Çöpler Altın Madeni, İliç, Erzincan. | Fotoğraf: Lidya Madencilik internet sitesi

26 Temmuz 2022

Doğa savunucuları kaygılı: Siyanür Fırat Nehri’ne karıştı mı?

Tansu Pişkin

Erzincan İliç’teki siyanür sızıntısının ardından doğa savunucuları kanser vakalarının artabileceğinden endişe duyuyor ve uyarıyor: Siyanür madene 300 metre mesafedeki Fırat Nehri’ne akarsa zehir besin zincirimize karışabilir

Doğa savunucuları Erzincan’ın İliç ilçesindeki, Anagold Madencilik ve Çalık Holding işbirliğiyle işletilen Çöpler Altın Madeni’nde 21 Haziran’da meydana gelen siyanür sızıntısının bölgede sağlık sorunlarına yol açabileceği, özellikle de kanser vakalarının artmasına sebep olabileceği konusunda uyarıyor.

Gezegen’e konuşan avukat İsmail Hakkı Atal madenin etkisi altına aldığı bölgede yıllardır kanser vakalarının çok yüksek olduğunu vurguluyor. Ancak bu vakaların artışının doğrudan madencilik faaliyetiyle ilişkisinin kurulmasını sağlayacak bir kayıt bulunmuyor. İliç Çevre Platformu’ndan Füsun Kayra’nın ilçeye gittiği sırada edindiği bilgilere göre kanser hastalarının hiçbiri Erzincan’da tedavi edilmiyor. Hastalar Erzurum’a, Sivas’a veya diğer civardaki illere dağıtılıyor. “Kanser vakalarının ne kadar yüksek olduğunu sadece oraya gidip insanlarla konuştuğumuzda duyabiliyoruz çünkü şirket resmî verileri çok iyi örtbas etmiş durumda” diyor Kayra.

Sızıntının anlaşılmasının ardından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı madendeki üretim faaliyetlerini durdurdu ve şirkete 16 milyon Türk Lirası para cezası kesti. Ancak aradan geçen bir ayda sızıntının hangi bölgeyi ne kadar etkilediği ya da yeraltı sularına karışıp karışmadığına dair şirketin gayriresmî açıklamaları dışında hiçbir bilgilendirme yapılmadı.

Siyanür sızıntısı sonrası en büyük tedirginliklerden biri, madenin tarım ve hayvancılık faaliyetlerine su sağlayan ve aynı zamanda içme suyu ihtiyaçları için kullanılan Fırat Nehri’ne sadece 300 metre mesafede olması. Avukat Atal’a göre siyanürlü solüsyonun Fırat’a sızması, oradan Keban ve Atatürk barajları ile Harran Ovası’na kadar ulaşması anlamına geliyor. Bu da siyanürün ekilen buğdaya, dolayısıyla ekmeğe, yani nihayetinde besin zincirimize karışması demek.

“Kanser vakaların ne kadar yüksek olduğunu sadece insanlarla konuştuğumuzda duyabiliyoruz, çünkü şirket resmî verileri çok iyi örtbas etmiş durumda”

Avukat Atal’ın Gezegen’le paylaştığı bir belgede Acıbadem Hastanesi’nde tedavi görürken 14 Eylül 2020’de hayatını kaybeden Fatma Tiftik’in ölmeden önce yaptırdığı tahlillerine yer verilmiş. Hastanedeki doktorların resmî değerlendirmesine göre Tiftik’in hastalığının en olası nedeni siyanür zehirlenmesi. Tiftik’in MR tahlil sonucunda şu ifadeler yer alıyor: “Tanımlanan bulgular hastanın akut kliniği ile birlikte değerlendirildiğinde geniş ayırıcı tanı skalasına sahiptir. Bulgular non-spesifiktir. Siyanür zehirlenmesi ihtimali olan hastalarda radyolojik bulgular patognomonik olmamakla birlikte bu tanı ile uyumludur. Başta siyanür zehirlenmesi olmak üzere toksik metabolik nedenler ayırıcı tanıda başta düşünülmemelidir.”

