İllüstrasyon: Adobe Stock.

14 Nisan 2023

Gıda teknolojilerinin
geleceğinde ne var?

Asya Robins

Uzmanlara göre küresel gıda üretiminde bir devrimin eşiğindeyiz. Genetik düzenlemeden hassas fermantasyona gıda teknolojileri gelişiyor. Peki bu teknolojiler nedir, kimler savunuyor ve kimler neden karşı çıkıyor?

“Dünyada laboratuvarda çalışanlar dışında bakteri unundan yapılmış pankek yiyen ilk kişi bendim. Kibrimden yaptım, o kişi olmak istedim.”

Kendisini vegan diye tanımlayan yazar ve aktivist George Monbiot, Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de Solar Foods adlı bir şirket tarafından, hassas fermantasyon teknolojisiyle bakteriden üretilen yüksek proteinli, altın renkli unu denediği anı anlatırken gülüyor.

“Torunlarıma anlatabileceğim bir şeydi ve gerçek pankeke benzerliği inanılmazdı. Fırsatım olsaydı çok daha fazlasını yerdim.”

Uzun yıllardır iklim değişikliği ve doğanın tahribatı hakkında yazan George Monbiot’nun odaklarından bir tanesi gıda sistemlerimiz ve üretimden dağıtıma kadar bu sistemlerin her aşamada tamamen dönüştürülmesi.

Hızlı bir değişim olmadığı takdirde mevcut gıda sistemlerimizin dünyada yaşamı tehdit ettiğine inanan Monbiot bu fikrinde yalnız değil. Aynı sonuca işaret eden sayısız akademik çalışma bulmak mümkün.

California ve Minnesota Üniversiteleri’nden uzmanların yaptığı bir araştırmaya göre 1960’tan bu yana protein ve yağ açısından zengin gıdalara, yani et ve süt ürünlerine yönelik kişi başına talep, kişi başına düşen gerçek gelir ile orantılı bir şekilde artıyor.

Gıda ile gelir arasındaki bu ilişkinin devam etmesi durumunda uzmanlar, 2005’ten 2050’ye kadar küresel gıda talebinde yüzde 100-110’luk bir artış öngörüyor.

Bunun tehlikesi ise gıda üretimi için ihtiyaç duyduğumuz yüzey alanı. Günümüzde dünyada yaşama uygun yüzey alanlarının yarısını biyolojik çeşitlilikten yoksun tarım ve hayvancılık alanları oluşturuyor.

Birleşmiş Milletler (BM) verilerini incelediğimizde çiftlik hayvan sayısındaki yıllık yükselişin insan nüfusu artışının iki katı mislinde olduğunu görüyoruz.

Günümüzde insanlar dışındaki memelilerin yüzde 94’ünü sığır, dana gibi hayvancılık endüstrisinde ‘besi hayvanları’ olarak tanımlanan hayvanlar ve kuşların yüzde 71’ini ise tavuklar, hindiler, kazlar vb. kanatlı hayvanlar oluşturuyor.

Tarım ve hayvancılık alanlarında yaşam tek tipleşiyor, ekosistemler yok ediliyor ve yaban hayatı nüfusu tükeniyor.

Diğer taraftan gıda üretimi, kapladığı ve tahrip ettiği alanın yanı sıra ciddi bir sera gazı salımına da neden oluyor.

“İnsanlık için hayatta kalma rehberi” olarak tanımlanan BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) İklim Değişikliği 2023: Sentez Raporu verileri, 2019 yılında küresel sera gazı salımlarının yüzde 22’sinin tarımdan kaynaklandığını aktarıyor.

Son yıllarda iklim değişikliği kaynaklı hava sıcaklığı yükselişi ve aşırı hava olayları yüzünden dünyanın büyük bir kısmında su ve gıdaya erişim ve gıda üretimi konusunda da ciddi zorluklar yaşanıyor. IPCC raporuna göre 3,3-3,6 milyar kişi, yaşadıkları bölgelerden dolayı bu etkilere karşı savunmasız durumda.

Bilim insanları, dünyanın iklim değişikliğiyle mücadelesinde ve “net sıfır emisyon” yolculuğunda gıda üretiminin radikal bir şekilde değişmesi gerektiğini söylüyor.

