İllüstrasyon: Pronoia via Adobe Stock

Haber

DOSYA

2 Kasım 2022

İklim krizi çağında çocuk yapmak: Yeni bir psikolojik kriz

Asya Robins

İklim krizi birçok insanın çocuk sahibi olmaktan vazgeçmesinde giderek önem kazanan bir sebep. Doğum karşıtı hareketler çoğalırken psikologlar krizi “canavar haline getirmeden” her konuşmamızın bir parçası kılmamızı öneriyor

“Çocuk yapmayı seçmek bir sevgi eylemi. Ama çocuk yapmamayı seçmek de bir sevgi eylemi. İklim krizi veya herhangi bir krizde bu tercihi yaparken doğru veya yanlış bir seçim söz konusu değil.”

Caroline Hickman, İngiltere’de Bath Üniversitesi’nde psikoterapist olarak çalışıyor. Yoğunlaştığı alanlardan bir tanesi iklim krizi psikolojisi ve ekolojik kaygı.

Uzun yıllardır çevre sorunları endişesiyle çocuk yapmaktan çekinen kişiler veya çocuğu olup da yeniden çocuk sahibi olmanın endişesini taşıyan ebeveynlerle çalışan Hickman, 2019 yılında yayımlanmaya başlanan Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporlarından sonra iklim farkındalığında olağanüstü bir artış olduğunu söylüyor. Bu artan farkındalığın da kaygı ve depresyonu beraberinde getirdiğini vurguluyor.

“İklim krizi insanlığın şimdiye kadar karşılaştığı tüm tehditlerden farklı. Bu tehditle beraber yepyeni bir psikolojik kriz ile mücadele etmeye başlıyoruz. Dönüp bakabileceğimiz bir yol haritası yok” diyor Hickman. Ardından da sözlerine şu şekilde devam ediyor: “Bugün doğan çocukların ileride daha zor koşullarda yaşayacağı artık biliniyor. Yakında Filipinler, Nijerya veya Bangladeş gibi iklim krizinden en çok etkilenen ülkelerde yaşam mümkün olmayabilir. Bu durumda toplumlardaki en savunmasız kişiler çocuklar.”

“Krizi korkunç bir canavar haline getirmek işimize yaramayacak. Henüz hikâyenin sonuna gelmedik, hâlâ gidişatı değiştirebiliriz”

Psikoterapist Caroline Hickman. | Fotoğraf: Hickman’ın arşivi

Dünyanın birçok ülkesinden bilim insanlarını bir araya getiren IPCC komitesinin Nisan 2022’de yayımladığı altıncı değerlendirme raporuna göre dünyanın 1,5 derece ısınma eşiğinin altında kalabilmesi için hükümetlerin devrim niteliğinde değişiklikler yapması gerekiyor. IPCC’nin uyarısı net ve açık: “Hiçbir değişiklik yapılmadığı takdirde 3 derecenin üzerinde ısınmaya doğru ilerliyoruz.”

Bu senaryoda çok sayıda yerleşim yerinin eriyen buzullar yüzünden sular altında kalması, dünyanın büyük bölümlerinin yaşanamayacak hale gelmesi ve gıda üretiminin neredeyse imkânsız olması öngörülüyor. Böylesine bir tablo karşısında çocuk yapma fikri insanlarda doğal olarak kaygı yaratıyor. Bu konuda düşünenler, “Çocuğum nasıl zorluklarla mücadele edecek?” “Ben hâlâ yaşıyor olur muyum?” ve “Dünyaya yeni bir çocuk getirmek karbon ayak izimizi nasıl etkiler?” gibi soruları sıkça dile getiriyor.

Hickman ve bu alanda çalışan birçok psikolog bu kaygının aslında psikolojik olarak çok sağlıklı bir tepki olduğunu, cevabı kolay olmayan soruları ve duyguları benimsememiz gerektiğini söylüyor.

