Fotoğraf / Tom Fisk via Pexels

4 Mayıs 2021

Maden Kanunu 21 kez kimler için,
nasıl değişti?

Bahar Ünlü

Maden Kanunu 21 kez değişti. Ancak yapılan bütün değişiklikler doğal kaynakların daha iyi korunması ve madencilik faaliyetlerinin denetlenmesi yerine, ruhsatların daha kolay ve keyfî bir şekilde dağıtılmasına yol açtı

Türkiye’de maden sahalarının ruhsata açılması her zaman tartışması konusu. Özellikle ihalelerin Anayasa’ya uygun olup olmadığına dair ciddi soru işaretleri var. En son Nisan ayının ortasında, birçok çevre örgütü ve doğa savunucusunun Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün (MAPEG) ihaleye çıkardığı 606 adet maden sahasını yargıya taşıması bu tartışmalara bir örnek. Çünkü söz konusu davanın dilekçesinde devlet yetkililerin planlama görevini yerine getirmeyerek Anayasa’ya aykırı bir şekilde ihale süreci yürüttükleri iddia ediliyor. Bu da, madenciliğe açılacak alanların belirlenme yönteminden ruhsat başvurusu için gereken izin ve denetimlere kadar sürecin her basamağını incelemeyi gerektiriyor.

21 kez değişikliğe uğrayan, pek çok hukukçu tarafından Anayasa ve diğer ilgili mevzuatlarla çeliştiği yönünde eleştirilen Maden Kanunu, maden ruhsatlarına verilen onaylardaki boşluklar ve denetimsizlik; Türkiye’nin doğal varlıklarının madenciliğe teslim edilmesini mümkün kılıyor.

TEMA Vakfı’nın hazırladığı raporlara göre Temmuz 2019’dan bu yana 2 bin 685 noktada maden ruhsatı ihalesine çıkıldı. Maden ve Petrol Arama İşleri Genel Müdürlüğü’nün (MAPEG) sunduğu 2 Kasım 2020 tarihli en güncel veriye göre Türkiye’de 5 bin 375’i arama ve 9 bin 947’si işletme ruhsatı olmak üzere toplam 15 bin 332 aktif ruhsat bulunuyor.

Ruhsatları kim, nasıl veriyor?

Madenciliğe açılacak arazilerin belirlenmesinde ve ruhsatlandırılmasında ana mercii olan Maden ve Petrol İşletmeleri Genel Müdürlüğü (MAPEG), 2018 yılında Maden İşleri Genel Müdürlüğü (MİGEM) ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün (PİGM) kapatılmasıyla Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın bağlı kuruluşu olarak kuruldu. Genel Müdürlük, ruhsatlandırmaya açılabilecek alanların belirlenmesinde kilit yetkilere sahip. Türkiye’nin her bölgesindeki arazilerin arama ve işletme ruhsatları için yapılacak başvuruları değerlendiriyor, ihaleleri açıyor ve yönetiyor. Bakanlık, arazileri diğer kanunlar ile getirilen kısıtlamalara göre ruhsat müracaatına kapatabiliyor. Özel izinlere tabi alanlar da çeşitli kanunlara göre Genel Müdürlüğün görüşü alınarak belirleniyor.

 

Cangı: Her yeri Maden Kanunu ile madenciliğe açarsanız, ÇED aşamasına gelindiği zaman onun bir koruması kalmıyor

Avukat Arif Ali Cangı

Madenlerin kanunda beş ayrı grupta sınıflandırıldığını, arama ve işletme ruhsatlarının da bu gruplara göre verildiğini belirten Avukat Arif Ali Cangı, bazı ihaleler açık arttırma usulü yapılırken, bazıları için ise şartnamaler düzenlendiğini belirtiyor. Cangı ekliyor: “Siz her yeri Maden Kanunu ile madenciliğe açarsanız, ÇED aşamasına gelindiği zaman onun bir koruması kalmıyor. ÇED raporları bağımsız kamu kuruluşları tarafından değil, akredite ticari kuruluşlar tarafından hazırlanıyor. Firmalar ücretlerini proje sahibinden alıyorlar, ÇED olumlu kararı alamayacak rapora kim para verir?”

