Türkiye'nin ilk iklim davası, Manisa'da neredeyse tamamı kuruyan Marma Gölü için açıldı. | Fotoğraf: Gazeteci - yazar Özer Akdemir. 22 Mart 2022.

6 Ocak 2023

İklim adaletinde hak arayışı:
İklim davaları

Sakine Orman

İklim davaları kavramında uzlaşılmış kesin bir tanım yok. Ancak iklim kriziyle mücadeleyi geciktiren politikalar karşısında aktivistler ve hukukçular yargı sistemlerini kullanmaya yönelik çabalarını artırmaya devam ediyor

“Bu, tarihte bir dönüm noktası. Bu davayı benzersiz kılan, ilk kez bir yargıcın çevreyi kirleten büyük bir şirketin Paris Anlaşması’na uyması gerektiği kararını vermesi. Bu karar, diğer büyük kirletici şirketler için de büyük sonuçlar doğurabilir.”

Bu sözler, bir hükümet ve bir petrol devini başarıyla dava eden ilk avukat olan Roger Cox’a ait.

Roger’in, Hollanda hükümetine ve petrol şirketi Shell’e karşı açtığı dava, iklim değişikliğini önlemek için vatandaşlara karşı iktidardakilerin özen yükümlülüğü olduğunu ortaya koyarak, uluslararası bir iklim davası boyutuna geldi.

İklim kriziyle mücadeleyi geciktiren yavaş iklim krizi politikaları karşısında, hukukçular ve aktivistler ulusal ve uluslararası yargı sistemlerini kullanmaya yönelik çabalarını artırmaya devam ediyor.

Türkiye’de bunun ilk örneği ise kuruyan Marmara Gölü için Manisa İdare Mahkemesi’ne açılan “iklim davası” oldu.

Manisa’nın Gölmarmara ilçesine ismini veren Marmara Gölü’nün 2011’den 2021’e kadar geçen 10 yıllık süreçte, Türkiye’nin BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nden ve Paris İklim Anlaşması’ndan kaynaklı taahhütlerine tamamen aykırı politikaları sonucunda kuruduğunun ve bu kurumadan kamu idarelerinin sorumlu olduğunun tespiti için, Manisa İdare Mahkemesi’nde Türkiye’nin ilk iklim davası açıldı.

Marmara Gölü davası, ayrıca Grantham İklim Değişikliği ve Çevre Araştırma Enstitüsü’nün veritabanında ve Colombiya Üniversitesi Sabin Center for Climate Change Law tarafından tutulan iklim davaları çizelgesinde de yer alıyor.

Geçtiğimiz günlerde de, Muğla’nın Milas ilçesindeki Yeniköy Kemerköy Termik Santrali’ne (YK Enerji) karşı Cumhurbaşkanlığı ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına açılan dava, Columbia Üniversitesi’nin iklim davaları veri tabanına girdi.

Peki, nedir bu iklim davaları? Türkiye’de neden iklim davası açılmıyor? İklim davalarının kapsamı nedir? Ekoloji-çevre davalarını neden iklim davası içerisinde değerlendirmiyoruz?

Halkların İklim Davası eski İletişim Koordinatörü ve iklim davası alanında çalışan Gökşen Şahin ve avukat Özlem Altıparmak ile konuşuyoruz.

“Esas amaç devletleri, iklim değişikliğini önleme ve uyum konusunda adım atması gerekenleri zorlamak ve yargı vasıtasıyla bağlayıcı bir karar çıkarmaktır”

İklim davaları ne anlama geliyor? 

Gökşen Şahin, iklim davalarını, hükümetleri ve şirketleri iklim değişikliğiyle mücadeleye aykırı politikaları, kararları ve ataletleri nedeniyle sorumlu tutmak ve hesap vermelerini sağlamak üzere açılan, stratejik öneme sahip davalar olarak tanımlıyor.

İklim davaları kavramının üzerinde uzlaşılmış kesin bir tanımın olmadığını belirten Avukat Altıparmak ise bu davaları devletlerin iklim değişikliği konusunda taahhütlerini sorgulayan ve onları bu konuda adım atmaya zorlayan stratejik davalar olarak tanımlıyor.

