21 Şubat 2022
Devletin denetlemeyi reddettiği zehir: Glifosatlı tarım ilaçları
Tansu Pişkinİnsan sağlığına ve doğaya verdiği zararlar nedeniyle glifosat etken maddeli tarım ilaçlarının kullanımı artık birçok ülkede kısıtlamalara tabi tutuluyor. Ancak Türkiye’de Tarım Bakanlığı glifosat kullanımını tarlalarda ve mahkemelerde savunuyor
Glifosat, ekosistemi tahrip eden ve sağlığa zarar veren yüzlerce pestisitten, yani tarım zehrinden sadece bir tanesi. Ancak doğa ve insan sağlığı üzerindeki etkileri itibariyle bu kadar basite indirgenemeyen bir tanımı var. Uluslararası Pestisit Eylem Ağı (PAN International), glifosatın hormonal sistemi bozduğuna dikkat çekiyor. Glifosat, sadece tüketiciler için değil, üreticiler açısından da ciddi sağlık sorunlarına neden oluyor. Çiftçilerde, tarım işçilerinde ve çocuklarında kanser riskini artıran tarım ilaçları arasında yer alıyor. Ancak bütün bunlara rağmen tarımda en çok kullanılan zehirlerden biri.
Türkiye açısından durum çok daha kritik. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın son tarım ilacı kullanım verilerini paylaştığı 2013’te, glifosat kullanımı 4 bin 500 tondu. Uzmanlara göre bu miktar her geçen yıl katlanarak artıyor.
Öte yandan glifosata karşı birçok ülkede bir hukuk mücadelesi yürütülüyor. ABD ve Fransa’da birçok kişi ve kurum eskiden Monsanto olarak bilinen kimya şirketinin ürettiği glifosat etken maddeli Roundup adlı ilaçtan şikayetçi oldu. Şirket 2018’de Alman ilaç ve kimya şirketi Bayer tarafından satın alındı. Bayer, ABD’de satılan glifosat etken maddeli tarım kimyasalı Roundup’a karşı kansere yol açtığı gerekçesiyle açılan davalarda anlaşma yoluna gitmek zorunda kaldı. Yani glifosatın sağlığa zararı hukuki olarak onaylanmış oldu.
Bu sırada glifosat etken maddeli Roundup tarım ilacı Türkiye’de hiçbir denetime tabi tutulmadan herhangi bir alışveriş sitesinden dahi satın alınabiliyordu. Avukatlar Senih Özay ve Hazar Kıpçak Türkiye’de bu tarım ilacının hiçbir kısıtlamaya tabi tutulmaksızın kullanımına karşı hukuki süreç başattı. Özay, ABD’de üretici şirketin tazminatlara mahkûm edilmesini gerekçe göstererek Tarım ve Orman Bakanlığı’na başvuru yaparak glifosat etken maddeli ilaçların kullanımının yasaklanmasını, toplatılmasını ve ruhsatının iptal edilmesini istedi.
Bakanlığın 60 gün içerisinde bu talebe “evet” ya da “hayır” şeklinde yanıt vermesi gerekiyordu. Hiçbir şekilde cevap vermemesi ise başvuruyu susma yoluyla reddettiği anlamına geliyordu. Söz konusu başvuruda da bu durum gerçekleşti; bakanlık susarak talebi reddetti.
Şirketin taraf olma talebine onay
Kendiliğinden oluşan bu idari işlem aleyhine avukat Kıpçak’ın da devreye girmesiyle bakanlık aleyhine dava açıldı. Avukatlar bu dava öncesinde Roundup ürününü kullanan iki çiftçinin de sürece katılmasını istedi. Fakat mahkeme iki çiftçinin zamanında Bakanlığa herhangi bir başvuru yapmadığını gerekçe göstererek, “davada taraf olmaları mümkün olmadığına” hükmetti. Böylece dava sadece Senih Özay’ın başvuruları temel alınarak Ankara 18. İdare Mahkemesi’nde görüldü.
