24 Ocak 2025
Kurtarılan köpekler için imece usulü bir güvenli yaşam alanı: Savunmasız Canlar
Savunmasız Canlar, Bursa Gölyazı’da sokaklarda barınamayan köpeklere güvenli bir yuva sağlayan bir yaşam alanı. Gönüllüler aralarında yardımlaşarak yeni yasal düzenleme sonucu sayıları her gün artan yüzlerce köpeğin bakımını üstleniyor
“Spartaküs, gel buraya!” diye sesleniyor Timur Yılmaz, kucağıma hoplayan afacan mı afacan köpeği çağırarak. Sivri kulaklarıyla, ışıl ışıl ışıldayan biri mavi, diğeri kahverengi gözleriyle Spartaküs’ün sevecenliği bu soğuk kış günü beni sımsıcak sarıyor. Güzelliğinden gözümü alamadığım Spartaküs, Savunmasız Canlar’ın yuva olduğu yüzlerce köpekten biri. Aynı zamanda karşılama komitesinin de fiili başkanı. Yanındaki bir Alman kurdu ve bir başka sokak köpeği ile birlikte kendilerini sevdirmeden giriş kapısından içeri girmemi istemiyorlar. “Hoş bulduk” dercesine, kuyrukları neşeyle sallanan bu sevimli komite üyelerinin başlarını birer birer okşuyorum. “Güzel oğlum benim,” diye diye yanıma geliyor Timur. Bir yandan bana yolu gösterirken, bir yandan o da benim gibi bu sevgi yumağına kendini kaptırıyor.
Savunmasız Canlar, Bursa’nın Nilüfer ilçesinde bulunan Gölyazı’da gönüllülerin köpekler için yaşam alanına dönüştürdükleri bir arazi. Burada terk edilen, sokaklarda barınamayan ve barınaklardan geri bırakılan köpeklerin bakımları sağlanıyor. Arazinin kapısında siyah yağmur botları, kafasında siyah beresi ve üzerinde kalın montuyla beni karşılayan kılavuzum Timur bu yaşam alanının kurucusu. Zamanının tamamını Savunmasız Canlar’a adıyor. Beni içeri alır almaz “müsaadenle, köpekleri beslemem lazım” diyerek yanımdan ayrılıyor. Bir yandan köpekleri severken bir yandan da onu dikkatle izliyorum. On, bazıları on beş kiloluk mama paketlerini sırtlayıp mama kaplarını doldurmaya başlıyor. Köpekler her şeyden önce geliyor.
Timur, tam sayısı sürekli değişmekle beraber arazide bin 200 kadar köpeğin barındığını söylüyor. Doğum yapanlar ve yavruları mı dersiniz, yoksa yaşlı, engelli ve hasta köpekler mi… “Sadece 126 tane elim kadar yavru var,” diyor Timur. Savunmasız Canlar, bakıma ihtiyaç duyan köpeklerin sığınağı haline gelmiş. Aralarında bir zamanlar sokaklarda özgürce dolaşanlar da var, parayla satın alındıktan sonra insanların sokaklarda terk ettiği cins köpekler de. Tabii gönüllülerin barınaklardan kurtardıkları ve sokaklarda güvensiz alanlarda buldukları da çok. Liste böylece uzuyor.
Savunmasız Canlar’ın arazisi oldukça büyük. Çevremde gönüllülerin destekleriyle yapılan kulübeler ve satın alınan çok sayıda konteyner görüyorum. Bazı konteynerlerin üstünde onları bağışlayan hayvanseverlerin isimleri yazıyor. Padoklarda bulunan köpekler boylarına veya birbirleriyle nasıl anlaştıklarına göre ayrılmış. Bu köpeklerin haricinde, orta alanda barınanlar da var. Savunmasız Canlar’ı ziyaret ettiğim bu soğuk havada her gün araziye gelerek, yüzlerce köpeğin bakımını, beslemesini yapmanın ne kadar zor olabileceğini düşünüyorum. Araziye adımımı atar atmaz burnumun ucunun ve ellerimin donduğunu hissetmeye başlamıştım. Ancak daha da önemlisi, gönüllülerin bunca özverisine rağmen desteğe ihtiyaç duyan köpeklerin sayıları her geçen gün artıyor.
