15 Kasım 2021
COP26’nın ardından:
Somutlaşmayan taahhütlerin zirvesi
Sezin Öney
Bir iklim konferansı daha hükümetlerin iklim kriziyle mücadele kararlılığına gölge düşürdü. COP26’da kömürden çıkış, orman kıyımına son ve gelişmekte olan ülkelere destek konularında bolca taahhütler verildi, ancak somut bir kazanım yok
COP26, sadece bir “halkla ilişkiler zirvesi” miydi? Greta Thunberg’in ifadesi ile, COP26’nın tek başarısı “tam bir başarsızlık olduğunun kabul edilmesi” mi olabilir? Uzatmalardan sonra sona erdiğinde de, Thunberg’in deyişiyle, “Yeşil Aklama” (greenwashing) silsilesi mi başlayacak? Yani, COP26’nın “ne kadar başarılı” olduğunu konuşarak, beyaz yalanlarla kendi kendimizi teselli mi edeceğiz?
COP26 Başkanı Alok Sharma’nın kapanıştaki gözyaşları aslında herşeyi açıklıyordu. Maalesef, başta ortaya konan hedeflere ulaşılamadı. 12 Kasım Cuma günü bitmesi beklenen zirvenin uzatmalara gitmesi de “son dakika golünü” getiremedi.
Toplantının sonuç belgesi Glasgow İklim Paktı’nda, kömür kullanımının “azaltılması” için taahhütte bulunuldu. Ancak, COP26 başlarken Sharma, Glasgow’un “kömürün bittiği yer” olmasını istediğini ifade etmişti. Bu hedef gerçekleşmiş değil.
Paktın öngördüğü, ülkelerin “azaltılmamış kömür enerjisi ve verimsiz fosil yakıt sübvansiyonlarını aşamalı olarak azaltmaları” kararı elbette “devrimci” olmaktan çok uzak. Çin ve Hindistan’ın itirazları, daha kapsamlı bir karar alınmasını engelledi. Hindistan, gelişmekte olan ülkelerin önünde “fakirlikle mücadele ve kalkınma gibi konular varken”, kömür kullanımını bırakmalarının çok zor olduğunu öne sürdü. Gelişmekte olan ülkelerle, zengin ve gelişmiş olanların ortak taahhütlere varabilmeleri, zaten bana kalırsa COP26’daki en büyük mesele idi.
COP26’nın elde edilen her “başarısının” sonuna bir soru işareti koymadan edemiyoruz. Asıl mesele de bu işte
Bir yandan bakıldığında COP26, şimdiye kadarki iklim zirvelerine nazaran en çok taahhüdün yapıldığı küresel buluşma. Örneğin, 40 ülkenin, kömür kullanımının kademeli olarak sona erdireceklerine “söz vermesi”, başlı başına büyük bir ilerleme sayılabilir. Veya 100 ülkenin “ormansızlaştırmayı sona erdirecekleri” taahhüdünde bulunması bir dönüm noktası addedilebilir.
Elbette, Brezilya gibi Amazon Ormanları’nın kesildiği, yakıldığı bir ülkenin ormansızlaştırmayı durdurmaya dair taahhütte bulunması tamamen önemsiz değil. Benzer şekilde kömürü en çok kullanan ülkelerden Şili, Vietnam ve Polonya’nın da “bırakma” sözü vermesi geçmişten farklı bir sayfanın açılması demek.
… mi acaba?
COP26’nın elde edilen her “başarısının” sonuna bir soru işareti koymadan edemiyoruz. Asıl mesele de bu işte.
Ormansızlaştırmaya bu kez son mu?
COP26’nın “2030’a ormansızlaştırmaya son vermeye ilişkin” taahhüdü, iklim zirvesinin ilk ve en büyük “sözü” idi.
Öncelikle, dünya genelindeki ormanların yüzde 85’inin bulunduğu 100 kadar ülkenin 2030’a kadar “ormansızlaştırmayı durdurma” sözünü vermesini bir kalemde silip önemsizleştirmek mümkün değil. Türkiye’nin de ormansızlaştırmaya son verme taahhüdünde bulunan ülkeler arasında olduğuna dikkat çekelim.