“Mahkeme kararında ilacın kanserojen olabileceği ve bakanlığın bu ilaca onay verirken yeterli laboratuvar ve komisyon incelemelerini yapmadığı yer aldı”
Avukat Hazar Kıpçak davanın dayandığı noktaları ve sonrasında gelişen süreci şöyle anlatıyor: “Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) Kanser Araştırmaları Ajansı glifosatın muhtemel kanser olduğunu söylüyordu. Buna karşılık Avrupa gıda otoritesinin ve Amerika’daki gıda otoritelerinin maddenin kanserojen olmayabileceğine dair ifadeleri vardı. Türkiye’nin de taraf olduğu Rio Sözleşmesi’ne göre, ihtiyatlılık prensibi var. Yani, bir bilimsel konuda tereddüt varsa hemen konunun yürütmesini durdurup önce bir araştırma yapılmalı. Bu nedenle biz yargılama sona erene kadar en azından satışı dursun diye yürütmeyi durdurma talep ettik. Ancak bu talebimiz reddedildi.”
Kıpçak, çiftçilerin davaya taraf olmaları reddedilirken, şirketin taraf olma talebinin ise kabul edildiğini anlatıyor. “Bu sırada Bakanlık savunmasını gönderdi ve şirketin Türkiye ayağı da davaya Bakanlık yanında müdahil oldu. Çünkü ilaçlar yasaklanırsa onların da maddi kayıpları söz konusu olacaktı. Bakanlık savunmasında ‘Biz AB müktesebatına uyuyoruz, AB bu ilaca beş yıl daha ruhsat vermiş, o yüzden biz de veriyoruz’ dedi. Yasakladığı birkaç maddeyi de savunmasına ekledi. Şirket ise ilaçlarının kanserojen olmadığını savunan bir savunma yaptı. Fakat bu süreçte Amerika’da ve Fransa’da bu ilaçlar üzerinden yürüyen davalarda çeşitli tazminatlar verilmeye devam ediyordu.”
Bu sırada mahkeme Ziraat Mühendisleri Odası, Ziraat Odası, Hacettepe Eczacılık Fakültesi, Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi, Türk Onkoloji Derneği ve Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinden uzman görüşleri istedi. Özellikle Ziraat Mühendisleri Odası’ndan ve Hacettepe Eczacılık Fakültesi’nden olumlu cevaplar geldi. “Cevaplarda dünyadaki gelişmelerden, Amerika’daki yasaklardan, eyalet bazında yasaklamalardan bahsedildi, DSÖ’nün görüşlerine yer verildi ve neticede bir duruşma açıldı,” diye anlatıyor Hazar. Bilirkişi raporlarının incelenmesiyle de sürecin ilk aşaması davacı avukatlar açısından olumlu sonuçlanıyor: “Bu duruşmaya Ankara’daki bir avukat arkadaşımız katıldı, hâkimler heyet olarak katıldı ve nihayetinde bakanlığın [glifosat bazlı tarım ilaçlarının sağlığa zararlı olduğunu reddettiği yönündeki] işlemi iptal etmeye karar verdi. Kararın gerekçesinde de Türkiye’deki otoritelerden yazı alındığı ve ilacın gerçekten de kanserojen olabileceği, dolayısıyla ileride telafisi güç zararlar doğabileceği ve bakanlığın bu ilaca onay verirken yeterli laboratuvar ve komisyon incelemelerini yapmadığı, sadece AB’yi baz alarak verdiği ifadeleri yer aldı.”
Fakat süreç bu kararla bitmedi. Bakanlık ve şirket, yerel mahkemenin kararını itiraz ederek istinafa taşıdı. İstinaf yerel mahkemenin kararını, kararın içeriği itibariyle değil ama usûl yönünden bir eksikliğe işaret ederek bozdu. Gerekçesi, yerel mahkemenin avukatların yanında davaya müdahil olmak isteyen iki çiftçiye kararında yer vermemesiydi. “Kararı düzelterek onaylayabilirdi ancak kararı bozup, bu kişiler hakkında hüküm vermesi için dosyayı yerel mahkemeye gönderdi,” diyor Kıpçak.
Bakanlık dava sürerken yönetmelik değiştirdi
Dosya istinafa gitmeden önce, yani dava sürerken avukat Kıpçak ve Özay’ın dayandığı konulardan biri de bu ilacın internet üzerinde her şekilde satılabilmesiydi. Öyle ki PTT’nin sitesinde bile satışı vardı ve kullanımı hiçbir şekilde denetlenmiyordu.