“Yüz haneli bir mahalle düşünün. O yüz haneli mahallede sadece iki hane sokaktaki hayvanlara bir şeyler vermeye çalışıyor. O iki haneye bu hayvanlar iyi davranıyor,” diye anlatmaya başlıyor Timur, arazide köpeklerin olmadığı tek konteynere beni geçirdikten sonra. Hayvanları Koruma Kanunu yasasına 30 Temmuz 2024 tarihinde yapılan değişikle sokaklardan köpeklerin toplatılmasına hükmedilmesi üzerine konuşuyoruz. Birçok hayvan hakları savunucusu gibi Timur da yeni hükümlerin dayatılması nedeniyle buruk ve tepkili. Sözlerini sürdürürken sesi kederini ele veriyor. “Doksan sekiz hanenin geriye kalan yetmiş hanesi de sevmiyor, onlara taş atıyor diyelim. Bu hayvanlar ne yapsın? Aslında bu yüz hane de insanlık kuralları veya ahlak adına onlar gibi davransa, inanın o mahalleye zarar verecek her türlü tehlikeyi hayvanlar önceden haber verir. Allah bu hayvanları boşu boşuna yaratmadı.”
Belediyenin kısırlaştırdığı dört küpeli köpek doğurmuş
Bulunduğumuz konteynerde yan yana serilmiş paspas boyutunda iki halıdan başka bir eşya yok. Diğer konteynerlerin içinde ise hasta veya diğer köpeklere nazaran bağışıklığı düşük ya da engelli köpekler barınıyor. Paspasların üzerine tüneyip yan yana oturuyoruz Timur’la. Dışarıda rüzgâr uğulduyor, ama içerisinin dışardan kalır yanı yok. Soğuktan dolayı tutamadığım telefonumu bir anlığına bırakıp ellerimi ovuşturarak ısınmaya çalışıyorum. Günün her saatini köpeklerle birlikte geçiren Timur’a, yasa değişikliğinin temelinde yatan sokak köpeklerinin insanlara saldırdığı iddiasını soruyorum. “Bu siyasi bir argüman. Saldırgan bir köpek varsa sebebi insandır,” diyor ve ekliyor: “Hayvanlar sokakta güvenlik tehlikesiyse eğer, kadınlara ve çocuklara zarar veren insanlar ne oluyor o zaman? Yasa çıkana kadar sokaktaki köpekler için ‘ölümcül tehlike’ propagandası yapan bazı dernekler var, hiç kadınlara ve çocuklara zarar verenlere karşı sesleri çıktığını duydunuz mu?”
Aylarca tartışılan, ancak hayvan hakları savunucularının tepkilerine rağmen 2024’ün Temmuz ayında iktidardaki AK Parti ve MHP’nin oylarıyla yürürlüğe giren yasa değişikliğinin somut etkilerini burada çok ağır bir şekilde hissedildiğini anlatıyor Timur. Nitekim önceki yasa belediyelere “kısırlaştır, aşıla ve aldığın yerine bırak” diye sorumluluk yüklerken, mevcut yasa “sokakta köpek olmayacak” diye hükmediyor ve belediyelerin sokakta yaşayan köpekleri toplayıp barınaklara yerleştirmesini zorunlu kılıyor. Ayrıca yeterli barınak olmaması, var olan barınakların da kapasitelerinin yetersiz olması, hayvanların yaşam hakkını savunan insanları zora sokuyor. Sokak köpeklerin toplatılması tartışmaları gündemdeyken geçtiğimiz sene Ankara’nın Altındağ ilçesinde belediyeye ait bir barınağın yakınlarındaki bir arazide çok sayıda parçalanarak öldürülen köpeklerin cansız bedeninin bulunması, Gebze’de, Ümraniye’de yaşanan vahşetler, barınaklardaki koşulların ne kadar vahim olduğunu göstermişti. Süreç sıklıkla hayvanların refahına öncelik verilerek değil, barınaklarda hayvanların ölümleri veya acı içinde yaşamalarıyla sonuçlanıyor.