Oldukça karamsar bir görünüm karşısında bilim insanları gıda üretiminin geleceği için yepyeni teknolojiler üzerinde çalışıyor.

İsimlerini ve çalışmalarını belki daha az duyduğumuz bu uzmanlar gıdada bir devrimin eşiğinde olduğumuzu düşünüyor.

Peki bu teknolojiler nedir, kimler savunuyor ve kimler neden karşı çıkıyor?

“Eski ve modern yöntemler arasındaki ayrım tamamen insanlar tarafından üretilen bir algı. Laboratuvarda böyle bir ayrım yok”

RePlanet kurucularından mikrobiyoloji uzmanı Hidde Boersma. | Kaynak: Boersma’nın Twitter hesabı.

Ekolojik modernizm, yüzey tasarrufu ve konsantre üretim

Uzmanlar dünyada hava sıcaklıklarının 1,5-2 santigrat dereceye yükselmesinin sonucunda bazı gıdaların veriminin azalacağını veya yetiştirmesinin imkansız hale geleceğini söylüyor.

Mısır üretiminin önümüzdeki yıllarda yüzde 35 oranında azalması öngörülüyor.

RePlanet, iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik kaybına karşı bilimsel ve radikal çözümler üretmeye çalışan bir yurttaş örgütler ağı.

Bilim ve teknolojide ilerlemenin devam etmesi gerektiğini düşünen RePlanet, çevre örgütlerinin şimdiye kadar ağırlıkla savunduğu organik tarım, az tüketim ve küçülme gibi prensiplere karşı çıkıyor.

Gezegen 24’e konuşan RePlanet kurucularından mikrobiyoloji uzmanı Hidde Boersma, insanlığın ilerleme yolunda devam etmesi gerektiğini söylüyor, iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik kaybına karşı konsantrasyonu, yani insanların ihtiyaçlarını mümkün olduğunca az alanda karşılamasını savunuyor.

Boersma, “İnsanlar şu anda çok fazla yer kaplıyor ve tarım için ormanları, sulak alanları, savanları kullanarak ekosistemleri yok ediyor. Halbuki daha az alanda daha çok üretim yapabilirsek doğanın canlanması ve iklimin dengelenmesine olanak sağlarız. RePlanet doğaya yer açmak için yoğun ve yüksek verimli tarımdan ve modernleşme ile kentleşmeden yana” diyor.

Birçok ülkeden bilim insanlarını ve aktivistleri bir çatı altına getiren RePlanet, bunu başarabilmek için daha sonra detaylı bir şekilde anlatacağımız gıdada genetik modifikasyon ve genetik düzenleme ile hassas fermantasyon gibi teknolojilerin kullanımını savunuyor.

Grup, gıda üretiminin kırsal alanlardan olabildiğince uzaklaştırılması gerektiğini vurguluyor.

RePlanet, yaklaşımlarını ekolojik modernizm hareketi, yani endüstriyelleşme ve ekonomik büyümenin yeşil politikalar ile sürdürülebileceği ve özellikle teknolojinin yardımıyla ortaya çıkan çevre problemlerinin çözülebileceği düşüncesi kapsamında tanımlıyor.

Ancak ekolojik modernizm hareketine karşı çıkanlar, ekonomik büyümeye odaklanmış ve doğa değerlerini kullanılacak kaynak olarak tanımladıkları yaklaşımla ekosistemlerin dengesinin korunmasının mümkün olup olmadığı sorguluyor, teknolojik gelişime ise ortaya çıkardığı ekolojik maliyetler nedeniyle kuşkuyla yaklaşıyor.

Bu ekolojik maliyetlere örnek olarak aşırı plastik üretimi ile ortaya çıkan küresel mikroplastik sorunu ve nükleer teknoloji kullanımının geçmişte sebep olduğu felaketler ve tehlikeler gösteriliyor.

RePlanet üyeleri ve birçok diğer uzman ve aktivistin taraftarı olduğu bu teknolojilerin gıdadaki rolünü inceleyelim.

Genetik modifikasyon ve genetik düzenleme

İnsanlar binlerce yıldır, arzu edilen özelliklere sahip bitki ve hayvanları yetiştirmek için seçici yetiştirme ve melezleme gibi geleneksel yöntemleri kullanıyor.

