20 Ekim 2021
“İtalya’da müsilaj temizlenmedi, sebepleri ortadan kaldırıldı”
Müsilaj üzerine çalışmalar yapan deniz biyoloğu Profesör Antonio Pusceddu, Adriyatik’teki müsilajın temizlenmediğini ve müsilajı mekanik yollarla toplamanın yetmeyeceğini söylüyor: “Daha rahat nefes alırız, ama hastalık sürer.”
Türkiye’de çoğumuz “müsilaj” kelimesini ilk kez bu yıl, Marmara Denizi’ndeki devasa kirlilikten sonra duyduk. Ancak müsilaj daha önce birçok ülkede görülen bir denizsel oluşum. Kayıtlara göre yakın tarihteki en önemli müsilaj istilası ise İtalya’da Kuzey Adriyatik ve Tiren denizlerinde meydana geldi. Literatürdeki birçok önemli çalışmalar da İtalyan deniz biyologları tarafından yürütüldü. Sardunya adasındaki Cagliari Üniversitesi’nde öğretim görevlisi Profesör Dr. Antonio Pusceddu, Politeknik Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsü öğretim görevlisi ve Napoli’deki Anton Dohrn Zoolojik Araştırma İstasyonu’nun direktörü Robert Danovaro ile birlikte müsilajla ilgili birçok bulgunun saptandığı araştırmalar gerçekleştirdi. Özellikle 2009’da yayınladıkları ve iklim değişikliği ile birlikte Akdeniz’de müsilaj oluşumunun artabileceğinin belirtildiği makale bugün Marmara’da yaşanan müsilaj istilasına da ışık tutuyor.
Pusceddu müsilajı tetikleyen etkenler arasında deniz suyu sıcaklıklarının yükselişi kadar ötrofikasyon, yani söyleşide “besin” diyerek işaret ettiği özellikle azot ve fosfor artışının olduğunu vurguluyor. Bu artış, denize bırakılan atıklar ve atıksularla doğrudan ilintili. Bu aşamada müsilaj için koşulların oluşmasında biliminsanları için en önemli veri büyük fitoplankton sayısındaki çoğalma ve organik maddelerden salgıların suya karışması. Pusceddu ayrıca Adriyatik’te müsilajın hiçbir şekilde temizlenmediğini, yeni bir istilanın görülmemesinde kentsel ve hayvansal atık yönetiminde iyileştirmelerin önemli bir rol oynadığını vurguluyor.
Marmara Denizi’nde müsilaj istilasından aylar geçmesine rağmen bugüne kadar henüz bir eylem planı açıklanmadı. Denizin yüzeyi yazın temizlendi, fakat deniz tabanında ciddi bir kirliliğin sürdüğü biliniyor. Atık yönetimi konusunda olsun, sanayi kirliliği konusunda olsun kayda değer bir değişiklik yapılmış değil. Dolayısıyla -bakteriler barındırması halinde kamu sağlığına vereceği zararın önlenmesi dışında- yüzeydeki müsilajın temizlenmesinin Marmara’daki kirliliği çözmediği düşünülürse, şu ana kadar aslında müsilajın yeniden oluşmasını önleyecek herhangi bir önlem alınmadı. Bu açıdan bakıldığında, Marmara çevresindeki kentlerin ve sanayi bölgelerinin denizlerde yol açtığı kirliliğin azaltılması için çok sayıda aktörün birlikte hareket etmesine ihtiyaç duyuluyor. Söz Profesör Pusceddu’da:
> Her ne kadar Marmara Denizi’nde birkaç yıl önce müsilaj oluşumu gözlemlenmiş olsa da, müsilajın ne olduğunu kamuoyu ilk kez bu yıl öğrendi. Bize kısaca müsilajın ne olduğundan ve neden oluştuğundan bahsedebilir misiniz?
Deniz müsilajı, yani “deniz karı” olarak adlandırılan oluşumun daha yoğun ve gelişmiş aşaması, denizdeki organizmalar tarafından salınan yüksek derecede kolloidal [başta polimerler olmak üzere suda dağılan, ancak taneciklerin tamamen çözünmediği bir madde yapısı – Editör Notu] özelliklere sahip farklı organik bileşenlerin bir karışımdır. Bu bileşenler, büyük şeker moleküllerinin stres koşulları altında fitoplankton eksüdasyonu ve plankton hücrelerinin ölümü ile dağılması gibi çeşitli süreçler sonucunda ortaya çıkar. Küçük boyutlu organik atık ve salgılar birleşerek, düzenli su sütunu tabakalaşması [farklı özelliklere sahip su kütlelerin tabakalar oluşturması – EN] gibi yaz aylarına özgü belirli denizsel koşullar altında büyük, devasa tabakalar, ince parçacıklar, topaklar ve kümeler oluşturabilir.