“Elim kadar küçükken atılan bir tekmeden ötürü arka sağ ayağının femur başı kırılmış Spartaküs’ün. Tekmeden ötürü his kaybına uğramış.”
Timur yasayla beraber sığınan sokak hayvanı sayısının hızla arttığını belirtiyor. Özellikle yasada kısırlaştırmaya getirilen çip zorunluluğundan endişeli. “Yasa değişmiş haliyle ‘kısırlaştırdığın hayvanı üzerine alman gerekiyor,’ diyor. Biz hangi birini sahipleneceğiz veya ben hangi arada, hangi birine yetişeceğim?” Bursa’da barınakların kapasitesi şu haliyle bile yüksek değilken, Savunmasız Canlar’ın tek başına çare olması çok zor. “Belediyeler ne yapacak? Tıkanacaklar. Onlar tıkanınca biz de tıkanacağız…”
Sorun bununla da bitmiyor. Timur’un bakımını üstlendiği, belediye tarafından güya kısırlaştırılmış dört küpeli köpeğin doğurduğuna değiniyor. “Demek ki bir yerde yanlışlık var. Bu hayvanlar kurtarılmak isteniyorsa, konu siyasetin üstünde tutulmalı. Tek başına kısırlaştırma adı altında gidilmesi bizi tam bu noktaya getirdi.” “Peki, sizce şimdi ne olacak?” diye soruyorum. Bakışları ümitsiz, sesi yorgun Timur’un. Söyledikleri iç açıcı değil. Sadece Bursa’daki köpek sayısının dört-beş aya kadar 500-600 bine ulaşmasını öngörüyor. Yeni yasanın kısırlaştırmayı zorlaştırması bir yana, hayvan üretiminin sınırlanması gerektiğini vurguluyor. “Köylere inilmesi lazım,” diye de ekliyor. “Hemen yakında koyun çiftliği var. Köpeklere altı ayda bir doğum yaptırarak yavrulardan seçtiklerini alıyorlar, diğerlerini yolun ortasına bırakıyorlar. O köpeklere de biz mama veriyoruz. İskelet gibi geziyorlar.”
Gönüllülerden Lale: Konteyner, kulübe ve su sistemi ihtiyacı var
Savunmasız Canlar’ın arazisindeki köpeklerin büyük çoğunluğu burada büyümüş ve kısırlaştırılmış. Köpeklerin yüzde 95’inin ismi olduğunu söylüyor Timur. Hepsi sevgi dolu ve insan canlısı. Aralarında şiddet görüp burada korumaya alınan köpekler var. Bunlardan biri de gelir gelmez boynuma sarılan Spartaküs. “Elim kadar küçükken atılan bir tekmeden ötürü arka sağ ayağının femur başı kırılmış Spartaküs’ün,” diyerek anlatmaya başlıyor hikayesini Timur. Sözlerine devam etmeden gözleri bir anlığına uzaklara dalıyor. “Tekmeden sonra his kaybına uğramış. Yüzde 30’a kadar indirebildik his kaybını.” Bu acımasızlığı hazmetmek zor. Küçüklük fotoğrafını gösteriyor Timur. O fotoğraftaki endişeli bakışlarının yerini şimdi ışıl ışıl neşe almış.
Spartaküs’ün yeri Savunmasız Canlar’ın en aktif gönüllülerinden Lale Yonga için de ayrı. “Küçükken şiddet gördüğü için sinirsel sistemleri zedelenmiş,” diyor Lale. “Çişini ve kakasını tutamıyor, o yüzden kolay sahiplendirilebilecek bir çocuk değil. Hiçbir agresifliği yok. Cinsini bilmiyorum ama benim için bir sanat eseri. İmkânım olsa evimin baş köşesinde olurdu. O da beni gördüğü an direkt üstüme koşuyor.”