Finlandiya, ABD ve İngiltere’den bir grup uzmanın hazırladığı, “İklim kaygısı, hükümetlerin ihaneti ve ahlâki yaralanma üzerine gençlerin sesleri” adlı bir araştırmanın bulgularına göre dünyada 16-25 yaş grubundaki insanların yüzde 60’ı iklim krizi hakkında son derece endişeli. Her 10 gençten dördü ise çocuk yapma fikrine kuşkuyla yaklaşıyor. “İklim değişikliği çağında eko-üreme kaygıları” adlı bir başka çalışma ise ABD’de yaşayan 27-45 yaş grubundaki kişilerin yüzde 96’sının yeni kuşakların karşılaşacağı iklim felaketlerinden korktuğunu tespit ediyor.

“Henüz doğmamış çocuklarımızı sevdiğimiz için onları doğurmuyoruz”

Birçok kişi çocuk yapıp yapmama seçimini sessizce yapıyor. Bazıları ise endişelerini başkalarıyla paylaşmak ve hükümetler ve şirketler üzerinde baskı kurmak için dayanışma grupları ve toplumsal hareketler başlatıyor. ABD merkezli Conceivable Future (Mâkul bir Gelecek) adlı hareket de bunlardan biri. Kurucuları Josephine Ferorelli ve Meghan Kallman, 2014’ten bu yana insanları bu konu etrafında bir araya getiriyor ve hikâyelerine kulak veriyor.

Bu hikâyelerde insanlar küçüklüklerinden beri bir hayalleri olan çocuk yapma fikrinden vazgeçmenin zorluklarını, iklim krizinin günümüzdeki etkilerini duyduklarında hissettikleri acıyı paylaşıyor, tercihlerini neye göre yaptıklarını anlatıyor. Örneğin, Conceivable Future’a konuşan bir kişi “Dünyaya getirmediğimiz çocuklarımızı sevdiğimiz için doğurmuyoruz” ifadesini kullanıyor.

Conceivable Future adlı hareketin kurucuları Josephine Ferorelli (sol) ve Meghan Kallman (sağ). | Fotoğraf: Alyce Henson

Josephine ve Meghan, insanlarla görüşürken üç farklı durumla karşılaştıklarını anlatıyor: “İlki yeni doğan çocukların dünyaya zarar verip vermeyeceği. İkincisi yeni doğan çocuklara dünyanın ne tür zorluklar yaşatacağı.” Bir başka deyişle, toplumsal sorunlara iklim krizinin eklenmesi ile birlikte artık insanların çocuk sahibi olmalarını gözden geçirmelerine neden olduğunu belirtiyorlar. “Amerikalıların büyük kısmı zaten doğum karşıtı politikalar uygulayan sistemlerin içinde yaşıyor. İnsanlar çok fazla borç biriktiriyor, güvencesiz işlerde çalışıyor, çocuk bakımı için devletten destek alamıyor ve ucuz sağlık sistemine erişimleri yok. Şimdi de daha büyük, varoluşsal bir durum söz konusu. İnsanlar okyanusların yükseldiği, yangınların, kuraklıkların, sellerin yaşandığı ve otokratik liderlerin dünyanın istikrarını bozduğu bir zamanda çocuk yapmanın etik olup olmadığını sorguluyorlar.”

Bun karşın, çocuk sahibi olmamanın da başka kaygılara yol açıyor. “Üçüncü durum ise insanların anne baba olmadıkları durumda yeni nesillerle nasıl bağlantı kuracakları ve birikimlerini nasıl aktaracakları.”

“Okyanustaki ufacık bir damla”

Caroline Hickman’ın da dediği gibi iklim krizi korkusu karşısında bir ikilemde değiliz. Bu çok daha karışık ve hazır cevapları olmayan bir durum.

Fransa’da yaşayan ve uzun süredir karbon ayak izini azaltmak için çeşitli yaşamsal değişiklikler yapmaya gayret eden Julie, çocukluğundan beri anne olmayı hayal ettiğini anlatıyor. “Değişen bir dünyanın içinde olsak da bir insana hayat verme ve ona iyi bir hayat yaşamayı öğretme fikrini çok seviyorum. Endişeliyim ama diğer taraftan doğru seçimleri yapan insanların çocuk yapması gerektiğini düşünüyorum” diyen Julie sözlerine şu şekilde devam ediyor: “Bilim insanları benim doğduğum 90’lı yıllarda da gelecek için korkutucu tahminler yürütüyordu. Şu anda aynı durumda değiliz biliyorum ama ailemin beni doğurma kararını tamamen bu tahminler üzerine dayandırmamasına mutluyum. Şirketlerin ve hükümetlerin bir an önce harekete geçmesini istiyorum. Onlar kendilerini toparlayana ve kâr etmekten vazgeçene kadar küçücük bir insan olarak ben hayallerimden vazgeçmek istemiyorum. Çocuk yapmamak okyanusta ufacık bir damla, benim hayatıma ise kocaman bir darbe.”