Örneğin ABD’de günümüzde tüketilen çilekler, Kuzey ve Güney Amerika’ya özgü iki farklı çilek türünün karışımı.

Ama bu geleneksel yöntemler uzun sürebiliyor ve daha istenilen tüm değişiklikleri yapmak her zaman mümkün olmayabiliyor.

Bilim insanları 20. yüzyılda genetik mühendisliği geliştirerek organizmaların genlerinin birbirine aktarılabileceğini ve böylece istedikleri değişikliklerin çok daha kolay ve hızlı bir şekilde yapılabileceğini keşfetti. Bundan sonraki süreç oldukça hızlı gelişti.

1982’de ABD Gıda ve İlaç İdaresi (FDA), ilk GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) ürünü olan diyabet tedavisi için insan insülinine onay verdi.

Bu teknoloji daha sonra gıdalarda kullanılmaya başlandı ve 1990’lı yıllarda, kabak, soya fasulyesi, pamuk, mısır, papaya, domates ve patates gibi ilk GDO ürünleri piyasaya sürüldü.

Bu ürünlerin yapımından bir gıda türünden alınan gen, bir diğer türün özelliklerini değiştirmek için ona yerleştiriliyor. Yani gıdaya yepyeni bir gen eklenmiş oluyor.

GDO ile sıklıkla karıştırılan genetik düzenleme teknolojisi ise oldukça farklı.

2000’li yıllarda yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanan genetik düzenleme yönteminde gıdaya yeni bir gen eklemek yerine var olan genler üzerinde değişiklik yapılıyor.

RePlanet kurucusu Boersma, genetik düzenlemeyi yukarıda bahsettiğimiz seçici yetiştirme ve melezleme gibi geleneksel yöntemlere benzetiyor, tek farkın sürecin çok daha hızlı ilerlemesi ve kesin sonuçların elde edilmesi olduğunu söylüyor.

Ancak kamuoyunda her iki yönteme de oldukça temkinli bir şekilde yaklaşılıyor.

GDO ürünleri, satışına izin verilen sayılı Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde, Avustralya’da ve Japonya’da yalnızca ne olduğunu işaretleyen özel bir etiket ile satılabiliyor.

Fransa, Avusturya, Yunanistan, Almanya ve İtalya’nın aralarında bulunduğu birçok ülkede GDO ürünleri tamamen yasak.

Sadece ABD ve Kanada’da bu ürünler etiketlendirilmeden satılıyor.

Türkiye’de ise 2010 tarihinde yürürlüğe giren “Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik” hükümlerine göre GDO ürünlerin onay alınmadan piyasaya sürülmesi yasak.

Genetiği düzenlenmiş ürünler de henüz dünyanın büyük bir kısmında GDO yasalarının bir parçası olarak kabul ediliyor.

“En yeni teknolojileri alıp mevcut sistemin içine atmakla sorunlarımızı çözemeyiz. Önce yapısal sorunları incelemeliyiz..”

GM Freeze Direktörü Liz O’Neill. | Fotoğraf: O’Neill’in arşivi.

Kimler, neden karşı çıkıyor?

1980’li yıllarda ABD merkezli Monsanto adlı şirket, pestisite dirençli soyayı piyasaya sürmüştü.

Buna şiddetle karşı çıkan çevre grupları, portföyünde aynı zamanda Roundup isimli bir herbisit bulunan Monsanto’yu bu ürünü tamamen kendi yararına üretmekle suçlamış, şirketin herhangi bir denetim sürecine tabi tutulmadığını söylemişti.

Günümüzde hala GDO ve genetik düzenleme teknolojilerine eleştirel bir şekilde yaklaşan ve mevcut gıda endüstrisinde bu teknolojilerin sömürüleceğini iddia edenler var.

İngiltere merkezli GM Freeze (GDO’ya Dur) adlı organizasyon gıda üretim teknolojilerinin ve ortaya çıkan ürünlerin şeffaf ve düzenli bir şekilde denetlenmesi gerektiğine inanıyor.

Gezegen 24’e konuşan GM Freeze Direktörü Liz O’Neill, İngiltere’de geçtiğimiz haftalarda genetiği düzenlenmiş gıdaların artık ticari olarak geliştirilmesinin yolunu açan bir tasarının parlamentodan geçerek yasalaşmasından dolayı endişeli.