Lale bir bankada çalışıyor. Sadece hafta sonları araziye gelebildiğini söylüyor. Bu nedenle biraz buruk. “Keşke imkanım olsa, ben de beslemelere çıkabilsem. Diğer gönüllüler gibi,” diye hayıflanıyor. Savunmasız Canlar’dan döndüğü bir gün bir kafede buluşuyoruz. İki çay söylüyoruz. “Köpek kokuyor muyum?” diye sorarak gülümsüyor. Kafasında yeşil bir bere, üzerinde de haki renkte uzun bir mont var. Arazinin çamuruna batmamak için ayağına uzun yağmur çizmeleri geçirmiş.
Gönüllü olmaya nasıl karar verdiğini soruyorum. Savunmasız Canlar’ı bir gün arkadaşıyla beraber ziyaret ettiklerini ve aynı gün de destek olmaya karar verdiklerini anlatıyor. “Alanın halini de gördük, hayvanların halini de gördük. Alanın olumsuz koşullarına rağmen çok şükür hayvanların çoğu sağlıklı, kiloları yerinde. Demek ki gerçekten bakılıyor, gösteriş olsun diye yapılmıyor diye düşündük. Ve böylece Savunmasız Canlar’da gönüllü olarak bulduk kendimizi,” diyor.
“Bir tane kısa bacaklı yaramaz bir kızımız var. Erkeklerden hiç hoşlanmıyor. Bir erkek tarafından zarar görmüş olabileceğini düşünüyoruz.”
Savunmasız Canlar’ı geçen yaz yasa değişikliğine karşı yapılan eylemlerde karşılaştığı insanlar aracılığıyla tanımış. Mücadeleyi sürdürmek ve iletişimde kalabilmek için kurdukları WhatsApp gruplarında gönüllüler hayvanlar için seferber olmuşlar. “Aracı olan geliyor, birlikte hareket ediyoruz” diye anlatıyor. Böylece altı aydır işinden arda kalan zamanı burada kurtarılan köpeklere adamaya başlamış Lale. “Haftanın yorgunluğu oluyor. İnsanın canı sıkılmış oluyor bir şeye. Onları gördüğüm anda gülümsüyorum. Ruhuma iyi geliyorlar. Ben de onlara iyi gelmek için elimden geleni yapıyorum. O patilerle boynuma sarıldıkları anda benim için her şey geride kalıyor,” diyor yüzünde gülümsemeyle.
Çayını yudumlarken sezdiğim yorgunluğu gönüllülerin üstlendikleri sorumluluğun büyüklüğünü ele veriyor. “Her geçen gün köpek sayısı artıyor, ihtiyaçlar da bu oranda fazlalaşıyor,” diyor Lale. “Öncelikli ihtiyaçlar yavru köpeklerin daha korunaklı olabileceği konteyner gibi alanlar ve kulübe, battaniye, yorgan, yastık ihtiyaçları. İki tane köpek var mesela, kanser olmalarından dolayı veterinerin ‘uyutulmasını’ önerdiği… Ancak kliniğe götüren kişinin gönlü razı olmadığından son günlerini burada yaşasınlar diye araziye bıraktı. Bu tip durumlarda, bakılan engelli ve hasta hayvanlar için ilaca gereksinim duyabiliyoruz.” Bunların dışında taşıma su kullanıldığını, bunun da özellikle yaz aylarında çok zor olabileceğini, bu yüzden su sistemi kurulmasının çok önemli olduğunu anlatıyor. İhtiyacın büyüklüğü, zor durumdaki bütün hayvanlara yardım etmenin imkânsızlığı gönüllüleri ne kadar etkiliyor diye soruyorum. “Hepsini kurtarma gücümüzün olmadığının bilincine varıp kendimizi terbiye etmeye çalışıyoruz. Eğer böyle yapmazsak çıldırırız,” diyor Lale.
