10 Haziran 2021
Deniz sevmeyen toplumda yolculuk:
Boğaz’ın yunuslarını tanıyor muyuz?
Emrah Temizkan
Boğaz’dan vapurla geçerken hatırımızı soran yunuslar avlanma, tekne trafiği ve kirlilik tehdidi altında. Oysa yılın 12 ayı Boğaz’da yunusların yaşadığını ve sayılarının gün geçtikçe azaldığını ne kadar biliyoruz?
Boğazda bir kıtadan diğerine doğru yol aldığımız bazı günler vapurlara ve motorlara coşkuyla eşlik ederken görürüz onları. Yerden göğe kadar betonla kaplı İstanbul’da, Boğaz ve Marmara’nın kirli sularında doğal hayatın şaşırttığı ender anlardan biridir yunusların ahenkli geçidi. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nın (TÜDAV) bir projesinde “Boğazın sokak çocukları” diye nitelediği bu yunuslar ara sıra yanı başımıza gelir, hatırımızı sorup neşelerini bulaştırırlar. Sonra gözlerden kayboluverirler. Oysa bu yunusların çoğu ziyaretçi değil, belki bizden daha fazla İstanbullu, Marmaralı ya da Karadenizli. Megakent İstanbul’un suları, aslında yılın 12 ayı yunusların yaşam alanı. Ancak bilinçsiz avlanma ve Marmara denizinde “deniz salyası” olarak adlandırılan müsilajın yayılmasıyla onları bir daha göremeyebiliriz.
Peki, Türkiye’de denizsel biyolojik çeşitliliğinde önemli yeri olan yunusların varlığından ne derece haberdarız? Kimdir bütün simgelerini betondan seçen İstanbul’un bu özgür ruhlu sakinleri? Onları ne kadar tanıyoruz? Nerede doğarlar, büyürler, nerelere sığınırlar, nasıl beslenirler? Türleri neler, popülasyonları ne durumda, karşı karşıya oldukları tehditler hangileri? Onlarla ya “İstanbul Boğazı’nda yunuslar görüldü” başlıklı haberlerde ya da balıkçı ağlarına takıldıklarında karşılaşıyoruz. Oysa İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Deniz Biyolojisi Anabilim Dalı öğretim üyesi, aynı zamanda TÜDAV’ın Başkan Yardımcısı olan Doç. Dr. Arda Tonay bu tarz haberlerdeki varsayımın aksine, Türkiye’nin dört denizinde, özellikle de Boğaz’da yunusların son derece yaygın olduğunu söylüyor.
Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de birçok yunus türü tehlike altında. Bunun başlıca nedenleri deniz kirliliği ve trafiği, ses kirliliği, balık ağlarına tesadüfen takılma ve kasti öldürme. Tonay, Türkiye denizlerinde 10’un üzerinde deniz memelisi türü olduğunu söylüyor. Kimi yılın 12 ayı görülebilirken, kimi ise ‘ziyaretçi’ tabir edilen yunus ailelerinin fertleri.
Herkesin yunus diye bildiği afalinalar, dört denizimizde de yaygın olarak kıyısal bölgede yaşarlar. Parklarda esaret altında olan ya da Flipper dizisinde gördüğümüz tür olarak anlatabiliriz
“Yunuslar ve balinaları, ‘yunuslar ve balinalar’ olarak ikiye ayırmıyoruz. ‘Dişliler ve dişsizler’ olarak ikiye ayırırız,” diye anlatıyor Tonay. Karadeniz’de afalina, mutur ve tırtak olmak üzere üç tür yaşadığını söylüyor. Üçünün görünüşü de tabiatı da birbirinden farklı: “Herkesin aslında yunus diye bildiği ‘afalina’ dediğimiz tür, dört denizimizde de yaygın olarak kıyısal bölgede yaşar. Parklarda esaret altında olan ya da Flipper dizisinde gördüğümüz tür olarak anlatabiliriz.” Meğer bir dönemin ünlü dizisinin cana yakın yunusları kıtalar ötesinde değil, hemen yanımızda yaşıyormuş.
“Tırtak ise açık deniz yunusu dediğimiz tür,” diye devam ediyor Tonay. “Büyük sürü oluşturabilen, bütün denizlerimizde yaşayan bir tür. Karakteristik olarak sırt yüzgecinin altında ‘V’ harfi biçiminde bir renklenmesi, kafaya doğru ise sarımtrak bir renklenmesi olan çok zarif yunuslar.”