Fakat bakanlık verilen hükmün ardından dosya istinafa gitmeden yönetmeliği değiştirdi. “Bitki koruma ürünlerinin toptan ve perakende satılması ile depolanması hakkında yönetmelik” üzerinde ilaçların internetten satılamayacağı, reçeteye uygun satılmak zorunda olduğu, hangi tarım ilaçlarının reçeteyle satılacağını Bakanlığın belirleyeceği ve bu ilaçları kullanan kişinin önlemini alması gerektiğine dair kısıtlamalara gidildi. Yani bakanlık, Roundup ilacının vereceği zararlardan doğacak sorumluluğu bir anlamda kullananlara bırakmış oldu.
Dosya istinaftan yerel mahkemeye geri gönderildi. Bu sırada Ankara 18. İdare Mahkemesi’nin iki üye hâkimi de değişti. Ruhsat iptali hükmü veren heyette eski üyelerden sadece mahkeme başkanı kaldı. Kıpçak, bu süreci şu ifadelerle anlatıyor: “Bakanlık duruşma yeniden açıldığında Komisyon kurduğunu, glifosata ilişkin toplantılar yaptığını, maddenin bir zararı olmadığını ve Avrupa’da yeniden kullanım onayı aldığını gösteren belgelerle yeni savunmasını sundu. Yani ‘üzerimize düşeni yaptık’ dedi kısaca.”
Fakat mahkeme heyetinin değişmesi sadece usulden bozulan davanın nihai kararına da doğrudan etki ediyor. “Yerel mahkeme dosya istinaftan döndükten sonra bizim talebimizi ikiye bir oyla reddetti. Heyet başkanı bizim lehimize oy kullanırken, değişen üye hâkimler aleyhimize karar verdi. Başkan karşı oy yazısında glifosata ilişkin yeterli araştırma yapılmadığını, maddenin sağlık üzerinde etkili olabilme ihtimalinin bile zararlı olduğunu söyledi.” Avukatlar karara itiraz ettiler, ama sonuç alamadılar. “Biz kararı tekrar istinafa taşıdık, yeterli inceleme yapmadan bozulamayacağını, esasa girilmesine gerek olmadığını, giriliyorsa da laboratuvar ve bilirkişi incelemesi yapılmadığını söyledik. İstinaf da itirazımızı reddetti ve önümüz kapanmış oldu.”
Dava ilk aşamada glifosatın kullanılmaması doğrultusunda sonuçlandıktan sonra avukatlar Kıpçak ve Özay, Tarım ve Orman Bakanlığı’na karara uymaları talebiyle dilekçe verdi. Bakanlık verdiği yanıtta “gereğini yapıyoruz” demekle yetindi ancak istinaf sürecinden başlayıp dosya tekrar yerel mahkemeye dönene kadar ilaçları toplama işlemini hiçbir zaman gerçekleştirmedi.
“Bakanlığın hiçbir bilimsel inceleme yapmadan sadece bir komisyon kurmasıyla fikri mi değişti mahkemenin?”
Buna karşılık Seni Özay idari mahkemenin kararının uygulanmamasından dolayı ABD’de çıkan 289 milyon dolarlık tazminata istinaden 89 bin TL’lik bir tazminat davası açtı. Bu dava hâlâ devam ediyor. Ana davanın yeniden görülebilmesi için ise avukatlar Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurdu ve başvuru numarası aldı. Davanın esasının görüşülüp görüşülmeyeceğinin bilgisini ise henüz almadılar.
“Ekonomik fayda insan sağlığının önüne geçti”
Peki, kazanılan davanın önce istinafta teknik bir gerekçeyle bozulması, yeniden yapılan yargılama sürecinde ise yeni mahkeme heyetinin bakanlık lehine karar vermesini avukatlar nasıl değerlendiriyor? Avukat Kıpçak, sürecin hukuki açıdan bazı sorunlar içerdiğini belirtiyor. “İstinafın verdiği ilk kararı biz usûl açısından bir kriz olarak görüyoruz. İstinaf bunu çok kolay bir şekilde aşabilecekken dosyanın geri gönderilmesi, dosya geri döndüğünde tam tersi yönde bir karar kurulmuş olması, eğer ki döndüyse de bir bilimsel araştırma yapılmadan ilacın kullanılması yönünde bir karar verilmesi de işin başka bir boyutu,” diyor Kıpçak.