Altıparmak, insan hakları alanında bu tip stratejik davaların aslında yaygın olduğunu vurguluyor: “Örneğin bir engelli bireyin okulda asansör sistemi olmadığı için erişim konusunda açtığı dava, aslında sadece kendisini ilgilendiren bir sonuç doğurmaz. Tüm engelli bireylerin erişim hakkına yönelik bir karar alınmasına sebep olur. Yine aynı şekilde kadınların soyadı kullanımı konusunda açtığı davalar neticesinde alınan kararlar, tüm kadınlar açısından soyadı kullanımına dair bir hak talebi doğurur. İklim davası da aslında bu şekilde stratejik kurgulanmış davalardır. Esas amaç devletleri, bizleri yönetenleri, iklim değişikliğini önleme ve uyum konusunda adım atması gerekenleri bu konuda zorlamak ve yargı vasıtasıyla bağlayıcı bir karar çıkarmaktır.”

“Kolay iklim davası açılamamasının sebebi de, bu işin çok teknik olması. Avukatların ve bilim insanlarının, iklim değişikliğinden etkilenenlerle birlikte çalışması gerekiyor”

Türkiye’de iklim davaları

Bugüne kadar Türkiye’de bu tip davaların açılmamış olma sebebini Altıparmak, şöyle değerlendiriyor: “İklim örgütlerinin konuya hak temelli bakmıyor olması diye düşünüyorum. Ayrıca iklim değişikliği ve haklar arasındaki bağlantı da çok kolay kurulmuyor. Termik santrali kapatmadığınız için iklim değişiyor, bu da denizlerde müsilaja sebep oluyor ve ben bu nedenle zarara uğradım şeklinde bir dava kurgusu ve davanın ispatı çok kolay değil. Genelde yereldeki bir projeye karşı dava açılıyor, o proje iptal olduğunda da dava kazanılmış oluyor.”

Altıparmak, idari yargıda bir engel olarak karşımıza çıkan “idarenin takdir yetkisi” denilen kavramın da bir diğer bir sebep olduğunu söylüyor: “Kuvvetler ayrılığı prensibi gereği, mahkemeler idare yerine geçip ‘sera gazı salınımını azaltmak gerekir’ diye doğrudan hüküm veremiyor. O nedenle ortada bir zararın bulunması, zarara uğrayan kişinin varlığı, zararın iklim değişikliği bağı ve iklim değişikliğini önleme ve uyum konusunda idarenin taahhüdün hep birlikte bulunması gerekiyor.”

Altıparmak ile aynı görüşte olan Şahin, bu tip davaların açılmama sebebini, Türkiye’deki çevresel adalet mücadelelerinin çeşitliliğinden ve farklılığından kaynaklanmasına bağlıyor. Şahin, iklim davaları sürecinde veri tutulmasının önemine değiniyor: “Her ailenin iklim değişikliğinden nasıl etkilendiğini bulabilmek için verilere ulaşmak gerekiyor. Dolayısıyla veriye dökünce yargıçların karar vermesi kolaylaşıyor. Kolay iklim davası açılamamasının sebebi de, bu işin çok teknik olması. Avukatların ve bilim insanlarının, iklim değişikliğinden etkilenenlerle birlikte çalışması gerekiyor. Bu da kolay bir süreç olmuyor. Çevre davalarında, bir anlamda iklim değişikliğinin diğer çevre davalarına nasıl dahil edilebileceğiyle ilgili, bilgi ve deneyim eksikliği olduğu için dahil edilmiyor.”

“Bu tip davalarda kazanım olursa iklim değişikliği açısından yargı idareye ‘Sera gazı salınımını azaltmalısın, yutak alanı korumalısın’ diyebilir ve bağlayıcı emsal kararlar çıkmış olur”

Davanın kendisi “bir kazanç”

Dünyadaki örneklere bakıldığında bu tip iklim davalarının çoğunlukla “azaltım” odaklı açıldığını söyleyen Altıparmak,  şöyle devam ediyor:

“Ancak biyoçeşitlilik, yutak alanların korunması, yenilenebilir enerji gibi iklim değişikliği konusunda idarenin sorumluluğunu vurgulayarak stratejik kararlar alınmasını amaçlayan davalar da var. Biz Marmara Gölü davamızı, iklim değişikliğinde önemli bir boyut olan yutak alan koruması ve idarenin hatalı su politikaları üzerinden inşa ettik. Bu yönüyle önemli olduğunu düşünüyorum. Orada balıkçı kooperatifiyle, doğrudan zarar gören balıkçılarla, Doğa Derneği ile oldukça önemli bir süreç başlattık. İdarenin hatalı su politikalarını görünür kıldık. Bu davanın kazanılıp kaybedilmesinden ziyade açılması başlı başına bir kazanç diye düşünüyoruz.”

