25 Şubat 2025
Tarımda pestisitsiz yeni dönem: Van’dan doğaya dost çözümler
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi uzun yıllardır tarımda kimyasal kullanımına karşı organik ve biyolojik alternatifler geliştirerek çevre dostu çözümler sunuyor. Üniversitenin araştırmaları, doğal süreçleri kullanarak verimliliği artırırken ekosistemi korumayı amaçlıyor
Van hem coğrafi hem de iklimsel yapısı itibariyle yüzyıllardır tarım ve hayvancılıkla iç içe geçmiş bir şehir. Van Gölü’nün çevresindeki verimli topraklar, bölgenin ekosistemine büyük katkı sağlarken, geniş ova alanları halkın geçim kaynağını oluşturan geleneksel tarım ve hayvancılığı sürdürülebilir bir şekilde destekliyor. Kent son yıllarda ise geleneksel yöntemlerden çevre dostu tarım tekniklerine geçişte kaydettiği başarılarla Türkiye’nin sürdürülebilir tarım merkezlerinden biri haline geldi.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin (YYÜ) Bitki Koruma Bölümü bu çalışmalara öncülük ediyor. Üniversitenin iklim odalarında ve laboratuvarlarında bilim insanları bitkilerin daha sağlıklı büyüyebilmesi için çevreye zarar vermeyecek alternatif çözümler üretiyor. Burada çalışan akademisyenlere göre tarımsal üretimde kimyasal kullanımını sınırlandırmak mümkün. Bu amaçla yapılan çalışmalar ise saymakla bitecek gibi değil.
Peki, araştırmaların odağında neler var? Araştırmaların temel amacı, bitkileri her türlü zarara karşı korumak için kimyasal yerine çevre dostu kontrol yöntemleri geliştirmek. Örneğin, bir bitki hastalığının yayılmasını önlemek için canlı organizmalardan faydalanılabiliyor. Benzer şekilde, üretimi yapılan bitkilere zarar veren böceklerle mücadele etmek amacıyla bazı bakteriler kullanılabiliyor. Bazen de bitki gelişimini teşvik etmek için kullanılan organik bir gübre, aynı zamanda böceklere karşı mücadele etkisi gösterebiliyor.
“Pestisit kullanımını sınırlandıracak alternatif arayışları içinde en etkili yöntemler, biyolojik mücadele ile gıda veya tarımsal atıkların olumlu etkilerinden azami ölçüde yararlanabilmektir,” diyor Profesör Dr. Semra Demir. “Bu gıdalar ve tarımsal atıklar doğru kullanıldığında bitkilerin gelişim ve dayanıklılığını desteklerler.”
Semra Demir ve ekibi, TÜBİTAK destekli bir proje ile peynir altı suyunu bitkilerin köklerinde yaşayan bir mikroorganizmayla birleştirerek gübre elde etmiş.
Demir üniversitenin Bitki Bölümü’nün başkanı ve filopatolog, yani bitki hastalıkları uzmanı. Özellikle funguslar üzerinde yaptığı çalışmalar doğal tarım yöntemlerinin geliştirilmesi için önem taşıyor. Funguslar, bildiğimiz mantarların bilimsel alem ismi.

“Fungus” yani mantarlar doğal bir gübre işlevi görebiliyor. Fotoğrafı Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Bitki Bölümü araştırmacılarının izniyle kullanıyoruz.
Demir, Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde 25 yıldır kimyasal kullanımına alternatif çevre dostu yöntemler üzerine kayda değer bir birikim oluşturulduğunu anlatıyor. Bu yöntemler genellikle ikiye ayrılıyor: Bazen, bir bitki hastalığı ile mücadele etmek için doğada kendiliğinden bulunan başka bir canlı etmenden faydalanılıyor. Bazen de bir böceğe karşı onunla beslenen başka bir böcekle veya bakterilerle mücadele ediliyor. Biyolojik mücadele olarak adlandırılan bu durum, kimyasala gerek duyulmayan bir tarımı mümkün kılıyor. Araştırmalar bunlarla da sınırlı değil; yabancı otlara karşı bitkinin kendi doğal mekanizmasından faydalanılan çalışmalar yapılıyor.