Arama ruhsatıyla fizibilite çalışması yapıp rezerv bulan şirketin işletme ruhsatı için alması gereken izinler, alanın büyüklüğüne, madenin dahil edildiği gruba ve arazinin niteliğine göre çeşitleniyor.

Şirketlerin alması gereken izinlerin pek çoğu ise üç ana bakanlığın onayını gerektiriyor: Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) kararı için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, arazi kullanım izni (tarım alanları için toprak koruma kurulu kararı, orman alanları OGM kararı vb.) için Tarım ve Orman Bakanlığı ve başvurunun ana mercii MAPEG’in bağlı olduğu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı.

Gazeteci İbrahim Gündüz

Gündüz: Ruhsat süresi dolmuş alanlar ve daha önce açılması düşünülmemiş maden sahaları da ihaleye açıldı

Türkiye’deki altın madenciliğini anlatan “Altın Ölüm” kitabının yazarı gazeteci İbrahim Gündüz, “Bu üç bakanlık el ele, onlara karşı itiraz da edemiyoruz,” diyor. ÇED’de taahhüt edilen tedbirlerin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kontrolünde gerçekleşmesi gerektiğini de vurgulayan Gündüz, ÇED’in halkın katılımıyla onaylanması gerektiğine değinerek, halk katılım toplantılarının gerektiği gibi geçmediğini belirtiyor.

TMMOB Maden Mühendisleri Odası Başkanı Ayhan Yüksel de bakan onayına bağlanan usullere itirazını dile getiriyor: “Maden mevzuatı varsa, hakkınız varsa, kanuna göre işinizi yapıyorsanız, bakan onayına gerek olmamalı. Maden sahalarının devir izinleri önce Başbakanlık onayına, 2015’te bakan onayına bağlandı. Hukuk ülkesinde olacak bir şey değil.”

Ruhsat alındıktan sonraki safhada başlayan ÇED, sürecin kritik aşamalarından biri. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve valiliklerin kontrolünde gerçekleşen ÇED süreci, projenin çevreye olası etkilerini ve bu etkilerin en aza indirilmesi için alınacak tedbirleri ortaya koyuyor. Bakanlık ve valilikler, ÇED sürecindeki başvuruların çok büyük kısmını ise değerlendirmeye tabi tutmuyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın verilerine göre, ÇED Yönetmeliği’nin uygulamaya girdiği 1993 yılından 2020’ye kadar alınan tüm kararlardan 61’i ‘ÇED Olumsuz’ kararı iken, 6 bin 118 ‘ÇED Olumlu’ kararı verilmiş. Seçme-eleme kriterlerine tabi projelerin 1134’ü için ‘ÇED Gereklidir’ kararına karşılık ise 65 bin 934 kez ‘ÇED Gerekli Değilkararı alınmış ve bu kararlarının neredeyse yüzde 49’u maden ve petrol sektörlerindeki projelere verilmiş.

Son yıllarda dikkat çeken toplu ihaleler MAPEG tarafından açılıp Resmî Gazete’den ilan ediliyor. 2020’nin Şubat ayında 491, Ağustos ayında 776 maden sahasının ihaleye çıkması milletvekilleri ve kamuoyunun tepkisini toplamıştı. Bu ihalelerde yer alan sahaların bir kısmı herhangi bir sebeple hükümden düşmüş, terk edilmiş veya taksir edilmiş alanlarken; bir kısmı da kısıtlama gerekçeleri çeşitli sebeplerle ortadan kalkan yeni alanlar. MAPEG, bu alanları bölerek ya da gruplandırarak ihale edebiliyor.