Bu taahhütle ilgili en önemli kısım, ormansızlaştırmayı sağlayabilmek için ortaya maddi kaynak da konulması. Avrupa Birliği Komisyonu, Almanya, ABD, Belçika, Birleşik Krallık, İsveç, Güney Kore, Norveç, Japonya ile beraber Amazon’un sahibi Jeff Bezos’un vakfı, ormansızlaştırmaya karşı, 12 milyar dolar kamu kaynağı tahsisi ve 7,2 milyar dolar özel yatırım yapmayı vaat etti.
Bu kaynakların bir kısmı, gelişmekte olan ülkelere yönlendirilecek; oralarda ormanların kaybı ile zarar görmüş arazilerin doğaya kazandırılması, yangınlarla mücadele ve ormanların yok olmasından zarar gören yerel çevrelere destek için kullanılacak. Dünyanın ikinci büyük yağmur ormanlarının bulunduğu Kongo Havzası’nın korunması da, vaat edilen maddi kaynakların kullanılacağı başka bir alan.
2014’te verilen sözlere rağmen, 2014-2018 yılları arasında tüm dünyada Türkiye’nin coğrafi alanının yaklaşık iki katı kadar orman yok oldu
Yukarıda bahsettiğimiz kaynaklar dışında, dünyanın en büyük finansal kurumlarından 30’u da ormansızlaştırmaya 1,5 milyar euroya yakın kaynak tahsis etme sözünü verdi.
Ayrıca, 28 hükümetin bir adım daha ileri giderek, ormanların tarım arazisine döndürülmesine engel olacaklarına söz vermesi de kilit bir adım. Soya, kakao ve palm yağı gibi gıda sanayiinde yoğun biçimde kullanılan tarım ürünleri için ormanlık alanlar kesilip biçilip tarlaya dönüştürülüyor. Benzer şekilde, et endüstrisi ormanlık alanların, hayvanların beslenmelerinde kullanılan yemlik tarım ürünlerinin ekim dikimi için kesilmesine aracı oluyor. Bu gibi “tüketici” üretim alışkanlıklarından vazgeçilmesi, ormanların geleceği için hayatî.
Eğer ki, bu taahhütlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini denetleyebilecek bir mekanizma oluşturulabilirse, bu seferki “ormansızlaştırma” taahhüdü belki gerçekleşebilir.
2014’teki “Ormanlar üzerine New York Deklarasyonu” da ormansızlaştırma konusunda bir dönüm noktası kabul ediliyordu. New York Deklarasyonu’nun aralarında 40’tan fazla hükümetin de olduğu 200’ün üzerinde destekçisi vardı -ama o zamandan bu yana ormanlar korunamadığı gibi, tersine daha da büyük bir “yokoluş” tehlikesi ile karşı karşıyalar. New York Deklarasyonu’nun “Değerlendirme Ortakları” olarak nitelenen 25 kuruluşun 2019’da yayınladığı bir rapor da, tam olarak bu bahsettiğimiz tabloyu ortaya koyuyordu: 2014’te verilen sözlere rağmen, taahhütte bulunan ülkeler başta olmak üzere dünya genelinde ormanlar ciddi biçimde azaldı. 2014-2018 yılları arasında tüm dünyada Türkiye’nin coğrafi alanının yaklaşık iki katı kadar orman yok oldu. Ve bu dönemde ormansızlaşmadan kaynaklanan karbon emisyon, Avrupa Birliği’nin yıllık sera gazı salınımıyla eşit miktarda.
“Ormansızlaştırma”, ormanların tamamen yok edilmesiyle sınırlı değil; aynı zamanda var olan ormanların “işlevlerini yitirip” karbon salınımına katkıda bulunur hâle gelmesiyle de söz konusu olabiliyor. Günümüzde ABD’nin Yosemite Ulusal Parkı ve Büyük Kanyon gibi doğal alanlarındaki ormanlar, karbondioksiti emmek yerine üretiyor.
Gelişmekte olan ülkeler ne olacak?
