Fotoğraf / Tom Fisk via pexels

11 Mayıs 2021

Kirli bir ticaret: Plastik atık ithalatı

Zeynep Yüncüler

Türkiye 17 yıldır Avrupa’dan çöp ithal ediyor. Doç. Dr. Gündoğdu, “Çöp ithalatı meselesi tüccarların kontrolünde. Dolayısıyla denetlenip cezalandırılacakları bir ortam yok. Bu yüzden çöp ithal etmeye devam edeceğiz” diyor

Yılda 37 milyon ton plastik çöp üreten Türkiye, 2004 yılından bu yana Avrupa’dan çöp ithalatı da gerçekleştiriyor. 2019 verileri, Türkiye’nin yılda 11,4 milyon ton çöp ithal ettiğini, bunun 582 bin tonunun ise plastik olduğunu gösteriyor. Deniz biyoloğu ve mikroplastik araştırmacısı Doç. Dr. Sedat Gündoğdu’ya göre, Türkiye çöpüyle üç-beş ülkeye daha yetecek plastik atık üretmeye aday bir ülke. Plastik kirliliğine sunulan çözümlerin ise bir illüzyondan ibaret olduğunu belirten Gündoğdu ile plastiğin nasıl ve ne zaman hayatımızın her alanında yer aldığını konuştuk.

 

› Türkiye’de plastik deyince akla ilk siz geliyorsunuz. Ne zaman ve neden plastikler çalışma konunuz oldu?

Sedat Gündoğdu: 2015’te başladı. Balıkların biyolojisi ve biyoekolojisi üzerine doktora yapıyordum. Sahada trol ağlarıyla çalışma yürütürken, bir noktadan sonra denizden, balıktan çok çöp çıkmaya başladığını fark ettik. Bunun üzerine doktoram bittikten sonra da bu çöp meselesine çalışmaya başlarım diye düşündüm ancak, konum farklı olsa da hemen araştırmalara başladım. Mikroplastik diye bir şeyi fark ettim. Daha doktoram bitmeden, Prof. Dr. Cem Çevik ile birlikte bu konuyla ilgili bir proje başlattık. İskenderun Körfezi ve Mersin Körfezi’nin olduğu bölgelerde yüzeyden su numuneleri aldık, dipten trol çektik ve çöp topladık. Sahillerdeki plastikleri inceledik. Böylece mikroplastik bizim hayatımıza girdi. Çalışmalarımızla, bu bölgenin de Akdeniz’in en kirli bölgesi olduğunu tespit ettik. Sonra plastikler denizde varsa denizden elde edilen ürünlerde de vardır dedik ve tuzlarla ilgilenmeye başladık. Çünkü tuz en belirgin denizel ve biyolojik olmayan malzeme. Çalışması rahat, incelemesi daha kolaydır. Dünyada da örnekleri var, en azından karşılaştırma yapabiliriz diye düşündük. Çin’de bir çalışma yapılmıştı. Sonra bu proje kapsamında biz de çalıştık tuz üzerine, bayağı ses getirmişti. Zaten ondan sonra benim ismim ve mikroplastik aynı anda anılır olmaya başladı.

Doç.Dr. Sedat Gündoğdu

“Özellikle 90’ların başında plastik hayatımıza kitlesel olarak girdi. Bu tarih, dönüm noktası olabilir”

 

› Peki, biz plastiği ne zaman tanımaya başladık?