“Hayvanlar insanların elinde hırçınlaşıyor”
Yasa değişikliğine giden süreçte özellikle sosyal medyada başlatılan “saldırgan köpekler” söylemlerine geliyor konu. Lale, bu tanımlamanın aldatıcı olduğunu ve sorunu çarpıttığını vurguluyor. Hırçın ve agresif davranan hayvanların hepsinin insanlardan zarar gördüklerini, bu yüzden ruhlarının yaralı olduğunu söylüyor. “Kamera açısı nereyi gösterirse, insanlar ona inanıyor. Oysa sahiplendirmelerde yeterli denetimler olmadığından, bu hayvanlar onları kötüye kullanan insanların elinde hırçınlaşıyor,” diyor. Sahadaki deneyimi de bunu doğrular nitelikte. Sohbetimiz esnasında şiddete uğradığını tahmin ettiği bir köpekten daha bahsediyor. “Bir tane kısa bacaklı yaramaz bir kızımız var. Erkeklerden hiç hoşlanmıyor. Timur bile, ‘bir tek sana yaklaşıyor, seni seviyor’ diyor. Böyle özel ilişkiler kurduğum çocuklar var, ben de onlara sarılarak iyileşiyorum.” “Kısa bacaklı kız” diye bahsettiği köpeği araziden hatırlıyorum. Erkek gördüğünde kuyruğunu kıstırıp ona odaklanıyor. “Bir erkek tarafından zarar görmüş olabileceğini düşünüyoruz. Ancak başına ne geldi bilmiyoruz,” diyor Lale.
Timur da Lale’yle hemfikir. Sohbetimizde “saldırgan” diye damgalanan köpeklerin aslında son derece cana yakın türler olduğunu, ancak onları dövüştürenler sebebiyle hırçın davranışlara alıştırıldıklarını anlatıyor. Yani sonuç, yine insanlar yüzünden zarar gören, hedef gösterilir hale gelen hayvanlar. Zamanlarının büyük bölümünü köpeklerle geçiren herkes, insanlar tarafından başka hayvanlara zarar vermeye alıştırılmamış, zarar görmemiş ve bağışıklık sistemi güçlü bir köpeğin asla kendiliğinden saldırgan bir davranışta bulunmayacağını söylüyor. Hatta Timur, köpeklerin ısınmaları için akşamları arazide ateş yaktığında hangisinin daha sağlıklı olduğunu daha iyi anladığını da sözlerine ekliyor. “Eğer bir hayvanın bağışıklığı düşükse, o ateşin yanına ısınmak için gidiyor. Bağışıklığı yüksek olan hayvan ateşin yanına gelmiyor, çünkü ihtiyacı yok” diyor.
“On binlerce lira ödenip satın alınan cins köpekleri bulduğumuz haller içler acısı.”
Savunmasız Canlar’ın arazisine ilk girdiğimde cins olduğu apaçık ufacık bir köpek gözüme ilişmişti. Ardından iki Çin aslanı (chow chow) ve iki cins köpek daha gördüm. Bu kadar çok sayıda cins ve terk edilen hayvanın olmasıyla ilgili Lale’ye ne düşündüğünü sordum. İnsanların, hayvanları artık “moda” olarak gördüğünden söz etti Lale. Timur ise bu köpekleri gönüllülerle yollardan topladıklarını anlatıyor. “Bahsettiğin küçük köpek bir Pinscher. İki kilo ya vardır ya yoktur. Bacakları incecik. On binlerce lira ödenip satın alınan bu hayvanları bulduğumuz haller içler acısı,” diyor.
Timur’un belki de hayatının akışını değiştiren olay ise yirmi yıl önce, Bursa-İzmir yolunda yaşanmış. Bir gün arabayla giderken yolda arabaların altına yatan köpekler görmüş. “Resmen ölmek istiyorlardı. O an, biz neyi yanlış yapıyoruz diye düşündüm”, diyor o günü anımsarken. “Biz neyi yanlış yapıyoruz?” diye tekrarlıyor. Savunmasız Canlar ise bu yanlışları düzeltebilme, ya da en azından telafi edebilme çabası. Sokakta, şehirlerde ve köylerde hayvanlarla bir arada yaşamanın, doğru politikalar uygulanmadığında ne kadar özveri gerektirdiğine burada canlı bir şekilde tanık oluyorum. Ama hayvanları merkezine alan bir yaklaşım uygulandığında, onların buna ne kadar olumlu karşılık verdiklerini de görüyorum.
