6 Haziran 2022
Buğday krizi: Neden başladı, nereye gidecek?
Fırat FıstıkRusya-Ukrayna savaşının etkisiyle tüm dünyada buğday krizi yaşanıyor. Ancak Türkiye için krizin temel sebebi savaştan çok, buğday ekim alanlarının yüzde 30 kadar daraltılması, maliyeti karşılamayan fiyatlar ve ithalata dayalı bir tarım politikası
Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) göre Türkiye’deki buğday üretimi 2020 yılında 20.5 milyon ton olurken, 2021 yılında kuraklığın etkisiyle yüzde 13,9 azalarak 17,7 milyon tona geriledi. Bu yıl üretimin 19 milyon ton civarında olması bekleniyor.
Nüfus sürekli artarken üretimin 20 milyon ton düzeyini geçememesi buğday alımında ithalata mecbur bırakıyor. 2019-2020 döneminde buğday ithalatı 10,79 milyon tonu bulurken, ihracat 7,53 milyon tonda kalmıştı. Türkiye, dünya genelinde ithalatta Endonezya ve Mısır’dan sonra üçüncü sırada yer alıyor. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı sonuçlar dünya gibi Türkiye’yi de olumsuz etkiliyor. Nitekim Amerika Tarım Bakanlığı’nın (USDA) verilerine göre Rusya buğday üretiminde yüzde 19,1 ile tüm dünyada en büyük paya sahip ülke, Ukrayna ise yüzde 8,4’lük payla AB’yi (yüzde 14,7), ABD’yi (yüzde 13,4), Kanada’yı (yüzde 13,1) ve Avustralya’yı (yüzde 11,8) izliyor.
Türkiye buğday ithalatının yüzde 78’ini Rusya ve Ukrayna’dan karşılıyor. Buğday fiyatları, Ukrayna’nın işgali sonrası kilo başına 9,34 dolarlık fiyatla Ağustos 2012’den bu yana en yüksek seviyeyi gördü. Hindistan’ın buğday ihracatını yasaklaması da fiyatları arttıran bir diğer etken.
“Türkiye yakın zamanda aldığı buğdayda ton başına 2 bin 030 TL’yi sübvanse etti. Hazine zarar etti”
Tarım yazarı ve çiftçi Abdullah Aysu, buğday krizinin temel sebebinin Rusya-Ukrayna savaşı olduğuna katılmadığını belirtiyor. “Savaşın buğday krizine etkisi olmuştur ve olacaktır. Eğer siz son 30 yılda buğday ekim alanlarını yüzde 30 civarında daraltmış, 9,6 milyon hektardan 6,7 milyon hektara geriletmişseniz bunun nedenini savaşa yıkmak, sorumluluğunuzu başkalarının üzerine atmaktır” diyor Aysu. “Yani Türkiye savaş öncesinde buğday ihracatçısı, sonrasında buğday ithalatçısı olmadı ki, sorun üretememekte.” Aysu, buğday krizinin temel sebebinin mevcut tarım politikaları olduğunu vurguluyor. “Yanlış tarım politikalarındaki ısrarın doğurduğu ithalat bağımlılığı ve ithalat şirketlerinin politik ve ekonomik belirleyiciliği çiftçileri 2,9 milyon hektar alanda buğday ekimi yapmaktan vazgeçirdi. Dışa muhtaç kıldı. Önemli olan hükümetin ülkeyi buğday krizine yakalatmayacak tarzda üretime yön vermesi, tarımı yönetme becerisini göstermesidir. Eksiklik dışarıda değil, içerdedir. Tarımı doğru yönetememektedir.”
Şu anda Türkiye’de hem buğday krizi hem de ekmek krizi yaşandığını söylüyor Aysu. Devlet desteği nedeniyle kriz şimdilik fiyatlara tam olarak yansımıyor. “Türkiye yakın zamanda aldığı buğdayda ton başına 2 bin 030 TL’yi sübvanse etti. Hazine zarar etti. Dışarıdan tonunu 4 bin 680 TL’ye aldığı buğdayı 4 bin 680 TL’den fırıncıya, un fabrikalarına vermiş olsaydı, ekmek şimdi kaç TL’den satılıyor olacaktı?” diye ekliyor.
Peki, buğday krizine karşı ne yapılmalı? Aysu’ya göre öncelikle fiyatların çiftçilere gelir sağlayabilecek bir düzeyde olması gerekiyor. “Buğday fiyatına, maliyet artı yüzde 25 kazanç artı insanca yaşam payı eklenmeli. Açıklanan fiyat üzerinde Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) ürün alımı yapmalı, piyasayı düzenlemeli.” Yapılması gerekenler sadece bununla sınırlı değil. Günümüzün iklim şartlarında tarım politikalarının uzun vadeli sürdürebilirlik bilinciyle oluşturulması şart. “İklim krizini besleyen politikalar terk edilmeli, ayrıca kuraklığa dayanıklı olacak ve yüksek verim elde etmeye yönelik buğday ıslahına ivedilikle geçilmeli. Üretim girdisi ve alım piyasasını düzenleyecek kamu kurumları kurulmalı. Sulama yatırımları yapılmalı. Boş araziler ekilmeli.” Aysu tüm bunların gerçekleşmesi için ise özetle, çiftçilerin borçlarının silinmesinin, sertifikasız tohuma destek verilmesinin, tarımsal girdilerde ÖTV-KDV vergilerinin kaldırılmasının ve çiftçilerden elektrik bedeli alınmamasının gerektiğini belirtiyor.