S.G: Ben kendimden örnek verebilirim, insanlar bununla mutlaka paralellik kuracaktır. Çocukken İstanbul, Kasımpaşa’da yaşarken, oturduğumuz mahalleye eskici gelirdi. Annem, plastik leğen ve plastik halı tarzı şeylerden alırdı. O zaman hayatımıza plastik girmeye başladı. Semt pazarına gittiğimizde de her şey kese kağıdında olurdu, poşette olmazdı. Örneğin, bakkala gittiğimizde de peynir kâğıtta verilirdi. Sonra bir anda bunların hepsi kayboldu. 90’lar, özellikle 90’ların başında plastik hayatımıza kitlesel olarak girdi. Bu tarih, dönüm noktası olabilir. Dünya için durum daha farklı. Bizde nüfusun büyük çoğunluğu köyde yaşarken, dünyanın diğer bölgelerinde kentsel hayat çok gelişkindi. Özelikle Avrupa’da ve Amerika’da alışveriş merkezleri, marketler, büyük mağazalar vs. hızla yayılmaya başlamıştı. Biz tabii bu neoliberal politikalara ayak uyduramamıştık, Turgut Özal bizi dünyaya açmamıştı tam olarak. Ama 70’lerde plastik poşet furyası başlamıştı tüm dünyada. Üzerinde gülen surat olan bir plastik poşet tüm Amerika’yı etkisi altına aldı. Geliştirilen teknolojiyle plastik, diğer ambalaj sektörüne de çok hızlı girdi. Gıdaların uzun transferi için plastik kaçınılmaz bir malzeme olarak pazarlandı. 80’lere gelince, plastiğin uygulama alanları arttı. Poşetten sonra pet şişe hayatımıza girdi, Coca Cola gibi, Pepsi gibi büyük firmalar artık cam şişede içecek satmayı bıraktı. Alüminyum teknolojisi plastikle kaplanmaya başlayınca, alüminyum da ciddi anlamda kullanılmaya başlandı. Yani hayatımızın birçok alanında aslında hiç plastik yokken o alandaki bütün tedarik zinciri plastiğe elverişli hâle dönüştü. Bugün hayatımızın her alanında plastiğin olmasının nedeni plastikle beraber dönüşen sanayi üretimi. Bugün üzerimize giydiğimiz elbiseden gözlük camına, kameradan bilgisayara, duvar boyasından koltuğa kadar her şey artık plastikten yapılma.

“Bu işin çözümü bireysel önlemler değil”

› Alternatifler var sanırım ama onlar da pahalı. Örneğin bir firma patates nişastasından çöp poşeti üretmiş. Fiyatı normal poşete göre üç kat fazla diyebilirim.

S.G: Yaşadığınız yerdeki belediyenin bir kompost tesisi yoksa, o patates nişastasından yapılmış poşetin diğer bir poşetten hiçbir farkı yok. Örneğin, benim kuzenim İspanya’da yaşıyor. Şehrin kompost sistemi var. Daha sonra onları götürüp gübre vs. yapabiliyorlar. Türkiye açısından konuşursak, verdiğiniz örnekle, doğaya saygılı yaşamak artık bir ticari faaliyet haline geldi diyebiliriz. Bugün BİM’den ve A101’den alışveriş yapan, Halk Ekmek kuyruğuna giren bir insana pet şişede su içme, cam şişede su iç diyemezsiniz. Aynı miktar su cam şişe de 5 lira, pet şişede 1 lira. Toplumun büyük kesiminde gelir seviyesi asgari ücret. Benim söylediğim şeylere uyması için öncelikle bu insanların yaşayabilir seviyede maaş alması gerekiyor. O yüzden ben bireysel önlemlere hiç girmiyorum. Hep söylüyorum bu işin çözümü bireysel önlemler değil. O yüzden plastik üretimini azaltmamız, tek kullanımlıkları yasaklamamız lâzım.

› Biraz da günlük hayatımızdan örneklerle, plastik ve mikroplastik arasındaki farkı öğrenebilir miyiz?

S.G: Beş milimetreden daha küçük plastiklere mikroplastik diyoruz. Ya doğrudan o formda üretiliyor ya da büyük plastiklerin çeşitli faktörler yardımıyla parçalanması sonucu oluşuyor. Örneğin, ben geçen gün dolapta kalmış poşete bir baktım bayağı bir mikroplastik hale gelmiş. Zaman içerisinde UV ışınları, sonra rüzgâr, başka canlıların onu parçalaması gibi faktörler, nem, denize giderse tuzluluk gibi faktörlerin etkisiyle bu plastikler daha küçük parçalara bölünüp mikroplastiğe dönüşebiliyor. Bir de doğrudan mikroplastik olarak üretilenler var. Onlar da boncuk şeklinde görünüyor. Bunlar ham pelet formundaki plastikler. İçerlerine çeşitli kimyasallar koyup bizim günlük kullandığımız plastiklere dönüştürüyorlar. Bir de yüz temizleme jelleri içerisinde “peeling” etkisi yapsın diye kullanılan mikro boncuk / mikro yatak denilen plastikler var. Onlar da doğrudan mikroplastik olarak üretiliyor. İşte bu çok duyduğumuz kot taşlama meselesinde kullanılanlar da silikon mikroplastik tanecikler, silikon da bir plastik türü çünkü. Yine benzer şekilde aşındırıcı olarak kullanılan her türlü toz aslında birer plastik. Çoğunlukla doğadaki mikroplastiklerin büyük çoğunluğu bizim ikincil mikroplastik dediğimiz daha büyük plastiklerin parçalanması sonucu oluşan mikroplastik. Yani bir yerde plastik poşet görüyorsanız orada mikroplastik kesinlikle vardır. Biz böyle diyoruz, bir yerde makro plastik varsa mikro vardır, mikro varsa nano vardır.

