8 Ağustos 2022
Karaburun’da rüzgâr ve güneş santralleri: İklim kriziyle
mücadelede bir uyumsuzluk örneği
Karaburun’da projelendirilen rüzgâr türbin yerleri yerleşim alanlarına çok yakın. Şimdi de kalan mera alanlarında güneş enerjisi projeleri planlanıyor. Geçim kaynaklarından olan yöre halkı göçe zorlanırken, bitkiler ve canlılar zarar görüyor
Karaburun yarımadasının yüzölçümünün yüzde 89’u yedi proje sahası olarak Rüzgâr Enerji Santrali (RES) firmalarına tahsisli. Yaklaşık 150 adet rüzgâr türbininin bulunduğu yarımada, uzun yıllardır RES’lerin çevresel etkileri ve buna dair yöre halkının mücadelesiyle gündemde. Son dönemde ise rüzgâr türbinlerinden kalan alanlara yapılmak istenen Güneş Enerji Santralleri (GES) Karaburun’un doğasında daha fazla tahribata neden olabilir.
“Bizler temiz ve yenilenebilir enerjiye karşı değiliz,” diyor ilçenin Belediye Başkanı İlkay Girgin Erdoğan, Parlak Köyü’nde, geçtiğimiz mayıs ayında köyün Badembükü’ne doğru olan yamaçlarına güneş panelleri yerleştirilmek istenmesine karşı yapılan bir eylemde. “Bu projeler başka hiçbir yer kalmamış gibi yarımadamızın tüm tabiatını ve habitatını bozarak, telafisi mümkün olmayan kayıplara yol açacak. Bu yüzden de diyoruz ki, bunun adı temiz enerji değil talan…”
Yarımadada GES’lerin yapılmak istendiği yerlerin başında Yaylaköy ve Parlak Köyü geliyor. Her iki köyde de Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecinin ‘halkın katılımı’ toplantıları yapılamadı. 21 Nisan’da Yaylaköy’de, Lodos Karaburun Elektrik Üretim A.Ş. tarafından yapılması planlanan “Karaburun Rüzgâr Enerji Santrali Yardımcı Kaynak Güneş Enerji Santrali” projesi ile ilgili ‘bilgilendirme toplantısı’ yöre halkı ve doğa savunucularının itirazları sonucu gerçekleşmedi.
Ayrıca, Öres Elektrik Üretim A.Ş. tarafından Kentsel Sit Statüsü ile koruma altındaki Sazak Köyü’ne bitişik alana kurulması planlanan GES için 9 Mayıs’ta Parlak Köyü’nde toplantı yapılmak istendi. Ancak yöre halkı bölgede çok sayıda RES projelerinin olduğunu, GES projeleri ile kalan mera alanlarının da yok olacağını, bu nedenle de faaliyetin istenmediğini protestolarla yoğun bir şekilde dile getirildi ve toplantının yapılmasına karşı çıktı.
GES projesi Özel Çevre Koruma Bölgesi sınırları içinde
Yarımadadaki ekoloji mücadelesine öncülük eden Karaburun Kent Konseyi, Parlak Köyü’nde yapılması planlanan GES proje alanının Özel Çevre Koruma Bölgesi sınırları içinde olduğunun altını çiziyor. Alanda “uluslararası ve ulusal ölçekte koruma altına alınan bitki, sürüngen, memeli ve kuş türlerinin” yaşadığına ve projeden dolayı zarar göreceğine vurgu yapıyor. Kent konseyine göre “RES türbinlerinin bozduğu silüet, şimdi GES projesiyle kültürel mirasa zarar verecek.”
Parlak Köyü’nün muhtarı Kadriye Gültekin de kültürel mirasın zarar göreceği görüşünde. GES yapılması planlanan mera alanının Sazak Köyü’ne yakın olduğunu belirtiyor. “Sazak, eski bir Rum köyü. Tarihi bir değeri olan köy. Burası Müzeler Müdürlüğü tarafından da tescillendi,” diyor Gültekin. Köylülerin tarım ve hayvancılıkla geçindiğini vurgulayan Gültekin, yarımada genelinde olduğu gibi Parlak’ta da keçi yetiştiriciliğinin son bulduğunu anlatıyor. Yaklaşık 15 yıl öncesinde köyde 7-8 kadar keçi sürüsü olduğunu, ancak yıllar önce meraların şirketlere veya özel şahıslara zeytinlik amacıyla kiralandığını, şimdi de RES’ler nedeniyle sürülerin otlayacak yer bulamadığını dile getiriyor Gültekin: “Şu an var olan mevcut meralarda otlayabilen bir tane sürümüz kaldı.”
Köyün etrafının neredeyse tamamının zeytin arazileriyle çevrili olduğunun da altını çizen Kadriye Gültekin, var olan 2-3 mera alanından bir tanesine RES kurulu olduğunu ve bunun altına da GES kurulmak istendiğini belirterek: “Burada köylü tamamen sıkıştırılmış durumda. Köye ne kadar zarar vereceği konusunda hiç kimsenin fikri yok. Bu kadarla kalacak denmesine rağmen biz böyle olmayacağını biliyoruz. Biz burada bunu istemiyoruz; bu kadar net” diyor.