Türkiye’de çevresel adalet mücadelelerinde çok çeşitlilik söz konusu. Peki, bütüncül bir hak arayışı perspektifinden bakınca Türkiye’de çevresel adalet mücadelesinde neler iyileşebilir?

Altıparmak, şöyle yanıtlıyor: “Çevre ve ekoloji alanında sadece proje, ÇED süreci odaklı davaların kurgulanmasına alışığız. Verilen mücadele ulusal ve yerel odaklı gidiyor. Uluslararası mekanizmalar yeterince bilinmiyor ve kullanılmıyor. Hâlbuki iklim değişikliği küresel bir sorun ve küresel mekanizmalar kullanılmalı. Bu sadece davalar açısından değil; uluslararası kurumlara raporlamalar ve politika süreçleri açısından da böyle.”

Altıparmak, kadın ve toplumsal cinsiyet alanında çalışan örgütlerin, BM mekanizmalarını çok daha etkili kullandığını, ancak çevre hareketine bakıldığında benzer durumun görülmediğini vurguluyor: “Hem sivil toplum, hem de hukukçular olarak savunuculuk bakışımızı ve pratiğimizi değiştirebilirsek daha yaratıcı ve dönüştürücü davalar kurgulayabiliriz. Hukuka bakışımızı ve hukuki araçları kullanışımızı değiştirmeliyiz. Dünyada bu tip davaları kendi sistemi içerisinde toplayan çeşitli veri tabanları var. Bunların amacı davaları görünür kılmak ve bu tip davaların açılmasını teşvik etmek. Yoksa ‘Evet, bu bir iklim davasıdır’ diye bir onay mercii işlevleri yok.”

YK Enerji de iklim davaları veri tabanında

Altıparmak, Yeniköy Kemerköy Termik Santrali’ne (YK Enerji) karşı Cumhurbaşkanlığı ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına açılan davanı, Columbia Üniversitesi’nin iklim davaları veri tabanına girmesini ise şöyle değerlendiriyor:

“Termik santrallere karşı açılmış davanın da benzer şekilde bu sisteme dahil edilmesi çok güzel. Sonucundan bağımsız olarak iklim değişikliği konusunda hukuki söylemi ve eylemi değiştirme işlevi var diye düşünüyorum. Eğer bu tip davalarda kazanım olursa iklim değişikliği açısından yargı idareye ‘Sera gazı salınımını azaltmalısın, yutak alanı korumalısın’ diyebilir ve bağlayıcı emsal kararlar çıkmış olur.”

Şahin de, YK Enerji davasının veritabanına eklenmesinin, iklim değişikliği konusunda hukuki söylemi ve eylemi değiştirme işlevi olacağının altını çiziyor: “Önemli olan, iklim değişikliğini temele alarak, yapılan bilimsel araştırmaları, davada argüman olarak kullanmak. Genelde, ekoloji davalarının ‘iklim davalarından’ farkı da bu oluyor. Örneğin; maden izinlerinin iptali meselesi. Madenin çevreye ne kadar ve nasıl zarar vereceği, ekosisteme ne kadar zarar verdiğiyle ilgili bir şeyler sunuluyor ancak iklimle ilgili pek bilgi verilmiyor. Dava konusu, iklim değişikliği konusunda bir argüman üretmeye başladığında, bunu ‘iklim davası’ kategorisinde değerlendirebiliriz. Marmara Gölü için açılan davada bir kazanım olursa, mahkeme kararı da bağlayıcı olacaktır. Bu dava diğer davalar için de emsal olacaktır.”

İklim davalarının neden haberleştirilmeli?

İklim davalarının haberleştirilmesinin önemine ise Şahin, şöyle değiniyor: “Bu açıdan her kazanılan dava, ülke ölçeğinde tarihsel bir önem taşıyor. Mahkeme kararını belirlenen sürede uygulama zorunluluğu, değişen politikaları takip etmede gazetecilerin eline önemli argümanlar sunuyor. İklim davaları çok zor bir konu ve hayati. Çok teknik bir şeyi, kolay bir dille, insanların hayatlarının aslında iklim değişikliğinden nasıl etkilendiğini ve bunun insan haklarını nasıl etkilediğini ve bununla ilgili nasıl dava açabileceklerini aktarmak çok önemli.”

Sonuç olarak, sayıları artması beklenen davaların iklim mücadelesi lehine sonuçlanması için hukuki ve bilimsel toplulukların daha yakın çalışmasına ihtiyaç var.