“Müsilaj bir dizi fiziksel, kimyasal ve biyolojik etkenler sonucu ekosistemin değişikliğe uğramasının bir semptomu”
Müsilaj oluşumunun nedenleri arasında bir dizi karmaşık fizikî, kimyasal ve biyolojik faktörler vardır: su tabakalaşması, dolayısıyla yüksek sıcaklıklar, organik olmayan besinlerin (azot ve fosfor) yüksek bir yoğunlukta olduğu ağır biyokütlelerin varlığı, ama aynı zamanda fitoplankton hücrelerini enfekte eden deniz virüslerin etkinliği. Ancak müsilajın geniş sahil bölgelerinde devasa miktarlarda oluşumunu ve yayılmasını tetikleyen mekanizmalar ve farklı faktörler arasında hangilerinin daha önemli olduğu henüz tam olarak saptanmış değil. Bu mekanizmalar ve etkenler her ne olursa olsun, deniz müsilajı ciddi ekolojik ve sosyoekonomik sonuçlara yol açabilir.
> Marmara Denizi’nde yaşanan müsilaj istilasından bağımsız olarak, Profesör Roberto Danovaro ile birlikte yürütmüş olduğunuz, Akdeniz’de deniz müsilajının iklim değişikliği ile artacağı savunduğunuz ve bu yönde birtakım uyarılarda bulunduğunuz çalışmalar var. Neden?
Denizlerde, özellikle de Adriyatik Denizi’ndeki müsilaj oluşumunda iklim değişikliğinin potansiyel bir rolü olduğunu önerdiğimiz dönemde [2009 yılına ait çalışmaya buraya tıklayarak erişebilirsiniz – EN] iklim değişikliğine bağlı olarak yaşanan sıcaklık artışının, kontrolsüz kentsel ve hayvansal atıklar sonucu denize bırakılan devasa miktarda besinlerle birleşince büyük fitoplanktonların çoğalmasına yol açtığını gözlemlemiştik. Yüksek ısı rejimlerinde peş peşe meydana gelen fitoplankton sayısındaki çoğalma, maddelerde biyolojik salgı üretimini ve fitoplankton hücrelerinin virüsler tarafından tahrip olma oranını arttırıyor. Bu iki süreç sonucunda deniz suyuna, müsilajın ön safhasında gözlemlediğimiz organik moleküller karışıyor.
Çalışmada geçmişe dönük bir veritabanı kullanarak müsilaj oluşumunu iklim değişikliği ile ilişkilendirmiş ve sıcaklıklar normal seyrinden ne kadar çıkarsa müsilaj oluşumunun da arttığını göstermiştik. Böylece, iklim değişikliği sonucu su sıcaklıklarının daha da artmasının müsilaj oluşumunu tekrar ve tekrar tetikleyebileceği hipotezini ortaya koymuştuk. Fakat o günden bu yana Adriyatik Denizi’nde deniz suyu sıcaklığının artmasına rağmen müsilaj oluşumu ciddi biçimde azaldı. Buna karşın yüzyılın ilk on yılında, müsilaj oluşumunda rol oynayan bir diğer kilit faktör, yani kontrolsüz kentsel ve hayvansal sanayi faaliyetleri sonucu denize bırakılan yüksek besin oranlarına sahip atıkların yol açtığı ötrofikasyon [suda özellikle azot ve fosfor miktarının artması sonucuyla ortaya çıkan plankton ve alg sayısındaki çoğalma – EN] gerek yeni bir atık yönetimi stratejisi sonucu gerekse nehirlerin denize taşıdığı besin miktarındaki düşüş nedeniyle (ki bunun da sebebi hem iklim değişikliğine bağlı olarak yağışların azalması hem de Po Nehri boyunca uygulanan devasa bir baraj inşa politikası) azalma gösterdi.
“İtalya’da müsilaj ne ortadan kaldırıldı ne de ‘temizlendi’. Daha kısıtlayıcı yasalarla denizlerdeki besin atıklarında ciddi azalmalar gerçekleşti”
> Yakın tarihteki en ciddi müsilaj kirliliği vakalarından biri 1980’lerin sonunda İtalya açıklarında, Adriyatik ve Tiren denizlerinde meydana geldi. Özellikle 1988’in, tüm dünyada küresel ısınma tartışmalarını anaakıma taşıyan çok sıcak bir sene olduğu biliniyor. O dönemde İtalya açıklarında müsilaj oluşumundaki sebepler nelerdi ve deniz suyundaki ani ısı artışıyla doğrudan ilişkisi var mıydı?