Tarımda yeni yaklaşımlar: Funguslar ve peynir altı suyu
Demir’in kılavuzluğunda bölümün bulunduğu yerleşkeyi geziyorum. İlk olarak laboratuvarlar karşıma çıkıyor. Bitki koruma bölümü entomoloji (böcek bilimi) ve fitopatoloji (bitki hastalıkları) olmak üzere iki ana dala ayrılıyor. Her iki bölümün gerek laboratuvarlarında gerek iklim odalarında devam eden çok sayıda çalışma var. Alanında otuz yılı aşkın süredir akademik çalışmalar yapan Demir’in hakemli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor. Odası plaketlerle dolu. Aramızda koyu bir sohbet başlıyor. İçtenliği ve yaptığı işe duyduğu tutku bulaşıcı. Öğrencileri tarafından da oldukça sevilen biri akademisyen olduğunu anlamam uzun sürmüyor.
Demir ve ekibi “mikrobiyal gübre” adı verilen bir ürün üzerine çalışıyorlar. Yaklaşık 25 yıldır geliştirilen bu ürün 13 farklı mikroorganizma içeriyor. Fungus yani mantarlara dayalı ürün bitki gelişimini desteklerken kimyasal gübre kullanımını da kısıtlamayı hedefliyor.
Demir’in verdiği bilgiye göre bu funguslar verimliliği düşük topraklarda (çok tuzlu, kurak, ağır metal bakımından kirlenmiş veya çöl toprağı gibi) ve bitkinin gelişimini olumsuz etkileyen koşullarda -ki literatürde bundan “bitkinin strese girdiği durumlar” olarak bahsediliyor- oldukça yararlılar. Bu nedenle sadece Van ve çevresinde değil, başka iklim koşullarına sahip bölgelerdeki tarımsal üretim alanlarında rahatlıkla kullanılabiliyorlar. Demir, bu yöntemleri genellikle sebze (domates, biber, patlıcan ve patates), tahıl (buğday ve mısır) ve baklagiller (mercimek, nohut ve fasulye) gibi tek yıllık bitkilerde denediklerini ve başarılı sonuçlar aldıklarını söylüyor.

Araştırmalar üniversitenin tarım arazilerinden başlayıp farklı illerdeki tarım arazilerine uzanıyor. Fotoğrafı Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Bitki Bölümü araştırmacılarının izniyle kullanıyoruz.
Ayrıca üniversitenin uzmanları peynir altı suyunun tarımda gübre olarak kullanımı üzerine yürüttükleri araştırmadan da çok umutlular. Bu projede, peynir altı suyunun kimi durumlarda tek başına kimi durumlarda ise bazı faydalı mikroorganizmalarla birlikte kullanılmasının bitki gelişimini desteklediği ortaya çıkartılmış.
“Avrupa’daki tarım politikalarına baktığımızda, Hollanda, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde kota sistemleri uygulanıyor. Çiftçilere ne üretecekleri, ilgili kurumlarca belirtiliyor ve alım garantisi sağlanıyor.”
Peynir altı suyu, Türkiye’de sadece birkaç fabrikada toz haline işlenebiliyor. Peynirin süzülmesiyle elde edilen bu sıvı genelde ya kanalizasyon sularına ya akarsulara ya da atık sulara karışıp gidiyor. Toprak veya sulara karışınca zararlı etkiler doğurabiliyor. Semra Demir ve ekibi, TÜBİTAK destekli bir proje ile peynir altı suyunu bitkilerin köklerinde yaşayan bir mikroorganizmayla birleştirerek gübre elde etmiş.
“Dünyada ilk olabilecek bir model üzerinde çalıştık. Benzer bir çalışma literatürde bulunmuyordu,” sözleriyle çalışmanın önemini vurguluyor Demir. “Biber ve patlıcan gibi birçok üründe bu gübreyi deneme amaçlı kullandık ve çok iyi sonuçlar elde ettik. Adana, Tokat, Antalya, Diyarbakır, Konya ve Aksaray’dan birçok çiftçi bizden bilgi alıyor. Bu çiftçilerden çok güzel geri dönüşler aldık,” diye ekliyor.