Kıpçak, bakanlığın yerel mahkeme ilk kararını verdikten sonra komisyon kurma yoluna gitmesinin hukuki sürece etki etmesini de eleştiriyor: “Eğer ki bu genel geçer bir şey olursa, yani bunun hukuki yolu açılırsa o zaman bütün idareler dava sürecinde eksikliklerini fark edip, eksiğini düzeltip davayı tam tersi yönünde sonuçlandırabilir. Biz AYM’ye başvurumuzda da bu durumun sakıncalarından bahsettik. Kurum yazıları sonuç olarak hâlâ dosyada mevcuttu, bakanlığın hiçbir bilimsel inceleme yapmadan sadece bir komisyon kurmasıyla fikri mi değişti mahkemenin?”
Kıpçak, dava sürecinde bakanlığın glifosat kullanımını ısrarla savunmasının perde arkasında Türkiye’de tarımın bu ilaca olan bağımlılığım önemli etkisinin olduğunu kanısında. “Bakanlığın, bu ilaçların kullanımını yasaklamaları halinde Türkiye’de tarımın durma noktasına geleceği şeklinde bir düşüncesi vardı. Hem bakanlığın hem şirketin mahkemeye sundukları çeşitli yazılar ve savunmalar bu sonuca çıkıyordu,” diyor. Bakanlığın sunduğu gerekçeleri ise şöyle açıklıyor: “İlacın çiftçinin çapa yapmasını engellediğini, makinalı tarımı azalttığını, ilaçla traktör sürmenin bile engellendiğini ve dolayısıyla egzoz gazı salımını azalttığını savundular. Oysaki glifosat birikme yoluyla toprakta kaldığı için çok zararlı. Biz sadece tarımdan da bahsetmiyoruz aslında. Bu ilacı şu anda bir vatandaş bile bahçesine atabilir, belediyeler yol kenarlarına atıyor vesaire ama Bakanlığın genel yaklaşımı tarımın çok büyük etkileneceği yönündeydi. Çünkü bu ilaç piyasayı domine ediyor.”
“Tarım ve Orman Bakanlığı üretici, uygulamacı ve tüketici sağlığını firma mümessillerinin insafına terk etti”
Tam da bu nedenle Kıpçak için ilacın konuşulması büyük önem taşıyor. Zira tarımda yaygın ve denetimsiz kullanımının yol açtığı zarar her gün artıyor: “Bakanlığın biraz da ekonomik kaygılarla bu ilacın kullanımına bu kadar önem verdiğini düşünüyorum. Hatta çiftçi de kısa vadede ekonomik açıdan fayda sağladığı için kullanıyor olabilir. Fakat ekonomik fayda sağlıyor oluşu bu ilacın kullanımının sağlık açısından ikinci plana atılmasını gerektirmez. Öncelik insan sağlığı olmalı. Biz dünyada bu kadar konuşulurken Türkiye’de de konuşulmasını, bu ilaçtan zarar görenlerin ortaya çıkmasını istedik. Fakat şu ana kadar birkaç telefon dışında kimseden bir geri dönüş de alamadık. Dolayısıyla nihai tüketici aşamasındaki görüş nedir emin değiliz. Ama dediğim gibi, ekonomik faydasının insan sağlığının öneminin önüne geçmiş olduğunu düşünüyoruz.”
“Ekosistemde geri dönüşsüz bir kırım”
Davaya bilirkişi olarak katılan kurumlardan biri Ziraat Mühendisleri Odası’ydı ve glifosat kullanımının zararları konusunda onlar da mahkemeyi uyarıyordu. Peki, glifosat etken maddeli ilaçların kullanımı başta Akdeniz ve Ege olmak üzere Türkiye’nin tüm bölgelerinde nasıl bu kadar yaygınlaştı?