Bu konudaki konuşmaların sayısı artıyor

İklim krizinin boyutu hakkında yeni bilgiye sahip olduğumuz her gün çocuk yapıp yapmama konusu daha çok konuşuluyor. ABD’de Temsilciler Meclisi’nin Demokrat Partili üyelerinden olan ve göreve başladığından beri ülkede yeşil kalkınma politikalarını popülerleştirmeye çalışan 32 yaşındaki Alexandria Ocasio-Cortez, Instagram’daki 8 milyon takipçisiyle yaptığı bir canlı video oturumunda gençlerin çocuk yapmanın ahlâki açıdan doğruluğunu sorguladığını ve bunun çağımızda normal olduğunu paylaştı.

Filipinler’de büyüyen 24 yaşındaki iklim aktivisti Mitzi Tan yakın zamanda yaptığı bir röportajda, “Yatak odamda boğulmaktan korkarak büyüdüm. Toplum bana bu kaygının normal olduğunu ve ilaçlarla tedavi edilebileceğini söylüyor. Ancak iklim kaygımız hükümetlerin ihanetinden kaynaklanıyor ve tedavisi için adalete ihtiyacımız var” ifadelerini kullandı.

Almanya’da okul grevleri düzenleyen 26 yaşındaki Luisa Neubauer ise, “Çok sayıda genç kadın bana çocuk yapmanın doğru olup olmadığını soruyor. Bu çok basit bir soru ama zamanımız hakkında bize çok bilgi veriyor” dedi.

“Dünyaya çocuk getirmenin artık etik bir seçim olduğunu düşünmüyorum”

Birthstrike Movement adlı hareketi başlatan Agnieszka Marszalek (sol) ve Spencer Rocchi (sağ). | Fotoğraf: Marszalek ve Rocchi’nin arşivi

Kanada’nın güneydoğusundaki Ontario eyaletinde Birthstrike Movement (Doğum Grevi) adlı hareketi başlatan ve ikisi de öğretmen olan Spencer Rocchi ve Agnieszka Marszalek içinde bulunduğumuz sistemin bozuk olduğunu ve insanlara adil bir şekilde davranmadığını düşünüyor.

“Yeni bir sisteme ihtiyacımız var. Çocukların menfaatine düzenlenmiş, güvenli bir dünya modeli görmek istiyorum. Ama şu anda dünyamız o şekilde işlemiyor. İklim krizinin etkilerini çok daha ciddi bir şekilde hissetmemize sadece yıllar kaldı” diyen Spencer sözlerine devam ediyor: “Dünyaya çocuk getirmenin artık etik bir seçim olduğunu düşünmüyorum. İşin üzücü tarafı da şu ki gelişmiş ülkelerde yapabileceğimiz en kötü şeylerden bir tanesi çocuk doğurmak. Dünya ortalama Amerikalının tüketim alışkanlıklarını kaldıramıyor, bunu biliyoruz. Nüfus kontrolü demeyi doğru bulmuyorum ama yaşamımızı nasıl sürdüreceğimizi düşünmemiz gerekiyor.”

Agnieszka, iklim krizinin etkilerinin Ontario’da bu yıl mevsim değişikliği şeklinde hissedildiğini, Haziran ayına kadar kar yağışı olduğunu anlatıyor. “Ayılar uzun bir süre uyanmadı. Uyandıklarında ise üreme ve beslenme ritüellerini bir arada ve çok hızlı bir şekilde yapmak zorunda kaldılar. Aynı zamanda kar yağışı yüzünden su seviyeleri yükseldi ve bu hem sellere neden oldu hem de göç eden balıkları etkiledi” diyen Agnieszka şöyle devam ediyor: “Kâr sistemi üzerine kurulmuş bir dünyada yaşadığımız sürece bu krizi çözemeyeceğiz. İnsanların ihtiyaçlarını merkezine alan bir sistem gerekiyor. Tüm bunları göz önünde bulundurunca çocuğuma nasıl güzel bir hayat sunabileceğimi bilmiyorum.”