Ruhsat süresi dolmuş alanların ve daha önce açılması düşünülmemiş maden sahalarının da ihaleye açıldığını belirten Gündüz ekliyor: “Afyon-Uşak Bölgesi’ndeki Murat Dağı bunlardan biri; burası Menderes, Gediz, Porsuk gibi akarsuların ve binlerce derenin doğuş noktası. Fatsa’da insanların fındık bahçelerini, Tokat Erbaa’da Sakarat ve Boğalı yaylalarını, Samsun’da Şahin Dağları’ndaki ormanları madenciliğe açtılar. Bu alanların sayıları her sene artmış.”

 

 

Ruhsatları kimler, nasıl alıyor?

Kanuna göre maden hakları, Türkiye vatandaşı olup kamu görevlisi ve memur olmayan gerçek kişiler ile Türk Ticaret Kanunu’na göre kurulmuş tüzel kişiliği olan yerli ve yabancı şirketlere veriliyor.

Bakanlık verilerinde 2020 yılında 1185 ruhsat müracaatı yapıldığı bilgisi bulunurken, ihalelere katılan ve ruhsat sahibi olan şirketlerin niteliklerine dair detaylı verilere yalnızca çeşitli tarihlerde Meclis’te milletvekilleri tarafından verilen yazılı soru önergelerine Enerji ve Tabii Kaynakları Bakanlığı’nın yanıtlarından ulaşılabiliyor.

CHP milletvekili Gülizar Biçer Karaca’nın soru önergesine Şubat 2020’de verilen yanıta göre, Türkiye’de son beş yılda 3 bin 987 maden ruhsat ihalesi yapıldığı ve ihale edilen sahalardan 1148’inin ruhsata dönüştüğü, ruhsat düzenlenen 417 farklı firmanın 139 tanesinin yabancı olduğu belirtiliyor. Karaca’nın 2018 yılında başka bir soru önergesine aldığı yanıtta da tüzel kişiliğe haiz yabancı ortaklı şirketlere ait 597 adet ruhsatın yürürlükte olduğu bilgisi yer alıyor.

CHP Milletvekili Atilla Sertel’in soru önergesine verilen yanıtta, 2002-2019 yılları arasında düzenlenen 9 bin 936 ruhsatın 444’ünün yabancı şirketlere ait olduğu, CHP Milletvekili Erkan Aydın’a gelen yanıtta da Temmuz 2019’dan 2020’nin ortasına kadar 546 ihale ile verilen 264 adet ruhsatın 118 tanesi de yabancı şirketlere ait olduğu bilgisi veriliyor. Bu yabancı firmalardan Kanadalı Alamos Gold Çanakkale’de Kaz Dağları bölgesinde, Centerra Gold Kayseri’de, SSR Mining Erzincan’da, Eldorado Gold yerli taşeronu TÜPRAG Madencilik ile Uşak’ta altın madeni arıyor ve işletiyor. Yerli firmalardan Cengiz, Koç, Çalık, Eczacıbaşı gibi büyük holdingler geniş sahalarda, özellikle altın, bakır, gümüş gibi maden ruhsatlarına sahip.

Rödövans adı verilen devir usulü sebebiyle madencilik şirketlerinin ortaklık yapılarının çok karışık olduğunun altını çizen Gündüz, şöyle devam ediyor: “Ruhsatı alıp aramayı yapan şirket, işletmeyi başka bir şirkete verebiliyor. Ya da örneğin yabancı bir şirket 5 bin dönümlük araziden bin dönümünü yerli bir şirkete işlettiriyor. Devlet de şirket de bu devirlerden ücret alıyor. Asıl ruhsat sahibinin altında alt şirketlerden silsile oluşuyor.”