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Murat Kapıkıran’ın yanıtı şöyle: “Yıllardır uygulanan tarım politikaları ve buna uygun olarak çıkarılan tohumculuk yasası, çiftçilere dayatılan endüstriyel tarım ve özendirilen herbisit kullanımına dayalı yabani ot mücadelesi, kullanılan endüstriyel tohum çeşidine göre tavsiye edilerek başladı ve giderek alışkanlık hâline gelmesi sağlandı.” Böylece ilacın kullanımının hızla yaygınlaştığını söylüyor Kapıkıran: “Sertifikalı hibrit tohum çeşidi ve çeşide göre uygulanan hastalık, zararlı ve yabani ot zehirlerinin kullanımı adeta çaresizlik yaşatılan çiftçilerin değiştirilemez kaderi hâline getirildi. Günümüz Türkiye’sinde isteyen kendi karar verdiği dozda ve zamanda denetimsiz olarak kullanabiliyor. Tarım ve Orman Bakanlığı, tarımla ilgili her alanda olduğu gibi üretici, uygulamacı ve tüketici sağlığını, ekosistem açısından yaşamsal önemde olan bitki koruma ürünleri kullanımını, ve bundan korunmak için gerekli eğitim ve yayım faaliyetlerini firma mümessillerinin insafına terk etti.”
Kapıkıran, İkinci Dünya savaşından sonra başlayan tarımda verim artışı yaratacak, “Yeşil Devrim” adıyla dünyaya servis edilen tarım zehirleri kullanımının her geçen yıl katlanarak arttığını belirtiyor ve diyor ki “ekosistemde geri dönüşümsüz kırımlara neden oldu”. Şöyle devam ediyor Kapıkıran: “Biyoçeşitlilik, toprakta mikrobiyolojik kapasite ve çiçeklerde polinasyon (tozlaşma) kaybı bir süre sonra verim düşmesine ve hatta yeniden üretim yapabilme maliyetlerinin orantısız olarak artmasına neden oldu. Kullanıcı çiftçi ve tüketici sağlığı, yerel tohum çeşitleri ve tarımsal üretim kültürleri de yok oldu. Küresel tarım sisteminin egemenliği altına girildi.”
Glifosat kullanımı çiftçilere dayatıldı mı?
Çiftçinin ürün yetiştirmek için tarlasındaki otlardan kurtulabilmesi gerekiyor. Bu nedenle glifosat etken maddeli ilaçların kullanımı da elzem hâline geliyor gibi düşünülebilir, fakat öyle değil. Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Gıda Çalışma Grubu Sorumlusu Yasemin Kireç, çiftçilerin karşılaştıkları durumu bir dayatmadan ziyade “zorunda bırakılma” olarak açıklıyor: “AB’de bir zehir yasaklandığı zaman yerine alternatif biyolojik, biyoteknik ve mekanik mücadele çeşitleri öneriliyor. Türkiye’de bu yetersiz kalıyor. Her şey birbiri ile bağlantılı. Şöyle açıklayayım: Baktığınız zaman dünyadaki tarım ilacı piyasasının yüzde 65’ine, ticari tohum piyasasının da yüzde 61’ine çok uluslu beş şirketin hâkim olduğunu görebilirsiniz.”
“Tohum ve pestisit üreticileri kirlilik ve sağlık zararlarından ziyade kârlılıklarını sürdürmekle ilgililer”
Tarımda kullanılan tohum ve ilaçları da bu şirketlerin ürünleri belirliyor. “Tarım kimyasalı üreten şirketlerin çoğu aynı zamanda tohum da üreten şirketler olduğu için, pestisite ihtiyaç duymayan dayanıklı tohumlar üretmekle pek ilgilenmiyorlar. Konvansiyonel tarımda yürütülen bitki ıslah çalışmaları ticari bir bakış açısı ile yüksek randımanlı çeşitlere odaklı. Yüksek randımanlı/verimli çeşitler pestisitler başta olmak üzere kimyasal girdilerle birlikte iyi çalışıyor ancak yerel/atalık tohumlara nazaran zararlı ve hastalıklara karşı daha dayanıksız oluyorlar. Dolayısıyla üreticiler mecburen glifosat ve diğer zehirlerden kullanmak zorunda kalıyorlar,” diyor Kireç. “Özetle, şirketlerin ürettiği tohumlar; ideal toprak, yeterli su, uygun sıcaklık, nem ve rüzgâr gibi ideal koşullarda yetiştirilmek üzere üretildikleri için iklim değişiklikleri, doğal afetler, kuraklık, aşırı yağışlar ve bunlara bağlı gelişen hastalıklara karşı dayanıklı değiller. Bu sebeple de glifosat gibi zehirlere muhtaçlar.”