O’Neill, hükümetin bu tip teknolojilerde denetleme sürecini hızlandırmaya veya tamamen ortadan kaldırmaya yönelik politikalar geliştirerek yeni teknolojileri bir an önce işler hale getirmeyi ve patentlerini almayı hedeflediğini öne sürüyor.

Ticari patentlerin de büyük gıda şirketleri tarafından alındığını söyleyen O’Neill, “Bu tamamen yanlış bir yaklaşım. Hiçbir kurum, hiçbir insan yaşamın patentine sahip olmamalı. Şimdiden şirketlerin bu teknolojilerden para kazanmaya çalıştığını ve patentlerini almaya başladığını görüyoruz. Bunlar para kazanmak için her şeyi göze alan şirketler” diyor.

Gıda sistemimizi yeniden hayal etmemiz gerektiğini söyleyen O’Neill, “En yeni teknolojileri alıp mevcut sistemin içine atmakla sorunlarımızı çözemeyiz. Önce yapısal sorunları incelemeliyiz, aksi takdirde faydalı olma ihtimaline sahip olsalar bile bu teknolojiler mevcut sistemin içinde kaybolacak” diyor.

O’Neill, kamuoyunun da GDO ve genetiği düzenlenmiş ürünler konusunda denetim taraftarı olduğunu söylüyor.

İngiltere Gıda Standartları Ajansı’nın 2021’de yaptığı bir kamuoyu araştırmasına göre tüketicilerin büyük bir kısmı genetik modifikasyon ve düzenleme teknolojileri hakkında güncel bilgiye sahip değil, büyük bir kısmı da genetiği değiştirilmiş gıdaların insan sağlığı üzerindeki etkilerinden endişeleniyor.

Öte yandan bu endişeleri ve tartışmaları ilginç bulduğunu anlatan RePlanet kurucusu Boersma, “Eski ve modern yöntemler arasındaki ayrım tamamen insanlar tarafından üretilen bir algı. Laboratuvarda böyle bir ayrım yok. Bilimsel taraftan bakınca GDO ile genetik düzenlemenin geleneksel melezleme yöntemlerinden daha riskli olmadığını görüyoruz” diyor ve devam ediyor:

“GDO siyasi bir konuya dönüştürüldü. GDO ürünlerin imajı Monstano döneminde lekelendi ve kamuoyunda bu yönde çağrışımlar devam ediyor” ifadelerini kullanıyor.

“Tek hücreli organizmalar ile protein ihtiyacımızı çok daha ucuz bir şekilde üretme ihtimalimiz çok yüksek görünüyor. Eğer bu yönde bir başarı sağlanırsa endüstride çok hızlı bir değişim yaşanabilir”

Yazar, iklim aktivisti George Monbiot. | Fotoğraf: Guy Reece.

“Yeni teknolojileri ve ürünleri tek tek değerlendirmemiz gerekiyor”

Gezegen 24’e konuşan iklim aktivisti George Monbiot da GDO ürünlerin İngiltere’de ilk kez piyasaya sürülmesine karşı yürütülen kampanyalarda çok aktif olmuş birisi.

Monbiot, ilk olarak 1994 yılında Oxford Üniversitesi Viroloji Enstitüsü’nün, bitki yiyen tırtılları yok etmek için genetiği değiştirilen ve akrep zehri eklenen bir virüs üzerinde yaptığı çalışmalara karşı çıktığını anlatıyor.

Enstitü’nün virüsün dar spektrumlu olduğunu iddia ettiğini, ancak daha sonra yapılan deneyden güve ve kelebek gibi birçok türün etkilendiği ortaya çıktığını söyleyen Monbiot, kampanyaları sayesinde süreci durdurduklarını belirtiyor.

Daha sonra da Monstanto’nun İngiltere’de piyasaya sürdüğü, herbisite dirençli GDO bitki mahsullerine karşı protesto ettiğini söyleyen Monbiot, bu mahsullerin Monsanto dışında kimseye faydası olmadığını ve gerekli denetimlerden geçmediğini belirtiyor.