“TUİK daha düşük açıklıyor”
Aysu, piyasayı yeniden düzenlemenin çiftçilerin üretimini arttırmak için kilit bir rol oynayacağını vurguluyor. Peki, TÜİK’in kamuoyuyla paylaştığı fiyatlar ve zamlar gerçeği yansıtıyor mu? TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez’e göre hayır. Suiçmez, TÜİK’in belirlediği girdi maliyetlerinin var olandan daha düşük olduğuna dikkat çekiyor ve şu örneği veriyor: “Gübre fiyatları son bir yılda ortalama yüzde 340 artmışken TÜİK’e göre bu artış yüzde 138, son açıklamada ise yüzde 228. Bu oranlar baz alınarak yapılan hesaplamalar, taban alım fiyatının düşük çıkmasına yol açacak.”
“Ülkemiz üretimi arttırma planlamaları yapmak yerine ithalat ile piyasayı regüle etme anlayışından vazgeçmiyor”
“Maliyetleri düşürüp yeterli ve zamanında destekle üreticiyi sübvanse etmek çiftçinin başlıca beklentisi ve kamu yararı sağlamanın temel gereği” diyor Suiçmez. Tıpkı Aysu gibi, Suiçmez de çözümün çiftçin buğday üreterek yaşanabilir bir gelirler elde etmelerini sağlamaktan geçtiğini söylüyor. “Yeterliliğin sağlanması, buğday üretim alanlarının ve üretim miktarlarının azalmaması ve TMO’nun stoklarını yerli üretimle karşılaması için TÜİK verilerine göre değil, gerçek maliyetlerle hesaplamalar yapması gerekiyor. Kilogram başına 6TL’nin üstünde olduğu net olan maliyete çiftçi kârı ve refah payı da eklenerek kuru ve sulu koşullarda taban alım fiyatı açıklanmalıdır” diyor Suiçmez. Ayrıca çiftçiye alım garantisi verilmesi gerektiğinin, iç ve dış piyasalardaki fiyatlara göre taban alım fiyatının ise haftalık olarak güncellemesine ihtiyaç duyulduğunun da altını çiziyor.
Ziraat mühendisi Deniz Karacan da uygulanan politikalarla buğday üreticisinin üretimden uzaklaştırıldığını vurguluyor. Üretimden kopuşu hızlandıran nedenleri şöyle sıralıyor Karacan: “Buğday üreticilerinin yaşadığı girdi maliyetlerinin fahiş artışı, üretim sürecinde artan gübre fiyatları nedeniyle gübresiz ekim, satın alma garantisi olmaması, üreticinin piyasada korumasız ve örgütsüz olması, üretimi finanse edecek gücü olmaması ve yüksek finansman maliyetleri, hasat öncesi yapılan ve üretici fiyatlarını baskılayan gümrük vergisi sıfırlanmış ithalatlar…”
Karacan ayrıca dünyada buğday üreten birçok ülkenin iklim krizinin etkilerine, savaşlara ve ekonomik koşullara karşı önlem paketleri uyguladığını söylüyor. Buna karşın Türkiye daha henüz bu konuda somut bir adım atmış değil. “Buğday üretebilme potansiyeline sahip ülkemiz üretimi arttırma planlamaları yapmak yerine ithalat ile piyasayı regüle etme anlayışından vazgeçmiyor” diyor Karacan. “Bu uygulamalar sürdüğü sürece ekmek ve diğer temel tarım ürünlerinde artış devam edecektir.”
“İthalata gerekçeler üretmek, hâkim anlayışın tarımsal üretimi arttırmak olmadığını gösteriyor”
Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu üyesi Murat Kapıkıran’ın önerisi ise üreticilerinin önünü görmesini sağlayacak planlı tarımsal üretim. “Buğday tarımını terk etmiş tecrübeli üreticilerin tekrar kazanılması için öncelikle 8 TL’nin altında olmamak kaydı ile taban alım fiyatı hasat öncesi açıklanmalı ve diğer temel tarımsal ürünler için de en az üç yıllık üreticiyi teşvik edecek destekleme tutarları belirlenmelidir” diyor.
Kapıkıran, buğday ithalatına gerekçe olarak gösterilen “un-makarna sanayi ithal edip, işleyip, ihraç ediyor” söyleminin de kendi içinde problemli olduğunu belirtiyor. “Buğday üreticisi 2,3 milyon hektar araziyi ekmekten vazgeçmişken bu üreticileri, makarnalık buğday ekmeye teşvik edecek düzenlemeler yapmak yerine ithalata gerekçeler üretmek, hâkim anlayışın tarımsal üretimi arttırmak olmadığını gösteriyor. Un-makarna sanayisinin ihtiyacı olan buğday da ülkemizde üretilebilir” diyor. Yani ithalat, hükümetin uyguladığı tüm bu politikalarda geçici bir telafi yönteminden ziyade, temel bir unsur, bir amaç gibi görünüyor. Kapıkıran sil baştan bir tarım politikası oluşturulması için de çağrı yapıyor: “Tüm bileşenlerin katılımıyla bilim ve tekniğe dayalı tarımsal üretim seferberliği oluşturulup kısa orta ve uzun vadeli tarımsal üretim planlaması hemen yapılmalıdır.”