İliç’te, 14 Eylül 2020’de hayatını kaybeden Fatma Tiftik’in MR raporu sonucunda “siyanür zehirlenmesi” ifadesi geçiyor. (Avukat İsmail Hakkı Atal tarafından paylaşılan MR raporunun sonuç kısmından ekran görüntüsü)

Sızıntıyı kamuoyuna duyuranlardan İliç Sabırlı köyünde yaşayan Sedat Cezayiroğlu, 2016 yılından bu yana bölgede resmî sağlık taraması yapılmadığını ifade ediyor. “Hayatını kaybedenlerin yüzde 90’ı akciğer kanseriydi” diyor.

Cezayirlioğlu ayrıca siyanür sızıntısından kısa bir süre önce Haziran ayının başında ilçede yer alan iki eczaneden birine gidip, o gün kaç reçeteli hasta geldiğini ve onların şikâyetlerini sorduğunu anlatıyor. Sorusuna eczacının “40 reçeteli hasta var ve bunlardan 13’ü çocuk. 13 çocuğun şikayeti ise astım ya da koah” şeklinde yanıtladığını aktarıyor.

Füsun Kayra sızıntı sonrası İliç’e beş kilometre uzaklıktaki Yenişehir Mahallesi’nde bir çayda balık ölümlerinin yaşandığını söylüyor. Cezayiroğlu da Kayra’nın görüşlerine ek olarak ilçede 2020 yazında derelerden su içen kuşların öldüğünü belirtiyor. “Şimdi ise kuş bile uçmuyor” diyor. Ayrıca siyanür sızıntısından sonra, ceviz ağaçlarının kuruduğunu, çıkan cevizlerin içinin de simsiyah olduğunu söylüyor Cezayiroğlu.

Sabırlı Köyü’nden Cezayirlioğlu, siyanür sızıntısı öncesi derelerden su içen kuşların öldüğünü belirtiyor. | Fotoğraf: Sedat Cezayirlioğlu’un arşivi, 2020 yazı

Yöre halkının hak talepleri para karşılığında ellerinden alındı

Doğa sorunlarını yıllardır takip eden avukat Cömert Uygar maden açılmadan önce şirketin yörede yaşayanlara dava açmamaları karşılığında 130 bin TL dağıtılacağına dair bir protokol imzalattığını belirtiyor. Protololün adı “Ekonomik Yer Değiştirme ve Geçim Kaynakları Destek Protokolü.” Uygar, bu protokolle köylülerin gelecekteki itiraz veya hak taleplerinin ellerinden alınmış olduğunu belirtiyor. Tabii olan biten bu kadarla sınırlı değil.

“Bölgeyi bütünüyle yutmuş bir madenle ilk kez karşılaştım: İliç altın madeni kasabası haline dönüşmüş”

“Şirket ilçenin doğal sponsoru hâline gelmiş durumda” diyor Uygar. Maden şirketinin yurttaşlara bir sosyal onay fonu ayırdığını ve bu fonu nasıl dağıtacağına ilişkin Türkiye’deki bazı Avrupa Birliği uzmanlarıyla birlikte bir mekanizma kurduğunu anlatıyor. Buna göre madenin çevresinde yaşayan köylülere verilen para bir defaya mahsus değil, devamlı yineleniyor.

“Ekonomik Yer Değiştirme ve Geçim Kaynakları Destek Protokolü.” (Avukat Uygar tarafından paylaşılan protokolün, Sabırlı köyünde yaşayanların madene karşı dava açmaması için 130’ar bin lira para dağıtıcağı ifade edilen bölümünden ekran görüntüsü.)