Afalina ve tırtakın aksine, muturun yaşam alanı sınırlı. Mutur, Karadeniz ve İstanbul Boğazı’nın gerçek sakinlerinden. Ancak Tonay, muturların daha çekingen olduğundan nadiren karşımıza çıktığını söylüyor: “ Mutur, Karadeniz’de maksimum boyu 140-150 santimetre olan, burunsuz, teknelerle birlikte yol almayan ve kendini göstermeyi sevmeyen bir tür. Sırt yüzgeci de ufak bir üçgen şeklinde, insanların ‘yavru yunus’ dediği bir tür. Daha çok Karadeniz’de rastlanır, Marmara’da nadir görülür, Kuzey Ege’de çok nadir olarak gözlenir.”
En büyük iki tehdit: Sürat tekneleri ve bilinçsiz avlanma
Yunuslar zekâları sayesinde İstanbul’un bitmek bilmeyen deniz trafiğine dahi belirli ölçüde uyum sağlasalar da, onları koruyacak önlemlerin alınmadığı bir iklimde sürekli tehdit altındalar. “Yunuslar sabit hızda ve rotada ilerleyen tanker trafiğinden beklenenden daha az etkileniyor. Çok akıllı hayvanlar ve o trafiği kontrol edebiliyorlar,” diyor Tonay. Ancak ekliyor: “Genelde hızlı yön ve süratini değiştiren teknelerle ilgili sorun yaşıyorlar. Sürat motorları mesela. Dolayısıyla sırt yüzgeci pervaneden dolayı kesilmiş yunuslar görebiliyorsunuz.”
Peki, balıkçılık? Nitekim İstanbul’da 23 Şubat-3 Mart arasında toplam altı yetişkin yunus ölmüş halde sahilde bulunmuştu. Karaköy, Vaniköy ve Kuleli’de sahilde bulunan tırtak türü yunusların ölüm nedeni, balıkçılık ağlarında boğulma olarak açıklandı.
Dip uzatma ağlarıyla yapılan balıkçılık nedeniyle muturların binlercesi her yıl ölüyor. Sadece Batı Karadeniz’de üç bin civarı ölümden bahsedebiliriz
Tonay, balıkçılığın yunuslar için neden büyük bir tehdit olduğunu şu şekilde anlatıyor: “Mutur, ağları kolay fark edemiyor. Ağları dört ya da beş metrede fark edebiliyor. Afalinalar mesela, kıyısal bir tür olmasına rağmen 30 metreden ağı fark edebiliyor. Dip uzatma ağlarıyla yapılan balıkçılık, çok ekonomik bir balık olan Kalkan için yapılır. Bu tür dip uzatma ağlarıyla yapılan balıkçılık nedeniyle muturların binlercesi her yıl ölüyor. Sadece Batı Karadeniz’de üç bin civarı hayvan ölümünden bahsedebiliriz.” Tonay araştırmaların devam ettiğini, bu sayının daha yüksek olabileceğini sözlerine ekliyor.
Ayrıca aşırı avlanma da denizdeki balık sayısının azalmasına yol açtığından ötürü dolaylı olarak yunusları etkiliyor. “Balık miktarında bir azalma olunca yunusla balıkçı karşı karşıya gelebiliyor. Balıkçılar yunusların çok arttığını söylüyor. Şikayetçi olduğu tür aslında Afalina. Fırsatçı bir türdür ve balık azaldığı için balıkçının kurduğu ağdaki balığı yemeye gelir. Bu çok doğal,” diyor Tonay. Ancak sorun Boğaz’da balık sayısının azalmasından sonra baş göstermiş: “Bundan 30-40 yıl önce böyle bir sorun yoktu. Balığı azaltan biziz, bunun suçunu yunusa bulamayız. Tek seferde 20 ton tutabilen takımları olan balıkçı, yunusun midesindeki balığa niye gözünü dikiyor?” .
Tonay’ın anlattıklarına, “Yunus Balıkları Trabzon’u Tehdit Ediyor” başlıklı haber örnek teşkil edebilir. “Yunus popülasyonunun normalin çok üzerine çıktığı için balıkçılığı tehdit etmeye başladığı” iddia edilen haberde yunusların suçlu gösterilmesi bir yana, deniz memelisi olan yunuslara “balık” denme gafletinde de bulunuluyor.
Tonay, bu yorumlar karşısında şu hatırlatmada bulunuyor: “Yunuslar genelde kendi ağırlığının yüzde 2’sine denk gelen bir miktarla beslenir. Bu türden türe göre değişir. Balık bulamayıp acıkınca agresifleşiyorlar. Ağda tahribat yaratabiliyorlar. Fakat bunun suçlusu Afalinalar değil…”
Yunus parkları için bakanlık ‘izinli’ avcılık
Ayrıca, yasaklara rağmen yunus avcılığı da devam ediyor. Türkiye dışında Karadeniz’deki ülkelerin 1966’da yunus avcılığını yasakladığını anlatan Tonay’ın verdiği bilgiye göre 20. yüzyılda Karadeniz’de dört ila beş milyon yunus avlandığı düşünülüyor.