Ekonomik güvencesizlik kaynaklı kısa vadede verim baskısı en büyük engel
Peki, bu yöntemler biliniyor ve kullanılıyor mu? Neden daha çok üretici bu yöntemleri benimsemiyor? Demir, geleneksel pestisit kullanımına dayalı tarımdan bu yeni yöntemlere geçiş için başlangıç maliyetlerinin zorlayıcı olduğunu, üreticilerin büyük kısmının uzun vadeli yatırım yapmaktan çekindiğini söylüyor. “Üreticiler kısa vadede sonuç almak istiyor. Alternatif yöntemler çevre dostu. Ancak gayet etkili olsalar da sonuçlarının tamamı orta ve uzun vadede oluyor,” diyor Demir. Piyasa koşullarının yarattığı baskı da üreticilerin yeni yöntemlerden kaçınmasına sebep oluyor. “Dolayısıyla üreticiler tarafından yeterince tercih edilmiyor, pestisit kullanımı ağır basıyor,” diye devam ediyor Demir. “Pestisitler, kısa vadede daha düşük maliyetli görünse de uzun vadede hem çevreye hem de insan sağlığına ciddi zararlar verebiliyor.” Demir’e göre, alternatif yöntemlerin yaygınlaşabilmesi için üreticilerin çekincelerin azaltılması gerekiyor.

Profesör Dr. Semra Demir.
Türkiye genelinde her yıl ihracata gönderilen birçok ürün, yüksek kimyasal kalıntısı nedeniyle geri dönüyor. Çok temel tarım ürünleri dahi dış pazarda kabul görmeyince, iç pazarda tüketilmek zorunda kalıyor ve bu hem ekonomik kayıplara hem de sağlıksız beslenmeye yol açıyor. Madem kimyasal kullanımı bu kadar zararlı, o halde çiftçilerin alternatiflere daha fazla yönelmesi nasıl teşvik edilebilir? Bu sorunun cevabını almak için Van Büyükşehir Belediyesi’ne gidiyorum. Yaklaşık on yıldır Van Büyükşehir Belediyesi Tarımsal Hizmetler Daire Başkanlığı’nda görev yapan Ziraat Yüksek Mühendisi Gülşen Güven Yördem, tarımsal üretim sahalarında doğrudan çiftçilerle çalışıyor. Bu deneyimi, sahadaki sorunlara dair derin bir bilgi kazandırmış
Kimyasal kullanımının yalnızca çiftçilerin bireysel tercihlerinden kaynaklanmadığını, bunun temelinde eğitim eksikliği, güvencesizlik ve denetimsizlik gibi yapısal sorunların bulunduğunu vurguluyor Yördem. “Maalesef çiftçiler uzun vadeli sonuçları beklemek yerine, kısa vadede daha fazla hasat alabilmek için kimyasal gübre kullanımına yöneliyor,” diyor. Ancak Yördem’e göre tüm sorumluluğu çiftçiye yüklemek yanlış. “Bu durumun farklı sebepleri var. Örneğin, çiftçiler alternatif yöntemler konusunda yeterince bilgilendirilmiyorlar. Çoğu çiftçi, gübre satan yerlerdeki görevlilerin yönlendirmesiyle hareket ediyor. Bu satış noktalarının ise yeterince denetlenmediğini görüyoruz,” diye ekliyor.
Polat, bakterilerle bitkilerin “savunma mekanizmalarını,” bir başka deyişle zararlılara karşı “bağışıklıklarını” güçlendirebildiklerini anlatıyor.
Kimyasal gübre kullanımının artmasındaki etkenlerden bir diğeri ise çiftçilerin yeterli kâr elde edememesi. Yördem’e göre çiftçiler, daha fazla hasat alabilmek için daha fazla gübre kullanmak zorunda olduklarını hissediyor. Ekonomik güvencesizlik ve sağlanan desteklerin yeterli olmaması bu davranışı yaygınlaştırıyor. Ayrıca, plansız tarım politikaları da bu kısır döngüyü besliyor.
“Avrupa’daki tarım politikalarına baktığımızda, Hollanda, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde kota sistemleri uygulanıyor. Çiftçilere ne üretecekleri, ilgili kurumlarca belirtiliyor ve alım garantisi sağlanıyor” diyen Yördem, Türkiye’de de çiftçiyi koruyan, eğiten ve tarımı sürdürülebilir kılan planlı bir sistemin kurulmasının şart olduğunu belirtiyor.
İklim odalarından ve akademik yayınlardan sofralara
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Bitki Koruma Bölümü’ndeki bir diğer dikkat çeken çalışma, ceviz ağaçlarını etkileyen hastalıklara karşı çevre dostu çözümler geliştirmeyi hedefliyor. Bu uluslararası proje, Macaristan ile yapılan ikili işbirliği kapsamında yürütülüyor ve TÜBİTAK tarafından destekleniyor. Projenin liderliğini, üniversitenin öğretim üyelerinden Profesör Dr. Younes Rezaee Danesh üstlenirken, fitopatoloji ana bilim dalından akademisyenler de araştırma ekibinde yer alıyor.