 

Türkiye’de 1980’ler öncesinde Maden Tetkik Arama (MTA) ve Etibank gibi kuruluşlar aracılığıyla devlet eliyle yürütülen madencilik faaliyetleri, 1985’te dönemin başbakanı Turgut Özal’ın politikalarıyla özel sektöre açılıyor. Bugün bir kısmı hâlâ Türkiye’de madencilik faaliyetleri yürüten büyük yabancı şirketler 90’lı yıllarda Türkiye’de maden arama-işletme faaliyetlerine yatırım yapmaya başlıyor. Özel sektörün koşullarına uygun olarak değiştirilen kanunlarda 2000’lerden beri yapılan değişikliklerle günümüzde koruma altında olması gereken pek çok yer madencilik faaliyetlerine açık hale geliyor.

 

Yüksel: Sektör maksimum fayda elde edip çekip gidiyor, açılan madenin pisliğiyle uğraşmak yöre halkına kalıyor. Yerin altındakini çıkarmanın değeriyle yerin üstüne gelecek zarar karşılaştırılıyor olmalı

TMMOB Maden Mühendisleri Odası Başkanı Ayhan Yüksel

Madenciliğin yüzde 92 oranında özel sektör tarafından yapıldığını belirten Yüksel, faaliyetten elde edilen tüm kârın bu şirketlere kaldığını söylüyor: “Eskiden yöreyle barışık bir madencilik yapılıyordu, halka da bir getirileri oluyordu. Şu an özel sektör maksimum fayda elde edip çekip gidiyor, açılan madenin pisliğiyle uğraşmak yöre halkına kalıyor. Yerin altındakini çıkarmanın değeriyle yerin üstüne gelecek zarar karşılaştırılıyor olmalı.”

Cangı ise “Ruhsat alındıktan sonra sanki kutsal belgeye sahip olunmuş gibi, madencilik mevzuatının ayrıcalık ve dokunulmazlıklarından yararlanılıyor. Her yer madenciliğe açılmış durumda, hukukî engellerin nasıl aşıldığını Maden Kanunu’nun 7. maddesine bakarak görebiliriz,” diyor.

Kanunun 7. maddesi, maden faaliyetlerine kapalı tutulması gereken su havzaları, orman alanları, tabiat parkları, sit alanları gibi koruma altına alınacak alanlara ilişkin kısıtlamaları düzenlemesi sebebiyle önemli. Maden Kanunu’nda 2001 yılından beri yapılmış 21 değişiklikten beş tanesi 7. maddede yapılıyor. Değişikliklerle bu tip özel alanlarda yapılacak faaliyetlere çeşitli esneklikler getiriliyor, alınacak izinlerde MAPEG’in yetkileri arttırılıyor. Benzer değişiklikler Orman Kanunu’nda da yapılarak, madencilik faaliyetleri kapsamına giren her türlü yer yol bina ve tesis inşaatının ormanlar içinde yapılmasına bakanlığın izin verme yetkisi getiriliyor.

 

Kızıldere: Kanun değişikliğinde 6. maddenin geri çekilmesinin ardından korunan alanlara ruhsatsız girişin yolunu açacak birtakım hamleler bekliyorduk. Aslında 7. maddeye getirilen ek fıkralar kısmen de olsa bunu sağlıyor

HDP Ekoloji Komisyonu Eş Sözcüsü Menekşe Kızıldere

HDP Ekoloji Komisyonu Eş Sözcüsü Menekşe Kızıldere ise, geçen yıl Meclis Genel Kurulu’nda “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin maden ve enerji şirketlerine sınırsız imtiyaz ve denetimsizliğin yolunu açan 6. maddesinin, çıkarılmasının önemini hatırlatıyor. Fakat ekliyor: “Bu bir kazanım ama yetersiz. 6. maddenin geri çekilmesinin ardından korunan alanlara ruhsatsız girişin yolunu açacak birtakım hamleler bekliyorduk. Aslında 7. maddeye getirilen ek fıkralar kısmen de olsa bunu sağlıyor,” diyor. Ayrıca Kızıldere’ye göre kanun teklifinin 13. maddesi de sorunlu: “Söz konusu maddeyle çöplerden elektrik üreten firmalar biyokütle kapsamında Yenilenebilir Enerji Kaynakları Teknoloji Eğitim Merkezi (YEKTEM) teşvikinden yararlanabilecek.”