Ürünlerin temelde Monstanto’nun Roundup isimli herbisitinin ömrünü uzatmayı ve gıda zincirinin tekelleşmesini hızlandırmayı hedeflediğini söyleyen Monbiot, “Bugün aynı sorunla karşı karşıya olsam yine aynı şeyleri yaparım. Ama bu tüm GDO ve genetiği düzenlenmiş ürünlere karşı çıkacağım anlamına da gelmiyor. Ortaya çıkan yeni teknolojileri ve ürünleri tek tek değerlendirmemiz gerekiyor” diyor.

“Hassas fermantasyon, hayvansal protein üretiminden 15 bin kat daha verimli. Yani hayvanlar yerine mikroorganizmalar ile protein üreterek 15 bin kat daha az toprak kullanabiliriz”

Küresel gıda üretiminde devrim yaratma misyonuna sahip Fin gıda teknolojisi şirketi Solar Food laboratuvarında ürün geliştirme. | Kaynak: Solar Food medya galeri.

Tek hücreli organizmaların tarımı

Henüz marketlerde satılmayan ancak gıda teknolojileri dünyasını ciddi anlamda çalkalayan bir diğer teknoloji ise hassas fermantasyon.

Protein değeri yüksek gıdalar üretmek için kullanılan hassas fermantasyon, tek hücreli bakterilerin içindeki mikroorganizmaları hidrojenle besliyor ve bir çeşit demleme tekniğiyle onları çoğaltıyor.

İnsanların son 12 bin yıldır çok hücreli organizmalara (bitki ve hayvanlar) odaklandığını ve tek hücreli organizmaların (bakteri, protist ve maya) potansiyelini yeni yeni anlamaya başladığını söyleyen Monbiot, “Tek hücreli organizmalar yetiştirilirken, hayvan ve bitkilerde olduğu gibi doğadan türler seçiliyor ve belirli özellikle için karıştırılarak yetiştiriliyor ve yiyeceğe dönüştürülüyor. Aradaki tek fark, bu işlemin çok daha küçük alanlarda yapılabilmesi ve çevreye etkisinin çok daha az olması” diyor.

Hassas fermantasyonun kolay ve ucuz bir teknoloji olduğunu, herkes tarafından ve tamamen yenilenebilir enerji ile çalışan laboratuvarlarda yapılabileceğini söyleyen Boersma, “Bazı hesaplamalara göre hassas fermantasyon, hayvansal protein üretiminden 15 bin kat daha verimli. Yani hayvanlar yerine mikroorganizmalar ile protein üreterek 15 bin kat daha az toprak kullanabiliriz” diyor ve devam ediyor:

“Ben bir hassas fermantasyon devrimi bekliyorum ve çok sayıda ufak şirketin bu yöntemi kullanmasını umuyorum. Ama bunun olabilmesi için bakterilerin ve teknolojilerin patentlenmesine izin vermemeliyiz.”

Gıda teknolojilerinin geliştirilmesi ve kullanımına yönelik yasal süreçler

Gıda teknolojilerinin yasal süreci şimdilik tüm dünyada farklı işliyor.

Avrupa Birliği’nde (AB) gen değiştirme teknolojilerini kullanmak yasak.

AB ülkelerinde uygulanan ‘yeni gıdalar uygulaması’ uyarınca ürünlerini piyasaya sürmek isteyen yeni gıda üreticilerinin Avrupa Komisyonu’na başvurması gerekiyor.

Kağıt üzerinde bu başvuru süreci iki yıl içinde tamamlanıyor ancak Monbiot pratikte böyle olmadığını, sürecin herhangi bir aşamasında askıya alınabildiğini ve bunun özellikle lobi yapan mevcut tarım ve hayvancılık şirketlerine fayda sağladığını söylüyor.

“Çok işlevsiz bir sistem ve kamu yararına çalışıp çalışmadığını hiç kimse bilemiyor. Örneğin hayvancılık endüstrisinin alternatif proteinlere karşı lobi yapması için çok güçlü bir teşvik var, çünkü bu teknolojiler hayvancılığı tamamen ortadan kaldırabilir” diyen Monbiot şöyle devam ediyor:

“Tek hücreli organizmalar ile protein ihtiyacımızı çok daha ucuz bir şekilde üretme ihtimalimiz çok yüksek görünüyor. Eğer bu yönde bir başarı sağlanırsa endüstride çok hızlı bir değişim yaşanabilir. Ancak lobicilik faaliyetleri başarılı olursa bu yeni gıdaların başvurularının önü kesilir.  Çevre için çok daha sürdürülebilir teknolojiler geliştiren uzmanlar bu nedenle endüstriye giriş yapamıyor.”