Mikrobiyal gübrelerin uygulandığı biber bitkileri.
Üniversitedeki bir diğer durağımda Bitki Koruma Bölümü’nden Doçent Dr. Evin Polat Akköprü ile görüşüyorum. 2002 yılından bu yana entomoloji (böcek bilimi) alanında çalışan Polat aynı zamanda da bir sanatçı. Türk sanat müziği icra eden Polat’ı zaman zaman etkinliklerde, konserlerde şarkı söylerken görmek mümkün.
Polat ve ekibi pestisit yerine bakteri ve böceklerden nasıl yararlanabileceğini araştırıyor. Polat, bakterilerle bitkilerin “savunma mekanizmalarını,” bir başka deyişle zararlılara karşı “bağışıklıklarını” güçlendirebildiklerini anlatıyor. “Uyguladığımız bakteriler, biyolojik bir materyal,” diyor Polat. “Bu çalışmalarla kimyasallara gerek kalmadan zararlı böceklere karşı koruma sağlanabileceğini ortaya koyduk. Ayrıca sonuçlar, üreticiler için hem çevre dostu hem de ekonomik bir seçenek sunuyor.”

Üniversitenin iklim odalarındaki çalışmalar üniversiteyi Türkiye’nin sürdürülebilir gıda ve tarım haritasının merkezinde konumlandırmış. Fotoğrafı Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Bitki Bölümü araştırmacılarının izniyle kullanıyoruz.
Polat, geçmişte biber üzerinde solucan gübresi (vermikompost) ile yapılan çalışmalardan örnek veriyor. “Biber bitkisi ile beslenen bazı böcekleri kontrol etmek için genellikle kimyasallara başvurulur. Biz de vermikompost ile kimyasallar arasında karşılaştırmalı bir çalışma yaptık. Çalışmaların sonuçları gösterdi ki, kimyasal uygulaması da vermikompost uygulaması da böcek kontrolünde benzer sonuçlar doğuruyor,” diyor Polat. Ardından da tarım pratiklerinde cevap bekleyen önemli bir soruyu dile getiriyor: “Doğal bir alternatif varken neden kimyasallar tercih edilsin ki?”

Doçent Dr. Evin Polat.
Polat ve ekibi, halihazırda “leonardit” ve “biyoçar” gibi organik gübreler ile bazı bakterilerin böcek kontrolündeki etkinliğini araştıran bir çalışma yürütüyor. Üçüncü yılına giren çalışmada, fasulye ve biber bitkilerine zarar veren yaprak bitleri için pestisit kullanılmadan organik gübre ve bakterilerle ne kadar sonuç alınabildiği inceleniyor. Araştırmacılar, bu işlemler sayesinde bitkilerin savunma mekanizmasını güçlendirerek böceğe karşı direnç geliştirdiğini gözlemlemişler. Üstelik bu işlemlerin insan ve çevre sağlığına zararları bulunmuyor. Polat, şu ana kadar elde edilen ön sonuçların oldukça umut verici olduğunu söylüyor.
Tarımsal ekosistemlerde sürdürülebilirlik odaklı çalışmalarıyla dikkat çeken bir diğer araştırmacı ise Bitki Koruma Bölümü’nden yabani ot uzmanı Doçent Dr. Reyyan Yergin Özkan. Üniversitedeki üçüncü durağım ofisi. Özkan, bu çalışmalarda “allelopati” gibi doğal süreçlerden yararlandıklarını anlatıyor. “Allelopati,” doğadaki bitkilerin çevrelerine yaydığı kimyasal maddeler aracılığıyla başka bitkilerin gelişimini engellediği ya da teşvik ettiği doğal bir etkileşim mekanizması olarak tanımlanıyor. Bir başka deyişle, bitkileri bitkilerle korumayı sağlayan bir yöntem. En iyi bilinen örneği ise ceviz ağaçlarının çevrelerine karşı salgıladıkları kimyasallarla başka canlıları etkilemesi. Neredeyse hepimizin bildiği, özellikle eski kuşakların dilinden düşmeyen “ceviz ağacının altında uyunmaz” ifadesinin arkasında yatan mekanizma bugün bilimsel çalışmalarda kullanılıyor.