Kim kâr ediyor, kim zarar ediyor?
Aslında sonuç itibariyle çiftçi ürününü yetiştirebildiği için kâr eden tarafta görünse de bu maalesef böyle değil. Kireç şöyle açıklıyor: “Endüstriyel tohum ve pestisit üreten şirketler, tohumun besin değeri, pestisitlerin neden olduğu kirlilik ve sağlık zararlarından ziyade değişen şartlarla mücadele etmek zorunda kalan çiftçiye tohum ve pestisit satmak, dolayısıyla kârlılıklarını sürdürmekle ilgililer. Yeşil Devrim başlığı altında açlığa çare diye sunulan hibrit tohumlar ve pestisitler sadece şirketlerin kârlılıklarına hizmet ediyor.”
“Altyapı problemleri bu otları yok edemememizin asıl sebebi. Bu da bize ilaç kullanmaktan başka şans bırakmıyor”
Bu ilaçların uzun vadede doğaya etkisi de büyük. “Dünya Gıda ve Tarım Örgütü son raporlarında 2014’ten bu yana açlık sorununun tekrar yükselişe geçtiğini görüyoruz. Meselenin özü bu zehirler kısa vadede verim sağlıyor ve gıda piyasasındaki rekabet şartları sebebi ile bunları kullanmayan çiftçiler de kullanmak zorunda kalıyor. Arka planda ise, uzun vadede ekosistemi, toprağı, suyu yok ediyor, doğadaki av avcı dengesini bozuyor ve bitki zararlıları bu zehirlere direnç geliştirdiği için sürdürülebilir değil,” diyor Kireç. “Sonuç olarak, biz yani tüketiciler zarar ediyoruz, üreticiler zarar ediyor, biyolojik çeşitlilik ve ekosistem zarar görüyor ama zehir satan şirketler kazanıyor.”
Çiftçiler: “Ne kadar tedbir alsak da korkuyoruz”
Hamdullah Ekim Amasya, Merzifon’a bağlı Karatepe köyündeki 130 dekarlık arazisinde arpa, buğday, mısır, soğan, şekerpancarı, ayçiçeği, yonca tarımı yapan 48 yaşında bir çiftçi. Glifosat etken maddeli ilaçları kullanıyor ama kendi deyimiyle “korkarak ve çekinerek”… Ekim, ABD’deki davalardan, sonuçlarından ve ilacın kanserojen maddeler içerdiğinden haberdar. Ürünü kullanırken gözlükten maskeye kadar bütün önlemleri alıyor fakat “başka çare de alternatifi de yok” diyor: “Çok yıllık zararlı otlarda, kamış, ayrık gibi mücadelesi zor olan otlarda tarla ekilmeden önce ot mücadelesi yapmamız gerektiği için toprağın üzerine bu ilacı istemeyerek de olsa uyguluyoruz.”
“Bizim asıl sorunumuz tarımsal arazilerimizde çözülmeyen altyapı problemleri. Mesela kamış gibi otlar taban suyu yüksek, sulak arazilerde oluşur. Drenajlarımız yapılmadı, sulama sistemlerimiz hâlâ kapalı sisteme geçmedi. Vahşi sulama yapıyoruz, damla sulama sistemine geçemedik. Yani altyapı problemleri bu otları yok edemememizin asıl sebebi,” diyor Ekim. “Bu da bize ilaç kullanmaktan başka şans bırakmıyor.”
Ekim’in şu an bir sağlık problemi yok. “Ama bu olmayacak anlamına gelmiyor. Sonuçta zehirli bir maddeyle muhatap oluyoruz. Ne kadar tedbir alsak da korkuyoruz” diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Üretici olarak dünya piyasasıyla rekabet edebilmemiz için aynı imkânlara sahip olmamız gerekiyor. Benim çiftçi olarak yabancı ot mücadelemin ya da böceklerle mücadelemin dünya standartlarına getirilmesi gerekiyor. İki tane yarış atını yarışa sokuyorsunuz: Biri çim pistte, biri kum pistte koşuyor. Tabii ki çim pistinde koşan kazanır.”