Füsun Kayra ve Sedat Cezayiroğlu’nun söyledikleri bu iddiaları destekler nitelikte. Cezayiroğlu madenden önce sadece Sabırlı Köyü’nde ortalama 40 bin koyun olduğunu ve bu sayının şimdilerde 3 bin 600 civarına düştüğünü belirtiyor. “Artık kimse tarım ve hayvancılıkla geçim sağlayamıyor” diyor Cezayiroğlu.

Kayra ise İliç için “madenin yuttuğu bir kasaba” tanımlaması yapıyor. “Bölgeyi bütünüyle yutmuş bir madenle ilk kez karşılaştım: İliç altın madeni kasabası haline dönüşmüş durumda. Kendi doğasından, değerlerinden uzaklaşan bir hale bürünmüş. Devletin kurumlarının yapılanması ya da siyasi iktidarın devamlılığı dahi yok bölgede. Tüm yapı şirketin elinde.”

“İlk ÇED süreci halktan kaçırılarak gerçekleşti”

Çöpler Altın Madeni işletmesinin yüzde 80’ini Kanada-Avustralya ortaklığında bulunan Alecer Gold, yüzde 20’sini ise Çalık Holding’e ait Lidya Madencilik elinde bulunduruyor. 2001 yılında sondaj çalışmalarına başlanan maden işletmesinde 2010’da siyanürle altın üretimine geçiliyor. 2019’da sodyum siyanür 11 bin tona, sülfürik asit üretimi 122 bin tona çıkarılıyor. Peki, şirketin doğayı ve insanlar ile diğer canlıların sağlığını riske atan, özellikle Türkiye’nin en önemli su kaynaklarından birine bu kadar yakın bir yerdeki bu madenin faaliyetlerine nasıl izin verildi?

Avukat Atal, “ilk ÇED süreci halktan kaçırılarak, köy muhtarları bazı menfaatlerle engellenerek gerçekleşti” diyor. Atal’ın aktarımlarına göre, aynı durum madenin başlangıcı için de geçerli. Çünkü, maden açıldıktan sonra şirket iki defa da kapasite artışı başvurusu yapıyor. Üstelik bunlar için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Olumlu” raporu da alınıyor.

Çöpler Altın Madeni’nin ÇED raporunda 38 adet kimyasal var. Bu miktarın 23’ü kanserojen madde içeriyor. Bunlar arasında solunum yollarına, sudaki organizmalara, ciddi yanıklara, aşındırıcı etkilere, cilt ve gözde aşırı tahrişlere neden olan sodyum siyanür, nitrik asit, bakır sülfat, sodyum hidrosülfit gibi tehlikeli maddeler de bulunuyor.

Avukat Atal belirttiğine göre bakanlık, şirketin 66 milyon ton siyanürlü sülfürik asitli atık havuzunun kapasitesini yaklaşık 200 milyon ton siyanürlü havuz kapasitesine çıkarmasına izin veriyor. Avukat Uygar ise bu kapasite artışları dışında şirketin İliç’e komşu Divriği, Kemaliye ve yer yer Arapgir ilçelerinde sondaj çalışmaları yaptığını ancak bununla ilgili bir bilgi olmadığı için ÇED raporu alınmadığını söylüyor. “Görüntü kirliliğini temizlemek için çalışıyorlar. Fakat sızan kimyasala dair detaylı inceleme yok” diye ekliyor sözlerine.

Şirketin hazırladığı protokolü imzalamayan birkaç kişiden biri olduğunu söyleyen Cezayirlioğlu, avukat Atal ile birlikte şirketin kapasite artışı için aldığı “ÇED Olumlu” kararına karşı dava açmaya hazırlandıklarını belirtiyor. Atal 23-24 Mayıs tarihlerinde çalışma yapmak üzere ilçeye gidiyor.