› İnsanların genelde plastik olacağını düşünmediği veya bilmediği şeyler de var. Neler olabilir onlar?

S.G: Sigara izmaritinin genelde plastik olduğu bilinmez ama plastik. Selüloz asetat denen bir plastik türü. Diş macunu içerisine de plastik katıyorlar. Amacının ne olduğunu ben çözemedim ama aşındırıcılık katıyor muhtemelen. Şampuanlar, bulaşık makinalarındaki tablet deterjanların kaplaması, onlar da eriyebilen plastik. Yani PLA dediğimiz, polilaktik asit denilen bir tür plastik. Onlar da plastik olabiliyor. Halı plastik. Duvar boyası plastik. Araba lastiklerinden çok ciddi mikroplastik saçılıyor etrafa. Peçete, bu aralar çok kullandığımız maskeler. Maskelerden ciddi anlamda mikroplastik soluduğumuzu gösteren bir çalışma da var. Biz de böyle bir çalışma yapmayı planlıyorduk ama bizden erken davrandılar. Aklıma bunlar geliyor. Aslında plastik olmayan şey çok az.

“Çöp ithalatı meselesi sınıfsal bir mevzu”

› Uzun yıllardır da Avrupa’dan Türkiye’ye plastik çöp ithalatı yapılıyor. Bu devam edecek mi sizce?

S.G: Burada söz konusu para. Yani birincisi alıcı için ucuz; ihraç eden ise kurtuluyor plastikten. Plastikleri yakmak ya da geri dönüşüme göndermek zorunda. Geri dönüşüm de çok maliyetli. Yakarak kendi havasını kirletmek de istemiyor. Karbon bütçesini boş yere plastik yakmaya heba etmek istemiyor. Aslında bu insanlar zaten geri dönüşmeyeceğini biliyor bu plastiklerin. Kendi ülkesinde niye yalandan bir sistem kurmaya çaba harcasın ki? Ne yapıyor? Çevre yasası olmayan, meraklı ülkere çöpünü veriyor, ki zaten bu sınıfsal bir mevzu.

“Gelişmiş ülkeler, biz daha temiz bir ortamda yaşamayı hakkediyoruz, o yüzden az gelişmiş ülkelere çöp göndermek mantıklı diye düşünüyorlar. İlk olarak termik santral atıkları ve nükleer atıklar gönderiliyor”

› Niye sınıfsal bir mevzu?

S.G: İlk olarak 1980’lerde ortaya çıkıyor bu atık ticareti mevzusu. Kabaca, gelişmiş ülkelerin ekonomistleri, yöneticileri yani biz çok geliştik, biz çok gelişmişiz, bizim çevremiz kirlenmeyi hak etmiyor az gelişmişlerin çevresine gönderelim, diyor. Çünkü onların çevre/dünya gibi bir derdi yok. Derdi olan biziz. Biz daha temiz bir ortamda yaşamayı hak ediyoruz, o yüzden az gelişmiş ülkelere çöp göndermek mantıklı, olabilir diye düşünüyorlar. Böyle başlıyor. İlk olarak termik santral atıkları gönderiliyor, nükleer atıklar gönderiliyor. Hatta bugün Basel Konvansiyonu denilen konvansiyonun çıkış nedeni de bu. Bir tane gemi Amerika’dan aldığı bir termik santral atığını boşaltamadığı için Pasifik Okyanusu’nun ortasında batırılıyor. Ondan sonra zararlı/tehlikeli maddelerin, uluslararası dolaşımı ile ilgili anlaşmalar ortaya çıkıyor. İşte o tehlikeli atık ticaretinin geldiği nokta plastik atık ticareti. Gönderen ülke kurtulmak için gönderiyor alanlarda ucuz diye alıyor, bir de para kazanıyor.

