3 Temmuz 2022
#BüyüknohutçuCinayeti:
Karaçamı soldurmak
Tansu Pişkin
Büyüknohutçu Cinayeti belgeseli, doğa dostu bir çiftin karaçam ve sedir ağaçlarını maden şirketlerinden korurken yaşadıklarını ve cinayetlerini aydınlatmak için beş yıldır verilen hukuk mücadelesini anlatıyor
İstiklâl Caddesi’ndeki Beyoğlu Sineması’ndayım. Dışarıda gazetecilerden, politikacılardan, çevre aktivistlerinden oluşan bir grup toplanmış, gösterimin başlamasını bekliyor. Tanıdığım birkaç kişiye selam verdikten sonra, sinemanın içine doğru yöneliyorum. Merdivenlerden salonun olduğu alt kata inince gelenleri iki yuvarlak masa üzerinde #BüyüknohutçuCinayeti yazan stickerlar ve küçük bir kese içerisinde tohumlar karşılıyor.
Keseye iliştirilen kâğıtta, içindekinin karaçam tohumu olduğu yazılmış. Tohumları nasıl yetiştirmeniz gerektiğine dair bilgiler de verilmiş. Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu’nun Antalya’nın Finike ilçesinde, mermer ocakları onları yok etmesin diye bütün tehditlere rağmen kesilmelerine engel olmaya çalıştıkları karaçam ağaçlarının tohumu…
Slot Medya yapımı Büyüknohutçu Cinayeti belgeseli 9 Mayıs 2017’de öldürülen doğa savunucuları Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu’nun cinayetini ve ardından geçen beş yıllık sürede sorumluların cezalandırılması için verilen hukuk mücadelesini anlatıyor. İnsanlar yavaş yavaş ilk gösterim için sinema salonuna yerleşirken onları çiftin en büyük kızları Emine Büyüknohutçu karşılıyor. Yıllardır anne ve babasının ölümünün aydınlatılması için mücadele veren Emine Büyüknohutçu, gösterimden dolayı heyecanlı ama metin duruşunu koruyor.
Bütün koltuklar dolmaya başlıyor. Yanımda Büyüknohutçu çiftinin bir diğer kızı Elif oturuyor. Ablası Emine de Elif’in diğer yanında. Cinayet gecesi cenazelerin evden çıkarılma görüntüleriyle açılıyor perde, arka fonda anlatıcı olarak Emine Büyüknohutçu’nun sesi var. Belgesel, ilk günden başlayarak yaşananları bir de onun gözünden izletiyor bize. O ilk an… Telefonların çok iyi çekmediği bir köyde, mermer ocaklarına karşı verdikleri mücadele nedeniyle tehditler alan anne ve babalarına ulaşamayan çocuklarının endişe dolu o ilk anına tanık oluyoruz.
Emine, 40 dakikalık belgesel boyunca gerçek hayattakinin aksine, savcı titizliğiyle cinayeti soruşturuyor. Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu’nun dostları ve komşuları, mücadelelerini topluma duyuran gazeteciler, avukatları Tuncay Koç ve cinayeti işleyen Ali Yamuç’un ailesi eşlik ediyor ona. Ki benim için belgeselin en şaşırtıcı kısmı burası. Emine’yi, Tuncay Koç ile görüştükten sonra bir evin kapısında bir kadına sarılırken görüyoruz. Yanlarında başka bir kadın daha var. Sarıldığı kadın, cezaevinde intihar ettiği iddia edilen Ali Yamuç’un annesi, onları evin içine alan da teyzesi.
Acının hiyerarşisi olmaz. Burası işte tam o nokta. Bir yanda jandarmanın keşif sırasında sorduğu “Sen mi yaptın bak? Emin misin?” sorusuna duraksayarak cevap veren, cezaevinden yazdığı mektuplarda da “Elimi kana bulamadım” diyen, ama ardından teyzesinin evde sakladığı eşofmanının ipiyle her nasıl olduysa kendini astığı iddia edilen bir evlat; diğer yanda karaçam ve sedir ağaçlarının kurtulmasından, yaşadıkları dünyanın iyiliğinden başka istekleri olmayan ve tam da bu yüzden canlarından olan bir anne ve baba…
“Bu belgesel umarım hepimiz için, öncelikle bu dava ve onun devamındaki cezasızlığın son bulması için iyi bir sıçrayış olur”
Karşılıklı oturdukları koltuklarda heybelerinde taşıdıkları yükleri döküyorlar birbirlerine. Annenin verdiği dilekçeler, Yamuç’un yolladığı mektuplar, olaydaki çelişkiler… Hepsi bu kısacık anda ortaya saçılıp farklı kapıların aralanmasını sağlıyor. Ama acı bir gerçeği de aklınızdan çıkaramıyorsunuz: Ali Yamuç’un şüpheli ölümünün ardından Büyüknohutçu çiftinin cinayeti ile ilgili açılan dava düştü. Eşi Fatma Yamuç ise yargılandığı Elmalı Ağır Ceza Mahkemesi’nde “cinayete yardım etmek” suçundan beraat etti. Azmettiriciler hakkında herhangi bir işlem yapılamadı ve böylelikle cinayetlerin üstü örtüldü.