Atal ve Cezayiroğlu’nun ÇED kararının iptal edilmesini talep ederken dikkat çektikleri en önemli noktalardan bir tanesi bölgedeki deprem tehlikesi. Madenin işletildiği alan Bingöl–Yedisu fay hattının etki alanında kalıyor. Nitekim Atal’ın ilçeye gelişinden üç gün sonra, yani 27 Mayıs’ta bu fay zonunda 4,2 büyüklüğünde bir deprem yaşanıyor.

“İşçiler, siyanür sızıntısı olan bölgede bakanlık gözetiminde büyük bir temizlik yapıldığı yönünde bilgiler verdi”

Depremle ilgili Twitter’dan açıklama yapan Prof. Dr. Naci Görür, “1794’ten bu yana yedi şiddetinden büyük bir deprem görmeyen bu zon üzerinde 4,2 şiddetindeki deprem olması 7 şiddetinde bir depremin habercisi olabilir” diyor.

Atal ve Cezayiroğlu, 30 Mayıs’ta Erzincan Valiliği’ne idari başvuru yaparak “Bölgede daha büyük bir deprem meydana gelirse 66 milyon ton siyanürlü sülfürik asitli zehirli atığın 300-500 metre aşağıda olan Fırat’ın Karasu koluna ve oradan da besin zincirine karışacağı, madenin ülkeyi hem ekonomik hem de halk sağlığı yönünden çöküşe götürebileceği” gerekçeleriyle madenin kapatılmasını istediklerini belirtiyor ancak, valilik herhangi bir işlem yapmıyor.

10 Haziran’da ise madende çalışan işçilerden aldıkları “siyanürle yıkanmış topraklardan oluşan pasa yığınlarının heyelanla çöküp kaydığı ve başka yerlere karıştığı” bilgisiyle İliç Asliye Hukuk Mahkemesi’nde delil tespit davası açıyorlar. Davadan 10 gün sonra da siyanür sızıntısı gerçekleşiyor.

İşçiler siyanüre maruz kalıyor, maaşlarını alamıyor

“Felaket göz göre göre geldi” diyor Atal. Sızıntının yaşandığı gece siyanürlü su kayacın, altı metre genişliğinde yarık oluşturarak yapıyı aşağıya indirdiğini belirtiyor. Suyun önemli bir bölümünün de yeraltı sularına karıştığını vurgulayarak “Sabırlı deresine gece boyunca siyanür aktı” diyor Atal.

Atal, 8 Temmuz’da keşfe gelen heyette siyanür miktarını belirleyecek ağır teknolojik ekipmanın olmadığı söylüyor

Olayın sabahında Cezayiroğlu, avukat Atal ile hemen suç duyurusunda bulunduklarını belirtiyor. Mahkeme, 8 Temmuz’u yani sızıntıdan 18 gün sonrasını keşif günü olarak belirliyor. Bu sırada Atal ve Cezayirlioğlu, madende çalışan işçilerden bilgi akışı almaya devam ettiklerini söylüyor: “İşçiler, siyanür sızıntısı olan bölgede bakanlık gözetiminde büyük bir temizlik yapıldığını, yani bütün delillerin karartıldığını yönünde bilgiler verdi.”

Öte yandan Atal, 8 Temmuz günü keşfe gelen heyette çevre mühendisi ve siyanür miktarını belirleyecek ağır teknolojik ekipmanın olmadığı söylüyor. Atal ve Cezayiroğlu, bütün bu nedenlerle keşfin iptal edilmesini istediklerini ancak mahkeme talebi reddedince keşfin, davanın bir tarafı olmadan gerçekleştiğini belirtiyor.

Atal ve Cezayirlioğlu’nun aktarımlarına göre, madende çalışıp dışarıyla bilgi paylaşan işçilerin mağduriyeti çok yönlü. Füsun Kayra’nın da ifadelerine göre, siyanür sızıntısına müdahale ettirdikleri kepçe operatörleri ya da çalıştırdıkları işçiler de birebir siyanüre maruz kalıyor, üstelik temizliği yaptıkları sırada üzerlerinde hiçbir koruma kıyafeti dahi bulunmuyor.