› Bizim buna herhalde ihtiyacımız yok değil mi?

S.G: Kesinlikle yok. İhtiyacımız var diyen yalan söylüyor. Açık, aleni yalan söylüyor. Çünkü ihtiyacımız var kısmının altında yatan neden “Bizim çöpümüz temiz değil.” İyi de gelen çöp de temiz değil ki. Gelen çöpün de yarısı kirli çöp. Yakın zamanda ithalat yapan bir firmadan bir arkadaşım dedi ki, bize gelen ithal atıkların, ithal çöplerin yüzde 50’sini geri veriyoruz, geri gönderip yaktırıyoruz dedi. Serbest mi, dedim. Hayır, kılıfına uydurup yaktırıyoruz, dedi.

“Türkiye’de çöp ithalatı meselesi tüccarların kontrolünde”

› Bir denetleme yok o zaman?

S.G: Yok. Denetleme o kadar zayıf ki. Yani ‘var’ da eh işte ‘var’ yani. Her şeyi ‘denetliyorlar’. Gıda sahteciliği konusundaki denetleme ne? Bakanlık her yıl bir liste yayınlıyor. Ee sonuç? Adam ismini değiştirip tekrar satıyor. Yaptırım yok çünkü. Denetlemeden kastı o. Türkiye’de şu anda çöp ithalatı meselesinde mevcut atmosfer tamamıyla şirketlerin ve yani bu tüccarların kontrolünde yürüyor. O yüzden onların denetlenip cezalandırılacağı bir ortamın şu anda oluşmasının imkânı yok. Bu yüzden biz çöp ithal etmeye devam edeceğiz. Bunların para kazanma hırsından kaynaklı.

“Bizim kendi çöpümüz emin olun bizimle beraber 3-5 ülkeye daha yetecek plastik atık üretmeye aday”

› Bir yandan da atık sorunu çözmek amacıyla Türkiye Çevre Ajansı kuruldu. Bu konuda da rant iddiaları var.

S.G: Evet. Örneğin, yakında depozito sistemi gelecek sözde. Ama çalışmayacak, amaç plastik çöp azalsın değil. Rant kaynağı olarak bakılıyor bu sisteme. Orada milyar dolarlık bir pazar varmış. O yüzden kurdular Çevre Ajansı’nı. Bizim kendi çöpümüz emin olun bizimle beraber 3-5 ülkeye daha yetecek plastik atık üretmeye aday.

› Yani, ne kadarlık bir üretim?

S.G: 2019’da Türkiye bir yılda 11,4 milyon ton çöp ithal etti, bunun 582 bin tonu ise plastik. Türkiye’nin yıllık plastik çöp üretimi ise en son 37 milyon tondu. Dünyadan senin ithal ettiğin çöp bir buçuk milyon ton. Ürettiğin çöpün de ancak sen 20-30 bin tonunu toplayabiliyorsun. Azaltmayı yapamıyorsun, toplamayı da beceremiyorsun. Ama bu noktada çöp ithal edelim, ham maddeyi karşılayalım demek aldatmacadır. Yurtdışına para ödeyen firmalar kendi çevrelerindeki plastik çöp toplama alt yapısına para harcasalar dışarıdan getirdikleri çöpün aynı miktarını toplayabilirler. Tabii dertleri o değil. Bu taraf aslında biraz karanlık.

› Bu firmalıların yurtdışı faaliyetleri ile ilgili açık veriler yok mu, ulaşamıyor muyuz?

S.G: Avrupa Birliği açıklarsa öğrenebiliyoruz. Bizde veri yok, bakanlık hiç açıklamıyor. Üstüne, “Türkiye, Avrupa’nın çöplüğü oldu” haberlerini yapan da Avrupa. Bazen biz burada kendi kendimize eğleniyoruz gibi geliyor, sadece bu ithalatın yasaklanmasını talep edebiliyoruz.

 

 

“Çöp ithalatını yasaklamak gibi bir niyet yok”

› Hiç mi kazanım olmadı?