“İnsanlar göçecek yer arıyorlar. En son gittiğimde karşıdaki Yunanistan adasını gösterip, ‘burada yaşayamıyoruz artık, oraya mı göçmemiz lâzım’ şeklinde serzenişlerde bulunmuşlardı”
Projeler göçe zorluyor
Gültekin, kültürel farklılıkların ve yerel dokunun korunmasını sağlayan agro-turizme yönelik çalışmalar yapılması gibi talepleri olduğunu söylüyor. Ayrıca ortalama nüfusu 150 olan köyden insanların, yenilenebilir enerji projeleri nedeniyle göç etmek etmek zorunda kaldığını belirtiyor. “Bize ‘burada yaşamayın’ deniyor. Köylünün başka gidecek bir yeri yok. Ben de bu köydenim, memleketim burası. Çocuklarıma miras bırakabileceğim bir şeyler olsun istiyorum,” diyor Gültekin. “Köylüler de benimle aynı düşüncede, ben de onları destekliyorum.”
Karaburun’daki ekoloji mücadelesini uzun yıllardır yakından takip eden Evrensel Gazetesi İzmir Temsilcisi Özer Akdemir, Parlak Köyü Muhtarı Gültekin’in de dile getirdiği sorunların yarımadanın çok büyük bir bölümünde yaşandığına dikkat çekiyor. Akdemir, bölgede yaşayanların geçim kaynakları olan hayvancılığı yapamaz duruma gelmeleri nedeniyle kentlere göçmek zorunda kaldıklarını söylüyor: “İnsanlar göçecek yer arıyorlar. En son gittiğimde karşıdaki Yunanistan adasını gösterip, ‘burada yaşayamıyoruz artık, oraya mı göçmemiz lâzım’ şeklinde serzenişlerde bulunmuşlardı.”
Rüzgâr türbinlerinin yöre halkının psikolojisini olumsuz etkilediğini belirten gazeteci Akdemir, türbinlerin çıkardığı sese dikkat çekiyor. “Uçakların havaalanlarında inip kalkarken çıkardıkları sese çok benziyor,” diyor Akdemir. “Gece gündüz, sürekli tepenizde ‘vın vın’ diye öterek ses çıkaran bir yapıyla yaşamak ciddi anlamda sıkıntılı.”
GES projelerinin RES’lere entegre edilmek istendiğini dile getiren Akdemir, “Yaşam alanları son derece daralmış, geçim kaynakları ellerinden alınmış, göçe zorlanan insanlar şimdi son kalan mera alanlarına, hatta nefes alacakları son alanlara GES gibi faaliyetlerin yapılmasına doğal olarak karşı çıkıyorlar” diyerek yöre halkının tepkisini paylaşıyor.
“Kazanılan davalar ne yazık ki bu ekolojik yıkıma ‘dur’ diyebilecek bir gücü, kararlılığı ortaya koyamıyor”
Akdemir, yarımadada özellikle RES’lere karşı uzun yıllardır süren ekoloji mücadelesine öncülük eden ve 2017 yılında 61 yaşında hayatını kaybeden İpar Buğra’yı da anmadan geçemiyor. “Ne yazık ki çok erken kaybettik kendisini. Karaburun Kent Konseyi’nin başkanlığını yaptı. RES’lerle ilgili mücadelede en önde yürüyen isimlerdendi. Karaburun’un Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilmesiyle ilgili de son günlerine kadar çok çaba verdi,” diye anlatıyor. “Karaburun’un bu şekilde kurtulabileceğini, RES istilasının önleneceğini düşünüyordu.”
Özel Çevre Koruma Bölgesi ilân edilmiş olsa da bölgede hâlâ yeni RES ve şimdi de GES projeleri gündeme geliyor. “RES’ler, GES’ler, ciddi bir sorun olan taş ocakları ve denizlerdeki balık çiftlikleri bölgenin ekolojik sorunları olmaya devam ediyor,” diyor Akdemir. “Kazanılan davalar ne yazık ki bu ekolojik yıkıma ‘dur’ diyebilecek bir gücü, kararlılığı ortaya koyamıyor.”
Karaburun RES süreçleri ile ilgili ilk dava, 2014 yılının mart ayında açıldı. O süreçten bu yana, Karaburunlu yurttaşların davacı olarak yer aldığı toplam 15 dava var. Üç ayrı davada verilen kararlar, adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşındı. Bu başvurulardan biri hakkında kabul edilemezlik kararı, bir diğeri hakkında ise kabul edilebilirlik ve adil yargılanma hakkının ihlali kararı verildi. Bir başvuru hakkında da henüz bir karar çıkmadı.
“Türkiye’de yenilenebilir enerji mevzuatı açık uçlu”
2014-2020 yılları arasında Karaburun Yarımadası’nda projelendirilen RES’lerin yol açtığı hak ihlallerinin, dava süreçleriyle birlikte incelendiği “İklim Değişikliği ile Mücadelede Bir Uyumsuzluk Deneyimi: Karaburun Yarımadası Rüzgâr Enerji Santralleri” başlıklı çalışmanın raportörü, avukat Cem Altıparmak, kazanılan davalar olmasına rağmen sahada bunun karşılığını göremediklerini söylüyor.