“1300 dekar arazi işliyorum, girdi maliyetleri şu anki ekonomik koşullarda iyice yükseldi. Ben zaten geçimimi kıt kanaat sağlıyorum. Bir de altyapıya kendim ödenek ayırmaya kalksam altından kalkmam mümkün değil. Ne yapıyorum, mecburen ilaca başvuruyorum.” Her ne kadar glifosatın Ekim’in sağlığı üzerinde bir etkisi olmasa da, aynı durum yetiştirdiği ürünler için geçerli değil. “İlacı kullandıktan sonra toprağı hemen ekerseniz belki gözle görülür bir etki olmuyor ama toprakta kalıntı yapan bir ilaç olduğu için dolaylı yoldan etkiliyor. Mesela ürünlerin raf ömrünü kısaltıyor ve bir yıl sonra fark edebiliyorsunuz bunu. Kullanmadığım zaman böyle etkiler olmuyor. Ertesi sene ektiğim mahsulü bile etkiliyor, mahsule zarar veriyor. İlacı yaparken tarlanın her tarafına homojen atamıyorsunuz, biraz çok olduğunda mahsul kurumaya başlıyor.”
Glifosatın sağlık ve doğa üzerindeki etkileri neler?
İlk olarak 1950 yılında İsviçreli kimyager Henry Martin’in sentezlediği glifosat, Martin’in bünyesinde olduğu ilaç firması Cilag tarafından hiçbir zaman piyasaya sürülmedi. 20 yıl sonra bu çalışmadan bağımsız olarak kimyager John E. Franz, ABD’li tohum ve bitki koruma firması Monsanto için 1970’te bitki koruma amaçlı olarak glifosatı geliştirdi.
Glifosat (N-fosfonometilglisin), kararlı karbon-fosfat (C-P) bağlı, sentetik ve seçici olmayan total herbisit (ot öldürücü) olarak tanımlanıyor. Glifosat maddesi, sistematik olarak yabancı otlarla mücadelede kullanılan etkili bir bitki zehri. Bitkinin yeşil aksamından alınıp yaprağına ve köküne nüfuz eden “sistemik” (bir başka deyişle bitkinin bünyesine giren) bir ilaç olarak tanımlanıyor. Yabani ot mücadelesinde tüm otları istinasız öldürüyor. Bu nedenle hububat tarımında kullanıldığında tahılların etkilenmemesi için genetik kodları ile oynanıyor. Böylece GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) ürünlerin yaygınlaşmasına da yol açıyor.
Dünyada pestisit piyasasına hâkim olan beş şirketin sadece glifosat etken maddesinden 2018’de elde ettikleri gelir yaklaşık 1 milyar dolar
DSÖ’ye bağlı Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC) Mart 2015 tarihine kadar yapılan birçok çalışmayı değerlendirerek, glifosatı Grup 2A ‘‘insanda karsinojenik etki olasılığı bulunan ajanlar’’ olarak sınıflandırdı. IARC tarafından hazırlanan raporda glifosatın insanlar için kanser yapma riski taşıdığı dile getirildi. Uluslararası Pestisit Eylem Ağı (PAN International), glifosatın hormonal sistem bozucu olduğuna dikkat çekti.
Kanser yapıcı pestisitler solunduğunda, ağız yoluyla alındığında veya deriye nüfuz ettiğinde zamanla kanser oluşumuna neden olabiliyor. ABD’de yürütülen araştırmalara göre pestisitlerin çevre, biyoçeşitlilik kaybı ve toplumsal zarar üzerindeki maliyeti 12 milyar dolar. Birleşik Krallık ve Almanya’da yürütülen çalışmalar, pestisit kullanımının senelik dış maliyetini sırasıyla 257 milyon dolar ve 166 milyon dolar olarak açıklıyor.