Bu sahnenin tam ardından Büyüknohutçu’ların avukatı Tuncay Koç giriyor söze. Soruşturma ve kovuşturma sürecini anlatan Koç, doğrudan söylemese de etkin bir soruşturma sürecinin yürütülmediğini, delillerin ve tanıklıkların karartıldığını, ve yargının da bu dosyanın bir an evvel kapatılması için var gücüyle çalıştığını satır aralarında duyabiliyorsunuz.
Belgesel bittiğinde salonda alkışlar başlıyor. Elif başını ablası Emine’nin omzuna yaslıyor. Emine, kardeşinin saçlarını okşayarak “Bir şey yok” diyor. Kafasını kaldırdığında kısa bir sohbet geçiyor aramızda:
“İyi misin,” diye soruyorum.
“Sindirmeye çalışıyorum.”
“Bu belgesel ve kalabalık, verilen mücadele iyi geliyor mu?”
“Bir amaç veriyor. Hayatta tutuyor aslında.”
Bu sırada belgeselin yapımcıları Murat Sercan Subaşı ve Ümit Oktay Aymelek, yönetmen Mail Murad, Emine ve Tuncay Koç seyircilerin sorularını yanıtlamak için salondaki beyaz perdenin önüne geliyor. Avukat Koç, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ve cinayetinin üstünün örtülmek istendiği gerekçeleriyle dosyayı Anayasa Mahkemesi’ne taşıdıklarını ve sürecin halen devam ettiğini söylüyor.
Son sözü alan Emine “Bu kadar kalabalığı bir de cenazede görmüştüm” sözleriyle hem kendi hem de anne ve babası adına teşekkür ediyor: “Bu bir son değil. Noktayı koymuyoruz. Bu belgesel umarım hepimiz için, öncelikle bu dava ve onun devamındaki cezasızlığın son bulması için iyi bir sıçrayış olur.”
Sadece soruları yok izleyicilerin. Aralarında sözünü söylemek isteyenler de var. Kuzey Ormanları Savunması’ndan Onur, güçlü bir konuşmayla Büyüknohutçu cinayetinin aydınlatılmasının tüm toplum açısından önemine işaret ediyor: “Ekolojik gelecek bu dünyanın yaşam kavgasıdır. İklim meselesi dünyanın var olma kavgasıdır. Büyüknohutçu cinayetinin arkasındaki matematiğin, siyasetin, adını ne koyarsanız koyun, yaşadığımız karanlığın bir parçası olduğunu hatırlayın, bilin ve Büyüknohutçu cinayetini unutmayın.”
Bu kısa konuşmalar ve soru-cevapların ardından salon yavaş yavaş dağılmaya başlıyor. Benim ise belgeseli izlerken aklıma bir soru takılmıştı. Büyüknohutçu çiftinin evinin kapısında büyükçe bir köpekleri var. Jandarmanın Yamuç ile olay yerinde keşif yaptığı sırada Büyüknohutçu’ların birkaç komşusu köpeğin o sırada nasıl sessiz kaldığını anlamadıklarını söylüyordu. Çünkü jandarmaya anlattığına göre Yamuç evin bahçesine dikenli telleri tırmanarak ulaşmış. O sırada köpek Yamuç’a saldırmamış. Köylüler köpeğin sesini hiç duymamış bile.
İlaçla uyuşturulmuş olabileceği belgeselde bir ara konuşuluyor. Ancak akıbeti belirsiz. İnsanlar salondan çıkmadan önce Emine ile sohbet ederken ben de belgeselin yapımcılarından Murat Sercan Subaşı’ndan köpeğin şimdi ne yaptığını öğrenmeye çalışıyorum. “Cinayetten çok kısa bir süre sonra kanser olup öldü” diyor.
“Büyüknohutçu cinayetinin arkasındaki matematiğin, siyasetin, adını ne koyarsanız koyun, yaşadığımız karanlığın bir parçası olduğunu hatırlayın, bilin”
Emine’nin etrafındaki kalabalık biraz azalınca salondan beraber çıkmak üzere yanına gidiyorum. Soru-cevap kısmında gözlerinin dolduğunu fark eder gibiyim. “Çok güçlü görünüyorsun” diyorum. “Birinin güçlü olup bu işlerin üstesinden gelmesi gerekiyordu” diyor Emine.
Zamanın bazı acılara merhem olmadığı hepimizin malûmu. Fakat hayatı bizim için her gün daha da zorlaştıran bir adalet mücadelesinin içine düşmek yas tutmamıza bile müsaade etmiyor. Adaletin yerini bulması, gerçeklerin ortaya çıkması için öfke ve kararlılıkla karışık büyük bir güç doğuyor içimizde. Emine’nin gücünün kaynağı da bu. Anne ve babalarını kaybetmelerinin ardından bile aldıkları tehdit telefonlarına aldırmadan kardeşlerine kol kanat geren bir ablanın, adalet isteyen bir evladın gücü ondaki.
Dilerim, mermer ocaklarının yerine karaçamların, şirketlerin yerine canlıların yaşamının yüceltildiği günleri hepimiz görürüz. Emine’nin söylediği gibi, bu belgesel bugün Büyüknohutçu’ların haklı mücadelelerinin kazandığı, adaletin yerini bulması için onca çaba harcamanın gerekmediği ve sedir ağaçlarının gölgesinde kayıplarımızın yasını tutabildiğimiz bir gelecek ısrarını da taşıyor.