TÜDAV verilerine göre, 2003-2016 yılları arasında sadece Batı Karadeniz’de ölü ve canlı olarak karada ölü bulunan yunusların sayısı 1243. Türkiye’de yunus avcılığına getirilen yasak, taraf olunan uluslararası sözleşmelere göre 1983’te başladı.
Hükümetin tutumu hayvan ve doğa haklarını “turizm geliri ve istihdam alanı” gibi ekonomik çıkar temelli söylemlerin merkezine oturtarak istismar ve ihlalleri, toplumun bazı kesimlerince kabul edilebilir gerekçelere büründürmek
Yunuslara Özgürlük Platformu sözcüsü Öykü Yağcı, günümüzde Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yunusların avlanması konusundaki tutumunu “Bakanlığın bu konuda hassasiyeti yok; aksine desteği ve usulsüzlükleri var,” şeklinde değerlendiriyor. Yağcı’ya göre bakanlığın gözünde ekonomik çıkarlar hayvan haklarından daha büyük bir öncelik: “2000’li yılların ortalarında yaptıklarıyla bugün yaptıkları aynı: Hayvan ve doğa haklarını ‘turizm geliri ve istihdam alanı’ gibi ekonomik çıkar temelli söylemlerin merkezine oturtarak istismar ve ihlalleri, toplumun bazı kesimlerince kabul edilebilir gerekçelere büründürmek.”
Yağcı, 2006 ve 2007’de yunus gösteri ve terapi merkezleri için Tarım Bakanlığı’nın “izni” ile 23 yunus alıkonulduğunda Türkiye’nin Bern Sözleşmesi’ni çiğnediği için uyarı aldığını hatırlatıyor. Ayrıca, Kaş Yunus Parkı’ndaki yunuslar için verilen mücadelede ise bakanlık, yunusların gümrükten geçirilmesi için göz göre göre usulsüz yapıldığını da anlatıyor. Hatta usulsüzlük herkese açık ve kayıt altına alınmış bir toplantıda aktarılmış: “Bakanlık, tesisle ticari bağlantısı olan ve bakanlıkla ilişkilere sahip yunusların ‘sahibi’, bakanlık yetkililerinin gümrükte bir mal ithal edilmiş gibi bekleyen kocaman deniz memelilerini ‘akvaryum balığı/yunus’ olarak kaydederek ülke içine soktuklarını söyledi.”
Meclis’te neler oluyor?
Uzun bir süredir Meclis gündeminde olan Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılması planlanan değişiklikler arasında yunus parklarının yasaklanıp kapatılması yer almıyor. Oysa 2019’un Ekim ayında Meclis Başkanlığı’na sunulan ve beş partinin ortak tavsiye kararlarını içeren Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu raporunda, yunus parklarının yasaklanması ve mevcut merkezlerin en fazla iki yıl içinde kapatılması görüşü sunulmuştu.
Komisyonda yer alan Yağcı, aralarında iktidar partisinin vekilleri de olmak üzere pek çok vekilin “Bu kadar ihlal olduğunu bilmiyorduk, kesinlikle kapatılmalı” dediğini anlatıyor. “Şimdi ise, hangi hak ve gerekçeyle bilmiyoruz ama AKP siyasi iradeyi ve sivil ortak aklı alenen yok sayarak, hayvanlar üzerinden para kazanan diğer endüstriler için yaptıkları gibi yunus parkı sahiplerinin istediği, bu işkence merkezlerini yasallaştıracak ve standartlara oturtacak ‘özel düzenlemeyi’ çıkarmaya çalışıyor,” diyor Yağcı. İşletmecilerin taleplerini karşılamak için iktidar kollarını sıvamış bile: “Bunun için Tarım Bakanlığı Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü ile bir çalışma yaptırıldığına dair duyumlar aldık; AB’deki yunus parkı standartlarını araştırdıklarını, düzenlemeye bunları sokmaya çalıştıklarını öğrendik. Yıllardır hayvanlar için talep edilen deniz içi rehabilitasyon ve koruma alanlarına, asıl bunun için gerekli araştırma ve fizibilite çalışmasına odaklanmak yok elbette. Bu, eziyet devam etsin, ticari çıkarlarımız korunsun demek.”