Üretici firmalar ve kazançları
Glifosat ilk olarak Monsanto firması tarafından Roundup adı ile piyasaya sunuldu. Ancak firmanın bugün itibariyle ilaç üzerinde bir patent hakkı yok. Birçok tarım ilacı üreten şirketler farklı isim altında aynı etken madde veya türevlerini içeren (Örneğin Zeneca firması glifosat içeren glyphosatetrimesium ismi ile) herbisit üretiyor.
Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı’nın Mart 2020’de yayımladığı “Dünyayı Zehirleyerek Milyarlarca Dolar Kazanıyorlar” adlı basın bültenine göre, dünya genelinde pestisit piyasasına hâkim olan beş şirket (Bayer, BASF, Syngenta, FMC ve Corteva), 2018’deki 37,2 milyar dolarlık ürün satışlarının yüzde 35’ini glifosat gibi yüksek seviyede zararlı pestisitlerden elde ettiler. Adı geçen beş şirketin sadece glifosat etken maddesinden 2018’de elde ettikleri gelir yaklaşık 1 milyar dolar.
Dünyada glifosat
ABD’nin California eyaletinde bahçıvan Dewayne Johnson’un glifosatın kansere neden olduğu iddiası ile açtığı davada, 2018’de mahkeme Monsanto’yu 289 milyon dolar tazminat ödemeye mahkûm etti. Bu davayı emsal göstererek çok sayıda yeni dava açıldı.
Monsanto’yu 2018’de 65 milyar dolara satın alan Bayer, dava açanlarla anlaşarak 10 milyar 900 milyon dolar ödemeyi kabul etti. 2 Temmuz 2019’da Avusturya Parlamentosu aldığı bir kararla AB içinde glifosat kullanımını yasaklayan ilk ülke oldu.
Türkiye’de glifosat
Tarım Bakanlığı’nın eski verilerine göre 2001’de tarımda yıllık 305 ton glifosat kullanılıyordu. Bu sayı 2013’te 15 kat artarak 4 bin 500 tona çıktı. 2019 yılı için ise yıllık glifosat bazlı tarım ilacı kullanımının 8 bin tona ulaştığı tahmin ediliyor.
Türkiye’de tarımda kullanılan yıllık pestisit miktarı 60 bin ton civarında iken bunun yaklaşık olarak yüzde 13’ünü, yani 7 bin 800 tonunu glifosat oluşturuyor. Dünyada yılda 3 milyon ton civarında pestisit kullanıldığı tahmin ediliyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’de 2020 yılında toplam 53 bin 672 ton pestisit kullanıldı.
Dünyadaki 860 milyon çiftçi ve tarım işçisinin yarısına yakını (yüzde 44’ü) her yıl zehirleniyor
Prospektüsünde kullanım alanları narenciye, bağ (yaprak tarımı hariç), fındık, zeytin gibi dikili tarım arazileri ile kültür bitkisi yetiştirilmeyen alanlar olarak belirtilse de, glifosat bazlı ilaçların ekim-dikim öncesi tüm tarım arazilerinde kullanılma alışkanlığı var.
Dünyada glifozat etken maddeli tarım ilaçları, glifosata toleranslı olacak şekilde genetik olarak modifiye edilmiş soya ile mısırın yanı sıra pamuk, kanola gibi tarla bitkileri tarımında ve süs bitkileri yetiştiriciliğinde olmak üzere 110’dan fazla yabani ot türü için kullanılıyor.
Tarım ilaçları kaynaklı zehirlenmeler artıyor
Wolfgang Boedeker, Meriel Watts, Peter Clausing ve Emily Marquez’in yaptığı ve BMC Public Health adlı hakemli dergide yayımlanan araştırmaya göre, 1990’da yıllık yaklaşık 25 milyon olan pestisit zehirlenmesi sayısı, 2020’de 385 milyona yükseldi. Bu yükselişin nedeni, 30 yıl içerisinde pestisit ve herbisit kullanımının dünya genelinde yüzde 81 artmış olmasıydı.
Araştırmaya göre, dünyadaki 860 milyon çiftçi ve tarım işçisinin yarısına yakını (yüzde 44’ü) her yıl zehirleniyor. 141 ülkeye ait verilerin incelendiği araştırmada pestisit zehirlenmelerinin yol açtığı ölüm sayısı ise yılda yaklaşık 11 bin olarak veriliyor.