S.G: Elde ettiğimiz tek şey kota oldu. İlk başta isteyen istediğini getirebiliyordu, hatta yasadışı faaliyetler oluyordu. Sonra yüzde 80 kotası getirdiler. Yani kapasiteniz 100 tonsa, 80 ton yurtdışından getirebilirsiniz, 20’sini içeriden alabilirsiniz. Bu kota daha sonra yüzde 50’ye indi. Daha sonra karışık plastik çöp ithalatına da yasakladılar. Ama plastik çöp ithalatını yasaklamak gibi bir niyet yok.

“Plastik tüketimine neyi alternatif koyarsanız koyun yaratacağı etki plastikten daha fazla olabilir”

 

› Ne yapmalıyızdan çok, insanların veya yönetimlerin çözüm olarak düşündüğü ancak çözüm olmayan uygulamalar neler?

S.G: Geri dönüşüm. Çünkü geri dönüşüm bir çözüm alternatifi değildir, büyük fotoğrafın içinde küçük bir ayrıntıdır. Çünkü plastik en fazla üç defa geri dönüştürülebilir. Bir pet şişe aldınız, geri dönüşüme gitti o pet şişe bir daha pet şişe olmuyor. Muhtemelen iplik olacak, halı yapılacak ve o bir daha geri dönüşüme uğramayacak.

Sıfır atık var. Plastik üretildiği müddetçe de sıfır atık da söz konusu değil. Türkiye’de sıfır atık düşüncesi, üretilen çöpün ayrı paketlere, kutulara veya konteynırlara atılması. O atıklar tekrar geri dönüşüm tesisine gidince döngüye katılmış oluyor. Döngüsel ekonomi dedikleri illüzyon da bundan ibaret.

Plastiğe alternatif malzemeler. Bu denli plastik tüketimine neyi alternatif koyarsanız koyun yaratacağı etki plastikten daha fazla olabilir. Niye? Kenevirden pet şişe üretmişler çabuk parçalanıyormuş. Yılda trilyonlarca adet plastik tüketiliyor. Bunun için ne kadarlık bir alana kenevir ekmeniz lâzım? Bunun su, alan, gübre vs. maliyeti. Bunları hesaba kattığımız zaman petrol üretmekten bir farkı kalmıyor bu işin. Bu örnekler çoğaltılabilir. Alternatifler bir çözüm değil. Aslında bunlar sorunun ortadan kaldırılmamasına hizmet eden PR çalışmaları.

“Plastik üretimin azaltılması, tek kullanımlık plastiklerin yasaklanmasını merkeze almayan hiçbir çözüm önerisinin başarılı olma şansı yoktur”

› Çözüm ne o zaman?

S.G: Plastik üretimin azaltılması, tek kullanımlık plastiklerin yasaklanmasını merkeze almayan hiçbir çözüm önerisinin başarılı olma şansı yoktur. Amerikalı bir geri dönüşüm endüstrisinin temsilcisi “İnsanlara plastiğin geri dönüştürülebilir olduğunu ve onu doğru kutulara attıklarında plastiğin geri dönüştüğü fikrini aşılarsak onu çevresel maliyeti konusunda kaygılarını da azaltırız bu konuda da çok fazla dert etmezler,” demişti. Yani plastik geri dönüşümü bir mitten ibaret.

Bugün artık dünya plastik kirliliği konusunda geri dönülmez bir aşamaya kadar geldi. Plastiği keşfettik bir hata yaptık. Mümkün olduğunca artık bundan uzaklaşmamız lâzım. Eğer bundan uzaklaşmazsak anne plasentasından doğmamış çocuğa kadar bu plastikleri bulabiliyoruz artık. Bu plastikler buzdağının görülen yüzü. Bir de nano plastik tehlikesi var. Bunun insan sağlığına etkisini bilmiyoruz, tespit edilmesi çok zor. Daha fazla gelecek nesillerden temiz doğa, temiz yaşam ve temiz çevre hakkını gasp etmemek adına bu işi ciddiye almak zorundayız. Bu herkesin sorumluluğu sadece bireysel önlemlerden ziyade karar alıcıların da önlem alması için baskı oluşturmaktan başka çaremiz yok.