Kararların kağıt üzerinde kaldığını, hemen ardından yeni izinlerle RES’lerin yapımına olanak verildiğini belirten Altıparmak, bu konudaki problemleri “idarenin yerel halkın ihtiyaçlarına hiç uygun davranmaması ve yargı süreçlerinin benzer şekilde yatırımcının yanında yer alması” olarak sıralıyor.
Karaburun’da projelendirilen RES türbin yerlerinin yerleşim alanlarına olan mesafeleri, dünya standartlarının oldukça altında
Altıparmak, diğer bir problemin ise “Türkiye’de yenilenebilir enerji mevzuatının açık uçlu” olduğu görüşünde. “Rüzgâr enerji santralleri açısından somutlaştırırsak, rüzgârın nereden en estiği, veyahut da nereden kuvvetli estiği tespit ediliyorsa bu yeterli oluyor. Rüzgârın en kuvvetli estiği, en verim alacağınız yer, ister sizin doğanız, ister tarlanız, ister eviniz ya da SİT alanı olsun, hiçbir şeyi değiştirmiyor,” diyor.
Rüzgâr enerji santrallerinin dünya genelindeki uygulamalarındaki düzenlemelere de değinen Altıparmak, Karaburun’da projelendirilen RES türbin yerlerinin yerleşim alanlarına olan mesafelerinin dünya standartlarının oldukça altında kaldığını ifade ediyor: “Burada insanların yaşama ihtimalleri yok.”
Öyle ki, Lodos Karaburun RES projesindeki 41 numaralı türbin Yaylaköy’e 560 metre mesafede bulunuyor. Türbin mesafelerinin yerleşim yerlerine yakın olarak kurulması sadece Yaylaköy’e özgü değil. Sarpıncık RES projesindeki 14 numaralı türbin Sarpıncık Köyü’ne 300, 3 numaralı rüzgar türbini ise Haseki Köyü’ne sadece 230 metre mesafede bulunuyor. Bir türbinin yerden kanat ucuna kadar olan yüksekliğinin 150 metrenin üzerinde olduğunu söyleyen Altıparmak, “Biz, Karaburun’da 90 metrelik yerleri iptal ettirdik” diyor.
Altıparmak, Karaburun Yarımadası’nda kalan son mera alanlarına güneş enerji panellerinin yerleştirilmek istendiğini, bu nedenle yöre halkının şu ana kadar çok büyük zarara uğrayan geçim kaynaklarının kalmayacağını da vurguluyor. Altıparmak’a göre yerel ekonomik yapısı dağıtılan, doğası tahrip edilen yarımadada yapılanların iklim kriziyle mücadelede tam bir uyumsuzluk örneği.
Çözüm önerileri neler?
Altıparmak’ın raportörü olduğu, Haklar ve Araştırmalar Derneği tarafından Temmuz 2021’de yayımlanan raporda, Karaburun özelindeki RES uygulamalarından yola çıkarak, iklim krizi ile mücadelede desteklenmesi gereken bir yöntem olarak yenilenebilir enerji üretim politikalarındaki uyumsuzluğa yönelik çözüm önerileri sıralanıyor. Enerji üretim modelinin ‘yenilenebilir’ olarak tanımlanmasının, tek başına iklim krizi ile mücadele için yeterli olmadığı vurgulanan rapordaki öneriler şu şekilde:
> Yenilenebilir enerji uygulamaları, iklim değişikliği ile mücadele politikası ile uyumlu olmalı.
> Kırsal topluluklar için yerel kalkınma, adalet, eşitlik, toplumsal cinsiyet ilişkileri gibi temel prensiplerin yeniden tanımlanmasına yönelik dönüşümsel uyum politikalarının üretilmeli.
> Yerelin ihtiyaçlarını, yerel kalkınma ekonomilerini ve doğasını yok sayan yenilenebilir enerji uygulamalarının, insan ve doğa hakları ihlallerine yol açtığının farkına varılmalı.
> İklim değişikliğinin insan haklarına etkileri her aşamada analiz edilmeli ve buna uygun politikalar üretilmeli.
> RES türbinlerinin en yakın yerleşim yerine olan yaklaşma mesafelerine dair yasal düzenlemeler gecikmeksizin yapılmalı.
> İklim değişikliği ile mücadelede korunması gereken en önemli alanlardan olan karbon yutak alanları (orman alanları, çayır ve mera alanları, tarım alanları ve sulak alanlar) üzerinde, yenilenebilir dahi olsa enerji üretim santrallerine izin verilmemeli.
> İstisnai bir yol olan acele kamulaştırmanın, özellikle enerji yatırımları için sıradan bir uygulama haline gelmesine yol açan muğlak düzenlemeler yasal metinlerden çıkarılmalı.
> Yargı kurumunun iklim krizi ile mücadele bakış açısına sahip olması sağlanmalı.