İthal edilen hayvanlarla yunus parkı sahiplerinin milletvekillerine beyan ettiği rakamlar tutmuyor. Bu da çok sayıda yunusun kısa sürede öldüğünü kanıtlıyor
Yağcı ayrıca, 11 Mart 2021’de düzenlenen bir komisyon toplantısında, yunus parkları yasaklansa bile mevcut tesislerdeki hayvanlar ‘ölene kadar’ bu yerlerin açık kalacağının kendilerine söylendiğini aktarıyor. “Bu, tesisleri bir şekilde açık tutmanın, kapatmamak için bahane üretmenin göstermelik bir gerekçesi. Çünkü eski çalışanlarca yapılan ihbarlardan ve karşılaştırdığımız CITES ithalat belgelerinden biliyoruz ki, ulusal ve uluslararası düzeyde yasak olmasına rağmen, ölen yunusların yerine yenilerini Türkiye sularından yakalayıp aynı yunusmuş gibi tesislere gizlice sokuyorlar,” diye altını çiziyor Yağcı.
Göz yumulan, hatta teşvik edilen bu uygulamalar birçok yunusun alıkonmasına ve öldürülmesine sebep oluyor: “Kendi çabalarımızla elde ettiğimiz veriler bize şunu söylüyor: İthal edilen hayvanlarla yunus parkı sahiplerinin milletvekillerine beyan ettiği rakamlar tutmuyor. Bu da çok sayıda yunusun kısa sürede öldüğünü kanıtlıyor. Aynı zamanda eski yunus parkı çalışanlarının bize sosyal medya hesaplarımızdan yaptıkları gizli bildirimler, ‘kaçak yunus yakalatacaklar’, ‘tüm yetkililerle içli dışlılar’ ve ‘çaktırmadan yunusları tesise koyacaklar’ cümleleri ve benzer mesajlarla dolu.” Bu belgeleri ve gizli bildirimleri AKP’li vekillerle paylaştıklarını aktaran Yağcı, endişelerini aktardıklarında Tarım Komisyonu’nun başkanı AKP’li Yunus Kılıç’ın sesini yükselterek “Devlete güvenmiyor musunuz?” dediğini anlatıyor.
Yunuslar nasıl korunabilir?
Boğaz’da ve Türkiye kıyılarında yaşayan yunusların tekneler ve balıkçılar tarafından öldürülmemesi için ne tür önlemler alınmalı? Arda Tonay’a göre birinci öncelik, aşırı avlanma ve kirlilikle mücadele etmek. “Başlıca sebep tesadüfi ağa yakalanma vakaları. Bunun dışında aşırı balıkçılıktan dolayı yaşanan besin kıtlığı sorunu var ve bizim yarattığımız kirlilikten dolayı bu hayvanların bağışıklık sistemi çöküyor,” diyen Tonay bu durumun hastalıklar nedeniyle toplu ölümlere davetiye çıkardığının da altını çiziyor.
Balıkçılarla yolu görece az kesişen ve açık deniz yunusu olan tırtakların ise giderek daha fazla gırgır ağında boğuldukları gözlemleniyor. Bazen balıkçılar yunusları kurtarmaya çalışsa da, ihmaller nedeniyle çok sayıda tırtak ölüyor. “Nedeni umursamamazlık olabilir. Gırgır ağı bir çevirme ağıdır. Temelde tekne balığı görür ve etrafını çevirir. Yunuslar da oradan beslenirken bir çevirme varsa, bu bir kasıttır. Balık bolken balıkçı belki de ‘o balık yunusun hakkı, bunu çevirmiyorum’ diyordu. Acaba şimdi çeviriyor mu? Öyle bir kasıt olabilir,” diyor Tonay, ancak yunusların balıkçı ağı dökerken ağın içine girebileceğini veya yunuslar derindeyse balıkçıların farkında olmadan bu ağları çevirebileceğini söylüyor.
Afalina, mutur ve tırtaklarla bir megakenti çevreleyen iki denizi paylaşıyoruz. Ama Boğaz ve Marmara sularının tankerlerin, sanayicilerin, 20 milyonu aşkın bir nüfusun ve balıkçıların insafına bırakıldığı bir ortamda en az söz hakkı yunusların. Onları daha iyi tanımamız, doğal yaşam alanlarında yaşadığımıza dair farkındalığımızı artırmak, onları ziyaretçi olarak görmeye son vermek, var olabilme haklarını daha iyi korumayı sağlayabilir. Aksi takdirde, yanımıza uğrayıp selamlarını ileten yunusların oyunbazlıklarını özleyebiliriz.