Mevzuatla çelişen kanunlar var mı?

Yasa ve yönetmeliklerin bir hukukçunun bile zor anlayacağı kadar değiştiğini ve bu değişikliklerin kendi içinde tutarlılığı olmadığını aktaran Avukat İsmail Hakkı Atal da, “Maden Kanunu’nun kısıtlayıcı tarafı kalmadı. Yok edici faaliyetleri gelişigüzel biçimde yasaya ekliyorlar. Yönetmelik hükümleri birbiriyle çelişiyor,” diyor.

Atal, “normlar hiyerarşisi” kavramını hatırlatarak mevzuatın diğer çelişkilerini şöyle aktarıyor: “Çevre koruma bölgesinde ruhsat verildiğinde biz itiraz etmek için maden kanunun üstünde ve ondan önce çıkarılmış başka kanunları işaret ediyoruz. Normlar hiyerarşisine göre uluslararası sözleşmeler, koruyucu sözleşmeler ve Anayasa’nın önceliği vardır. Yeni kanunlarda çelişen hükümler olduğunda zaman önceliği nedeniyle önceki kanun veya koruyucu kanunlar uygulanır. Maden mevzuatı, kendinden önce çıkarılan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Toprak Koruma Kanunu, Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılatılması Hakkında Kanun ile çelişiyor. Bunlar yokmuş gibi gösteriliyor. Bu mevzuatın uygulanabilirliği yok ama yukarıdan talimatla uygulanıyor.”

 

Atal: Maden mevzuatı, kendinden önce çıkarılan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Toprak Koruma Kanunu, Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılatılması Hakkında Kanun ile çelişiyor. Yukarıdan talimatla uygulanıyor

Avukat İsmail Hakkı Atal

Atal, bu kanunlar yasayla kaldırılsa da Maden mevzuatının en başta Anayasa’ya ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırı olduğunu ifade ediyor. Anayasa’nın 56. Maddesi, “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak Devletin ve vatandaşların ödevidir” hükmünü içeriyor.

Hükümetin ulusal bir madencilik politikası olması gerektiğini ifade eden Yüksel ise, “Hukukun kuralları işlemeli ve bu kurallar belirlenirken toplumun tüm kesimlerinin görüşü alınmalı. Çevreyle uyumlu, yöre halkının onayını almış madenciliğin ve denetilmesinin mevzuata girmiş olması lâzım” görüşünü dile getiriyor.

Özelleştirmelerin iktidar döneminde yavaş yavaş genişletildiğini söyleyen Gündüz, “Devletin çıkardığı sınırlamalar madenciliğin çerçevesini çizer. Türkiye’yi maden ülkesi yapacağız şeklinde açıklamalar yapılıyor. Küresel ısınma, salgın gibi temel meselelerimiz varken en değerli varlıklarımız ormanlar ve su kaynaklarımızı acımasızca katleden maden politikaları acilen terk edilmeli,” diyor.

Sermayenin, karar vericiler ve iktidarın politikaları üzerinde ciddi bir etkisinin olduğunu dile getiren Kızıldere ise sözlerini şöyle tamamlıyor: “Bu kadar sermaye odaklı politika yapma süreçleri doğrultusunda, köklü devlet yapısı ve hukukun üstünlüğü yerine günü birlik geçici iktidar politikaları uygulanıyor. Bu eninde sonunda bir yönetim krizi doğuracaktır. Devlet yurttaşlarını ve ekolojik varlıklarını korumakla yükümlüdür. Ekolojik varlılar devam ettirilemez olur ve yurttaşlar çok ciddi hak kayıplarına uğrar.”