Özkan’ın yürüttüğü bir projede, beyaz lahananın hasat sonrası tarlada kalan yapraklarından elde edilen özle yabani ot kontrolünün mümkün olup olmadığı araştırılmış. Beyaz lahana özünün yaygın bir yabani ot olan kırmızı köklü horozibiğinin yayılmasını önlediği, bunu yaparken de önemli bir kültür bitkisi olan mısır üzerinde herhangi bir toksik yahut zararlı etkiye yol açmadığı saptanmış. Herbisit adı verilen yabani ot öldürücü ilaçların kullanımını sınırlandırabilmek için tarımsal üretim alanlarında bu gibi yöntemlerin araştırıldığı onlarca çalışma bulunuyor.

Doçent Dr. Reyyan Yergin Özkan.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin (YYÜ) Bitki Koruma Bölümü tarafından yürütülen bu çevre dostu tarım yöntemleri, öncelikle fakültede bulunan iklim odalarında deneniyor. İklim odalarında, sıcaklık, nem ışık gibi bitki gereksinimleri kontrol altında tutuluyor. Buradan kayda değer bir sonuç elde edildiğinde genellikle aynı yöntemler, sera veya tarla koşullarında tekrar ediliyor. Bazı çalışmalar birkaç yıl üst üste tekrar edebiliyor. Elde edilen bulgular, çoğunlukla ulusal ve uluslararası akademik dergilerde yayımlanarak bilim dünyasına duyuruluyor.
Bu çalışmalar, yalnızca akademik anlamda değil, uygulamalı tarımda da önemli bir etki yaratmayı hedefliyor. Bölümde şu ana kadar TÜBİTAK’tan ciddi destekler alınmış. Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) ile işbirliği içerisinde yeni proje hazırlıkları da yapılıyor. Tüm bu çabalar, çevre dostu yöntemlerin üreticiler arasında yaygınlaşarak daha sağlıklı ürünlerin sofralarımızda daha fazla yer edinmesini amaçlıyor. Görüştüğüm akademisyenlerin yanı sıra üniversitedeki birçok araştırmacı çeşitli alanlarda çalışmalar yürütüyor. Her yıl çok sayıda öğrenci de bu araştırmalara katılarak akademik sürece katkılar sunuyor.
Gıda ürünlerinin yüzde 85’inde birden fazla pestisit kalıntısı
Yoğun pestisit kullanımı, toprağın doğal yapısını bozarken su kaynaklarının kirlenmesine de yol açıyor. Yeraltı ve yüzey sularına karışan pestisit kalıntıları, su ekosistemlerindeki organizmalara zarar veriyor ve uzun vadede biyolojik çeşitliliği tehdit ediyor. İnsan sağlığı açısından da ciddi riskler barındıran bu kimyasallar, özellikle gıdalarda kalıntı olarak bulunduğunda hormon dengesini bozabiliyor, bağışıklık sistemine zarar verebiliyor, hatta kanser gibi hastalıkların oluşma riskini artırabiliyor.

Doğal pestisit metotlarının uygulandığı fasulye bitkisinin yaprağı.
Pestisit Atlası adlı kuruluş, her yıl dünyada yaklaşık 385 milyon pestisit zehirlenmesi vakası yaşandığını ve her yıl 11 bin kişinin doğrudan bu zehirlenme nedeniyle hayatını kaybettiğini açıkladı.
Greenpeace Akdeniz tarafından Türkiye’de 2019 yılında yapılan bir çalışmada, rastgele gıda örnekleri analiz edildi. Bu örneklerin yüzde 49’unda sucul canlılar, arılar, su yosunları ve faydalı böcekler açısından çok zararlı pestisitlerin kalıntısına rastlandı. Aynı çalışmada, örneklerin yüzde 42’sinde ise doğal hayatta biyolojik birikime neden olan ve toksik etkisi uzun süre kalıcı pestisitler vardı.
Ayrıca, 2013-2014 yıllarında Akdeniz Üniversitesi Gıda Araştırmaları Merkezi tarafından yapılan bir başka araştırmada, analiz edilen gıda örneklerinin yüzde 85’inde birden fazla pestisit kalıntısı bulunmuştu.
Bu haber Birleşik Krallık Ankara Büyükelçiliği İkili İşbirliği Programı desteğiyle yürütülen program kapsamında yayınlanmıştır. İçeriği P24’ün sorumluluğundadır. Birleşik Krallık Büyükelçiliği içerikten sorumlu tutulamaz.