Arazide dolaşırken padokların bir bölümünde yavru köpekler takılıyor gözüme. Yaklaşık on, on beş yavru köpeğin olduğu bir padok bu. Tellerin arkasından padokların dışından köpeklere uzanan birini görüyorum. Kırk veya elli yaşlarında bir erkek, ayakta dururken devrilerek paytak paytak yürüyen bebek köpeklere tek tek vitamin yediriyor. Gördüğüm bu kişinin de Lale gibi arazi gönüllerinden olduğunu anlıyorum. Bir yerde daha görüyorum aynı kişiyi. İlk gördüğümden beri, arazinin maskotu olduğunu içimden geçirdiğim kahverengi, uzun boylu, kulübe tepesine çıkıp bir o yana bir bu yana kuyruk sallayan köpeğe sevgi sözcükleri söylüyor bu sefer. “Uzun bacaklı kızım benim, ne yapıyorsun sen!” diyor. Uzun bacaklı kız daha çok şımarıyor duyduğu sevgi sözcüklerinin karşısında… Kuyruğunu daha sık sallamaya başlıyor, gözleri parladıkça parlıyor.
Yeni düzenlemeden önce birçok dernek yetkilisi ve hayvanların yaşam hakkını savunanlar, seslerini sokaktan ve sosyal medyadan her fırsatta duyurmaya çalışarak yetkililere aylarca çağrıda bulunmuştu, bulunmaya devam ediyor. Şehirlerde eşgüdümlü eylemler düzenlendi, eylemlerde hep bir ağızdan yüzlerce insan Anayasa Mahkemesi’ne “yasayı geri çek” diye talepte bulundu. Ancak ne fayda. Türk Psikologlar Derneği de “Hayvanlara yönelik şiddet ve buna tanık olmak, zamanla şiddetin kabul edilebilir bir davranış olarak görülmesine, dolayısıyla da hem hayvanlara hem insanlara karşı şiddet eylemlerinin artmasına zemin hazırlayabilir” diye uyarmış ve eklemişti: “Şu anda gündemde olan ve sokak hayvanlarının topluca öldürülmesini meşrulaştıran yasa, ne yazık ki, toplumumuzdaki barış atmosferine ve insani değerlere büyük zarar veriyor. Bu yasa, hayvanların yaşam hakkını hiçe sayarak, sadece hayvanlara değil, aynı zamanda toplumsal huzurumuza da ciddi bir darbe vuruyor.”
Arazide gördüğüm cins köpekler gibi binlerce köpek her gün sokaklara terk ediliyor. Yine binlerce köpek gördükleri şiddet yüzünden sokaklarda insanlardan ürkerek, kendilerini onlardan sakınarak yaşamaya çalışıyor. Spartaküs bunlardan biri. Tıpkı adını aldığı kahraman gibi, Spartaküs ve arkadaşları yaşam haklarının korunduğu ve insanlarla eşit koşullarda yaşayabildiği bir toplumun esin kaynakları. Türkiye’nin dört bir yanında hayvan hakları savunucuları yeni düzenlemelerin yarattığı tahribatı denetliyor ve telafi etmeye çalışıyor. Bursa’da ise Lale, Timur ve isimsiz onlarca gönüllünün yardımlaşması sayesinde Savunmasız Canlar’a sığınan bin 200 kadar köpek güvende ve huzurlu.
Bu haber Birleşik Krallık Ankara Büyükelçiliği İkili İşbirliği Programı desteğiyle yürütülen program kapsamında yayınlanmıştır. İçeriği P24’ün sorumluluğundadır. Birleşik Krallık Büyükelçiliği içerikten sorumlu tutulamaz.