Çocuk doğurmayarak onları ekonomik, sosyal ve çevresel zorluklarından korumayı hedefleyen Birthstrike hareketine neredeyse 200 kişinin katıldığını söyleyen Spencer ve Agnieszka, kendi çocuk yapmama tercihlerini yakınlarıyla konuşmanın zorluklarından da bahsediyor.

Agnieszka, “Ben Polonyalıyım ve aile kültürünü önemseyen bir aileden geliyorum. Neden çocuk yapmamayı seçtiğimi anlattığımda ailemin bir kısmı anlamıyor, bir kısmı da anlıyor ama sonra hayatına olduğu gibi devam ediyor. Hiçbiri yeni doğan çocuklara nasıl kaliteli hayatlar sunacağımız sorusunu cevaplayamıyor” diyor.

“Sağlık sektörünün iklim krizinde çok ciddi bir rolü var. Her çocuğun eşit haklarla ulaşabildiği bir sağlık güvencesi yok”

Performans sanatçısı Dicle Doğan. | Fotoğraf: Doğan’ın arşivi.

Performans sanatçısı Dicle Doğan önceliğinin doğmuş olan ve zor koşullarda yaşayan milyonlarca çocuğa daha güzel bir dünya bırakmak olduğunu söylüyor: “Zaman zaman hormonlarımın beni ele geçirdiğini hissettiğim dönemlerde, bu dünyada kendi inandığım koşullarda bir çocuk yetiştirebilir miyim sorusunu düşünüyorum.”

Doğan, kararındaki başlıca etkenleri şu şekilde aktarıyor: “Ama bir yılda tüketmemiz gereken kaynakların limitini üç ay içinde tüketiyoruz. Bu noktada da daha fazla insana ihtiyaç var mı diye düşünüyorum. Güvenilir gıda bulamamak, zehirli kimyasal kullanımının çoğalması, hızlı tüketim, sağlık sektörünün kapitalist yaklaşımları beni bu dünyaya yeni bir canlı getirmek konusunda düşündürüyor. Sağlık sektörünün iklim krizinde çok ciddi bir rolü var. Her çocuğun eşit haklarla ulaşabildiği bir sağlık güvencesi yok.”

“Hâlâ gidişatı değiştirebiliriz”

Caroline Hickman, dünyanın birçok yerinden, çocuk yapma koşullarının farklı olduğu ülkelerde benzer endişeleri olan insanlarla konuştuğunu anlatıyor. Bazı ülkelerde çocuklar 18 yaşından sonra bağımsızlaşıp kendi hayatlarını kuruyorken bazı ülkelerde uzun bir süre ailelerine bakıyor, onların yerine erken yaşta çalışmaya başlıyor. Hickman aynı zamanda sık sık ailelerine onları böylesine zor bir dünyaya getirdikleri için öfkeli olan çocuklarla görüştüğünü aktarıyor.

Ancak Hickman, dünyanın her yerinde iklim farkındalığının artmasıyla bu konudaki diyaloğun da zenginleşmesini öngörüyor: “Bunu insanlık tarihinde yaşadığımız diğer ruh sağlığı zorluklarıyla karşılaştırmamalıyız. Kıyamet fantezileri veya naif kurtuluş teorileri tehlikeli. İçinde bulunduğumuz belirsizliği kabul etmeli ve bu konuda birbirimiz ve çocuklarımızla yaptığımız konuşmaları normalleştirmeliyiz. Krizi ötekileştirmek veya korkunç bir canavar haline getirmek işimize yaramayacak, her konuşmamızın bir parçası olmalı. Ayrıca henüz hikâyenin sonuna gelmedik, hâlâ gidişatı değiştirebiliriz.”