Öte yandan, karbon emisyonlarını temizlemek konusunda en “bereketli” ormanlara sahip ülkelerden biri olan Endonezya’dan itirazlar geldiğini de göz önüne almak gerek. Üstelik Çevre Bakanı Siti Nurbaya Bakar, ülkesinin verdiği sözü çürütürcesine yaptığı bir Twitter paylaşımında şöyle diyor: “Ormansızlaştırma, yolların olmaması anlamına geliyorsa; insanlar ne olacak, izole mi kalacaklar?” Bakar ayrıca, iklim kriziyle mücadele için Endonezya’nın “kalkınmadan fedakârlık etmesinin beklenmesinin adaletsiz olduğunu” da öne sürüyor.
Bakar’ın itirazı, son derece yersiz görünse de, gelişmekte olan ülkeler arasında benzer şekilde düşünüp dile getirmeyen çok sayıda politikacı olduğu kesin. Hatta gelişmiş ülkelerin liderleri arasında da “önce ekonomik büyüme, sonra iklim krizi tedbirleri” diye düşünenler olduğu da…
Dahası, başta Afrika’dan olmak üzere gelişmekte olan ülkelerden Glasgow’a aşıları olmadığı için seyahat edemeyenler olduğunu da vurgulayalım. COVID-19 aşısına erişimdeki adaletsizliklerin gözden kaçan böyle yönleri var. Hâl böyle olunca, gelişmekte olan ülkelerle gelişmişler arasındaki uçurumu dikkate alan küresel politikalara ve tedbirlere ihtiyaç artıyor, zira uçurum sürekli büyüyor.
Sharma’nın kendisi, COP26’yı kapatırken gözyaşlarını tutamadı. Bahsettiği tekerlek de havada kaldı
“Zengin ülkeler” 2020’den itibaren gelişmekte olan ülkelere yılda 100 milyar euroya yakın kaynak ayırmaya söz vermişlerdi. Ancak, 2009’da Kopenhag’da ve ardından 2015’te Paris’te verilen bu söz gerçekleşmedi. COP26 öncesi, zirve yönetiminin hazırladığı bir rapora göre, gelişmiş ülkelerden diğerlerine kaynak aktırımı bugünkü hızı ile devam ederse, ancak 2023’te bu hedefe ulaşılabilecek. Oysa, gelişmekte olan ülkelerin bir yandan fosil yakıtlar, ormansızlaştırma gibi “bağımlılıklarından” vazgeçmeleri gerekecek. Öte yandan da, zaten iyi durumda olmayan altyapılarını, iklim krizinin yaratacağı afetler ve zararlara karşı güçlendirmek zorunda kalacaklar.
Şimdi, İsviçre, Japonya ve hatta İspanya, gelişmekte olan ülkelere verilecek “yıllık 100 milyar euro” sözünün en azından 2022’de gerçekleşebilmesi için katkılarını arttırmaya söz verdi.
Mesele şu ki, tüm bu taahhüt ve sözlerin hiçbirini zorunlu kılan yaptırım mekanizmaları yok -şu aşamada da olması mümkün gözükmüyor. COP26 sürecinde verilen sözler ötesinde Glasgow İklim Paktı da yaptırım gücü olmayan bir belge.
Daha kaç COP26 olabilir?
COP26 Başkanı Alok Sharma, 8 Kasım 2021’de, dünyanın en büyük iklim konferansının 9. gününde “artık taahhütlerin somutlaşması gerektiğini” dile getiriyordu. İronik biçimde, Sharma’nın bu vurguyu yaparken kullandığı niteleme, “lastiğin yola değmesi gereken noktaya geldik” (“the point where rubber hits the road”) idi. Aslında bu ifade, her ne söz verilirse verilsin, bu değişimi gerçekleştirmek için mücadele verenlerin bile bazen eskinin paradigmalarıyla düşünüp, konuşup hareket ettiğinin bir kanıtıydı.
Sonuçta başta vurguladığımız gibi Sharma’nın kendisi, COP26’yı kapatırken gözyaşlarını tutamadı. Bahsettiği tekerlek de havada kaldı.
Acaba kaç daha COP olabilecek önümüzde? COP27, COP28 derken iklim krizine yönelik hakiki ve samimi değişimi gerçekleştirebileceğimiz, sonunda “devrim” niteliğinde sözlerin verilebileceği daha kaç zirve var?