Siyanür sızıntısı sonrası bakanlık madenin faaliyetlerinin geçici süreyle durdurulması kararı alıyor. Atal, şirketin bu süreçte işçileri ücretsiz izne çıkardığını, yaklaşık 3 bin 700 işçinin maaş alamadığını söylüyor.

Maden faaliyetlerinin durdurulması işçileri mağdur ederken madene karşı verdiği mücadeleyle nedeniyle Cezayiroğlu da kendisine yönelik tehditlerin arttığını belirtiyor. Bunun üzerine, Cezayiroğlu avukatı Atal ile sızıntı olayından önce tehditler nedeniyle valiliğe ve kaymakamlığa başvurarak koruma talep ediyor. Ancak 4 Temmuz haftası bu talebinin iki kurum tarafından da reddedildiğini söylüyor. Bu yüzden Cezayiroğlu, bayramda dahi ailesinin yanına gidemediğini belirtiyor: “Madene iş yaptıkları için ilkokuldan terk olan insanlar bile üç milyon liralık arabaya biniyor burada. Şimdi maden kapanınca şirket onlara ‘Sedat yüzünden siz işinizden olacaksınız, evinizi, arabanızı satacaksınız’ diyerek tepkileri bana yönlendiriyor,” diyor Cezatiroğlu. “Ben hayatımda duymadığım tehdit ve hakaretleri maden kapatıldıktan sonra almaya başladım. 93 yaşında yatalak babamla 88 yaşındaki annemi gidip köyde göremiyorum. Bayramda ellerini öpemedim. Köyüme gidemiyorum.”

Cezayiroğlu, şirketin hazırladığı protokolü imzalamadığı için dönemin İliç kaymakamı Hicabi Aytemur ve makinist olarak çalıştığı Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları (TCDD) müdürlüğü tarafından emeklilik ile kovulma seçenekleri arasında bırakıldığını belirtiyor. Bunun üzerine emekliliğini isteyip, madene karşı mücadelesine devam etmeye karar verdiğini söylüyor.

Maden kapatılacak mı?

Peki, faaliyetlerinin durdurulmasının ardından maden yeninden eskisi gibi işletilmeye devam edilecek mi? Avukat Uygar, resmî olmamakla birlikte bakanlığın şirkete bir kez daha şans verebileceği, ikinci kez böyle bir olay yaşanması durumunda madenin kapatılacağı yönünde duyumlar aldıklarını söylüyor.

Avukat Atal’a göre ise madenin kapatılmaması için hiçbir sebep yok. “Karşımıza çıkarttıkları en önemli argüman halkın ekmeğiyle oynadığımız ve ülkenin gelişmesini istemediğimiz iddiası. Oysa bir ay ya da bir yıl sonra Harran’dan yetişen buğdayı, ekmeği zehirliyor bu su. Şu anda farkında değiliz ancak sonuçlarıyla yüzleşeceğiz,” diyor Atal.

Atal’a göre toplumsal maliyet analizi yapıldığı zaman madenin zehirlediği topraktan, ekosistemlerden elde edilecek tarımsal ve hayvancılık geliri, madenin işçilere verdiği ücretten çok daha fazla: “Enerji Bakanı Fatih Dönmez’in CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in soru önergesine verdiği yanıta göre yabancı maden şirketlerinin Türkiye’ye kârlarından sadece yüzde 1,5 pay bıraktığı ortaya çıktı. Yani madenin Türkiye’ye bıraktığı bir gelir de yok.”

Füsun Kayra ise ekoloji örgütleri olarak bugüne kadar kapasite artışına karşı mücadele yürüttüklerini belirtiyor. Ancak bölgeyi inceledikten sonra artık madenin tümüyle kapatılması gerektiğini savunuyor: “Bu sadece Erzincan’ın sorunu değil, Fırat’ın ulaştığı bütün uluslararası sulara kadar giden her bölgenin sorunu.”