İngiltere’de de benzer bir başvuru süreci işliyor ancak Mobiot, denetleyici kurumların yeterince finanse edilmediği için başvurulara yetişemediğini söylüyor.

RePlanet kurucusu Boersma ve alanda çalışan uzman ve aktivistler yasal süreçlerin hafifletilmesi ve gıdaların mümkün olduğunca hızlı bir şekilde piyasaya sürülmesi için uğraşıyor.

Gıda piyasalarının dört büyük şirket tarafından yönetildiğini hatırlatan Boersma ve Monbiot, en büyük tehlikenin geçmişte olduğu gibi bu teknolojilerin yanlış kişilerin eline geçmesi olduğunu söylüyor.

“Hayatın ve hayatın hiçbir bölümünün patentlenmemesi gerektiğine inanıyorum. Ne organizmalar, ne genler ne de belirli biyolojik moleküller patent konusu olmamalı. Bu yönde girişimlerle şirketlerin yaşamlarımız üzerindeki gücünü artırabileceğine inanıyorum” diyen Monbiot şöyle devam ediyor:

“Fikri mülkiyet haklarının da zayıflatılması gerektiğine inanıyorum. Kurumsal lobicilik sonucunda son 20 yılda fikri mülkiyet haklarının kapsamı büyük ölçüde arttı ve şirketler, teknolojileri kontrol etme ve bu teknolojiler için ödeme talep etme konusunda geçmişte olduğundan çok daha fazla yetkiye sahip.

“Tüm bu sorunlar mevcut haliyle gıda sistemimizde bulunuyor. Daha iyi bir gıda sistemi tahayyül ederken yalnızca yeni teknolojiler kullanmakla sınırlı kalmayan, aynı zamanda sisteme hakim olan bazı güç ilişkilerinden kaçmaya çalışan bir modele ihtiyacımız var.”

“Proteinimizin büyük kısmı fosil yakıtların yanı sıra en büyük tehditlerden biri olan hayvancılıktan karşılanıyor. Bu yeni yaklaşımları beğenmeyen herkese meydan okuyorum: peki sizin çözümünüz nedir?”

Solar Foods’un ürettiği, tüm temel amino asitleri içeren mikrobiyal protein açısından zengin bir toz olan Solein. Bu toz çeşitli gıdalardaki mevcut proteinlerin yerini almak için kullanılılıyor. Örneğin alternatif süt ve et, farklı atıştırmalıklar ve içecekler, erişte ve makarna veya ekmek ve sürülebilir ürünler. | Kaynak: Solar Food medya galeri.

Korkular ve gelecek

Finlandiya’da üretilen bakteri unlu pankekten Slovenya yapımı bitki proteinli bifteke ve Londra’da üretilen bitki bazlı sushiye kadar Monbiot birçok yeni gıdayı denedi.

Yediklerinden hiç endişelenip endişelenmediği sorusuna Monbiot, her şeyin doğru yöntemlerle denetlendiği takdirde endişelenecek bir şey olmadığı yanıtını veriyor, bakterileri ise yoğurt, kimchi (Kore turşusu) ve peynir gibi ürünlerde sürekli yediğimizi hatırlatıyor.

Monbiot, fosil yakıtların yıkıcı etkileri olmadan enerji talebini karşılamak için alternatiflere ihtiyacımız olduğu gibi, hayvancılığın olumsuz etkileri olmadan protein açısından zengin gıdalara olan talebi karşılamak için de alternatiflere ihtiyacımız olduğunu söylüyor ve herkese bir soru yöneltiyor:

“Proteinimizin büyük kısmı şu anda yaşam destek sistemlerimiz için fosil yakıtların yanı sıra en büyük tehditlerden biri olan hayvancılıktan karşılanıyor. Bu yeni yaklaşımları beğenmeyen herkese meydan okuyorum: peki sizin çözümünüz nedir?”