeni bir cep telefonu satın aldı.

Finike Alacadağ’daki taş ocağı, 2016. Kaynak: DHA.

Cinayetin ortaya çıktığı saatlerde Yamuç çiftinin evinde civarda yaşayan komşusu vardı. Tanık olarak ifade veren kadın, eşini oraya çağırmak için aradığında cinayetten haberdar olduğunu anlattı. Cinayetten haberdar olduktan sonra Fatma Yamuç ile birlikte olay yerine gittiler. Fatma Yamuç, yolda daha birkaç gün önce çaya gittiği Büyüknohutçuların evinin neresi olduğunu sordu.

Fatma Yamuç, ifadesi alındıktan sonra tutuklanarak cezaevine kondu. Yamuç hakkında hazırlanan iddianameye göre eşi Ali’nin cinayeti işledikten sonra evin kapısını kilitlemesi panik nedeniyle mümkün değildi. Kapı kilitleme eyleminin “kadın davranış modeli” olduğunu savunan savcılık, Fatma Yamuç’un olayın gerçekleşmesi sırasında eşiyle birlikte hareket ettiğini iddia etti.

“Ali Yamuç’un eşi Fatma Yamuç da SEGBİS aracılığıyla dinlendi, kendisi cinayete yardım ve yataklıktan yargılanıyordu. Doğrudan soru bile sorulamadı kendisine”

Cinayetleri biri mi azmettirdi?

Ali Yamuç, cezaevindeyken savcılığın etkin pişmanlık teklifini kabul ederek bir ifade verdi. Yamuç, Bartu Mermer isimli firmada çalışan ve cip kullanan birinin 6 Mayıs’ta yanına geldiğini ancak bir şey konuşmadıklarını söyledi. Aynı kişinin iki gün sonra bu defa evine gelerek “Bizim ocak bunlar yüzünden kapandı. Sen bunları hallet” dediğini ve 3 bin TL verdiğini belirtti. Buna göre Yamuç, cinayetten sonra da 47 bin TL ödeme alacaktı. Yamuç’un verdiği bilgiler üzerine olayın beş gün öncesi ve beş gün sonrasına ilişkin kamera kayıtları incelendi ancak bahsettiği gibi bir cipe veya tarif ettiği görünüşte birine rastlanmadı.

Yamuç’un itirafları bununla da sınırlı kalmadı. Elmalı Cezaevi’ndeyken eşine bir mektup verdi. Mektup, Bahçeci Mermer’in sahibi Necmi Bahçeci’ye hitaben yazılmıştı. “Anlaşıp konuştuğumuz gibi 100 bin TL parayı 10 gün içerisinde eşim Fatma’ya vermezseniz cinayetlerden sizler de benim kadar sorumlu olursunuz” diyordu Yamuç mektubunda.

Bartu Mermer’i işletenler ve Ali Ulvi Büyüknohutçu birbirlerini geçmişten tanıyordu. Büyüknohutçu, 2013 ve 2014 yıllarında şirketten “çevrenin kasten kirletilmesi” ve “yakacak nitelikte emval veren ağaç kesme” suçlamasıyla şikâyetçi olmuştu. Soruşturmalar takipsizlikle sonuçlanmıştı. Bartu Mermer’in sahipleri de bunun üzerine Büyüknohutçu’dan şikayetçi olmuş, yargılama sonunda beraat kararı verilmişti. Firmanın çalışma ruhsatında ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) raporu eksik olduğu için işletmenin faaliyeti 2016 yılında durduruldu.

Ali Yamuç, Haziran ayında savcılığa bir kez daha ifade verdi ve itiraflarını yalanladı. Eşine, annesine ve başka birine yazdığı mektupta cinayeti tek başına ve eroin krizinde olduğu anda işlediğini anlattı.

Savcılık, tüm bu gelişmelere karşın azmettiren kişi ya da kişilerin olmadığını savundu. “Mermer ocağı işletmelerinin ekonomik gelirinin belirli bir seviyede olduğunu” savunan savcılık, uyuşturucu bağımlısı birine 5 bin TL karşılığında bir insanı öldürtmelerinin “hayatın olağan akışına uygun olmadığını” belirtti.

Ali Yamuç, 20 Eylül 2017’de Antalya L Tipi Kapalı Cezaevi’nde resmî kayıtlara göre genişliği 1,5 cm olan şort ipiyle kendini asarak intihar etti.

Dava cinayetten sekiz ay sonra başladı

Fatma Yamuç, “kasten öldürme” ve “birden fazla kişiye karşı gece vakti, konutta silahlı yağma” suçlamalarıyla 11 Ocak 2018’de hâkim karşısına çıktı ve soruşturma aşamasında verdiği ifadelerini aynen tekrarladı. 15 Mart 2018’de yapılan duruşmada savcı esas hakkındaki mütalaasını açıkladı. Mütalaada, kesin ve inandırıcı bir delil olmadığı gerekçesiyle Yamuç’un her iki suçtan beraatine karar verilmesi talep edildi. Savcı, Yamuç’un “suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme” suçlamasıyla cezalandırılmasını, aynı zamanda tahliye edilmesini istedi. Mahkeme, o duruşmada Yamuç’u tahliye etti. 17 Nisan 2018’de görülen üçüncü duruşmada ise Yamuç bütün suçlamalardan beraat ettirildi.

Yamuç hakkında “suç delillerini yok etme, gizleme ve değiştirme” iddiasıyla suç duyurusunda bulunulmasına hükmeden heyet, cinayetin azmettiricileri olduğu iddiasıyla ilgili de suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi. Ancak ne Yamuç’a, ne de azmettiricilere dava açıldı.

Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 4’üncü Dairesi, Büyüknohutçu ailesinin istinaf talebini reddederek, Yamuç hakkındaki beraat kararını onadı. Büyüknohutçu ailesi de Yargıtay’a temyiz dilekçesi sunarak kararın bozulmasını talep etti.

‘Sanıklar olaydan 15 gün önce yerleştirildi’

Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu’nun kızlarının avukatı Tuncay Koç, cinayetin soruşturma ve yargılama aşamasıyla ilgili Gezegen’e şu açıklamaları yaptı:

“Cep telefon kayıtları ve HTS kayıtları geriye dönük olarak ayrıntılı bir biçimde çıkarılmadı ve eşleştirilmedi. Hem intihar ettiği söylenen Ali Yamuç’un hem Ali Ulvi Büyüknohutçu’nun telefon kayıtlarının daha ciddi olarak değerlendirilmesi ve özellikle sanığın son bir ayda kimlerle görüştüğüne dair dökümün çıkarılması lâzımdı. Sadece son üç güne ait kayıtlar alınmış. Görüştüğü kişilerin kim olduğuna dair daha geçmişe yönelik araştırma yapılabilirdi. Çünkü olaydan sadece 15 gün önce yerleştirilmiş oraya Ali Yamuç.”

“Dosyaya sonradan giren bir tanık ifadesi var. Savcılık, hazırlık soruşturmasında bu kişiyi dinlememiş. Ali Yamuç’u cip kullanan bir insanla gördüğüne dair ifadesi vardı bu tanığın.

Dosyada yine Polsan Mermer’in görüntü kayıtlarında olaydan üç gün önce üç tane siyah cipin olay yerine doğru gittiği gözüküyor. Bu ciplerin kime ait olduğu ayrıntılı olarak araştırılmadı. Sadece Ali Yamuç’un beyanına göre Kia Sorento marka bir araç arandı, o da sadece iki mermer şirketinin üzerine kayıtlı mıdır diye. Oysa kamera kayıtlarında görünen araçların kime ait olduğu araştırılmalıydı. Zanlı Ali Yamuç’un yönlendirmesiyle yapıldı. Dolayısıyla hazırlık soruşturması çok eksik.”

‘Sanıklar ve tanıklar mahkemeye hiç getirilmedi’

Koç sadece soruşturma sürecinde değil, yargılamada eksiklikler olduğunu vurguluyor: “Aynı zamanda tanıklar mahkemede dinlenmedi, talimatla dinlendi, hiç duruşmaya getirilmediler. Yine Ali Yamuç’un eşi Fatma Yamuç da Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla dinlendi, kendisi cinayete yardım ve yataklıktan yargılanıyordu. Doğrudan soru bile sorulamadı kendisine.”

Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu.

Koç, tüm taleplerinin değerlendirilmeden dosyanın tekemmül ettirilip sonuca gidildiğini söylüyor. Sözlerine şöyle devam ediyor: “Oysa Fatma Yamuç’un da anlattığı hikâyeler var uyuşturucu kullandıklarına dair, kocasının kendisine olaydan önce toplam 2 bin 900 TL verdiğine dair. Ali Ulvi beyin banka hesapları da incelendi. Ne zaman para çekildiği, hesaptaki para hareketleri görünüyor. Hiç öyle büyük para hareketleri yok. Ali Yamuç, bir hikayesinde Ali Ulvi beye hırsızlık yapmak amacıyla yaklaştığını anlatıyor. Ali Yamuç’taki paranın kaynağı da ayrıntılı bir şekilde araştırılmadı. Fatma Yamuç sağlık problemlerinden, astım hastası olduğundan bahsediyor. Ama uzman bir hekimden rapor da alınmadı.”

Azmettirici iddiasına takipsizlik

Olayla ilgili bu denli soru işaretleri varken, Ali ve Fatma Yamuç’un ifadelerinden yola çıkarak soruşturma genişletilmedi. Avukatların azmettiricilerin kim olduğuna dair soruşturma yürütülmesi çabası da geçtiğimiz ay boşa çıkarıldı. Koç, azmettiricilerle ilgili durumu şöyle anlatıyor:

“Ali Yamuç’un yer gösterirken verdiği ifade ile diğer ifadeleri de çelişiyordu. Fatma Yamuç’un ailesinin de ifadeleri daha ciddi bir şekilde alınmalıydı. Cep telefonu kayıtları da geriye dönük incelenmeliydi. Mahkeme de Fatma Yamuç ile ilgili suç duyurusunda bulunulmasına ve azmettiricilerle ilgili soruşturma yürütülmesine karar verdi ancak bir adım atılmadı. Biz konuyla ilgili suç duyurusunda bulunduk. Ancak Finike Cumhuriyet Başsavcılığı geçtiğimiz ay takipsizlik kararı verdi.”

Dördüncü yılında Büyüknohutçu cinayeti ile ilgili sis perdesi hâlâ kalkmış değil. Cinayeti işleyen Ali Yamuç’un ifadelerindeki tutarsızlıklar savcılık tarafından göz ardı edilmiş. Yamuç’un intiharı birçok sorunun cevapsız kalmasına yol açmış. Dosyanın yeniden açılıp cinayetin azmettiricilerinin araştırılarak Büyüknohutçu ailesi için adaletin yerini bulması, Türkiye’nin dört bir yanında doğa savunucularının benzer tehditlere karşı korunmaları ve doğayı koruma mücadelesini sürdürebilmeleri açısından da şart.