Tam olarak söylemek gerekirse Adriyatik ve Tiren denizlerindeki devasa müsilaj oluşumları 1990’lı yıllar boyunca gözlemlendi, hatta 2007’ye kadar önemli yükselişler saptandı. Adriyatik Denizi’ndeki en ciddi müsilaj oluşumlarının muhtemel sebebi yoğun bir ötrofikasyonun, yani yüksek azot ve fosfor miktarlarının varlığıyla eşzamanlı şekilde, yaz aylarında su sütunları yüzeyindeki yüksek sıcaklıkların etkisiyle fitoplanktonların stres koşulları altında olmaları (yani su sütunu tabakalaşması).
> Çıkan haberlere bakıldığında 1980’ler sonunda gerçekleşen devasa müsilaj oluşumunun ortadan kalkması üç yıl almış. Müsilaj nasıl temizlendi ve bir daha oluşmasını önlemek için ne tür önlemler alındı?
Müsilaj ne ortadan kaldırıldı ne de “temizlendi”. Normal sıcaklıkların üzerine çıkılmasına rağmen, daha kısıtlayıcı yasalar sonucu besin madde yoğunluğundaki değişikliklerle denizlerdeki besin atıklarında ciddi azalmalar gerçekleşti. Bununla beraber, nehirlerin denize taşıdığı besin maddesi miktarında hem iklim değişikliği ile bağlantılı olarak azalan yağışlar hem de Kuzey Adriyatik bölgesindeki en büyük nehir olan Po Nehri’ndeki baraj inşaatları müsilajın yok olmasındaki en muhtemel başlıca nedenler. Ne müsilajı ortadan kaldırmak ya da “temizlemek”, ne de müsilajı önlemek için doğrudan eyleme geçildi.
“Müsilajı mekanize aletlerle temizlemeyi, soğuk algınlığında burun akıntısını silmeye benzetebiliriz: Daha rahat nefes alırız, ama hastalık sürer”
> 1980’lerde müsilajdan etkilenen şehirler ve bölgeler, günümüzde atık yönetimi ve çevre politikalarını uygularken yeni bir olası müsilaj oluşumu riskini göz önünde bulunduruyorlar mı?
Denizlere bırakılan besin miktarı ve daha genel olarak deniz kirliliğine dair düzenlemeler doğrudan kentlerin yükümlülüğünde değil ve ulusal kanunlar çerçevesinde belirleniyorlar. Ancak besin [atık ve atıksu – EN] arıtma tesislerini denetleme sorumluluğu kentler ve bölgelerde. İtalya sahillerinde bazı istisnai bölgeler dışında besin atık tahliyesine ilişkin koşullar genel olarak, özellikle de Adriyatik Denizi’nde iyileşti. Müsilaj oluşumunun ve sıklığının ciddi biçimde azalmasının veya son bulmasının arkasında muhtemelen bu durumun etkisi var.
> Marmara Denizi’nde müsilaj kirliliği yaşandıktan sonra Türkiye’de yetkililer deniz yüzeyindeki müsilajı hızla temizlediler. Buna karşın, deniz biyologları deniz tabanında hâlâ son derece yaygın bir kirliliğin olduğunu belirtiyorlar. Denizi temiz addedebilir miyiz? Yüzey kirliliğinin yeniden yaşanması ihtimali var mı?
Gerek su sütununda gerekse deniz tabanında devasa miktarda müsilaj oluşumunun yaşanması, denizsel ekosistemlerinin işleyişinin sekteye uğradığını gösteriyor. Müsilajı doğrudan değişen koşulların bir semptomu olarak bile görebiliriz. Dolayısıyla müsilajı mekanize aletlerle temizlemeyi, soğuk algınlığı esnasında burun akıntısını silmeye benzetebiliriz: Daha rahat nefes alırız, ama hastalık sürer.
“Eğer müsilaj, patojenik bakteriler içeren arıtılmamış kentsel atıklarla temas ederse, bu çeşit bir biyolojik kirlilik akıntılarla kentsel atığın tahliye edildiği bölgenin uzağına yayılabilir”
> Deniz müsilajının ekosistemler ve biyolojik çeşitlilik üzerine etkileri nelerdir? Kirlenen bölgelerdeki balıkların tüketilmesi gerek deniz canlıları gerekse insanlar için tehlikeli midir?
Deniz müsilajı, denizsel ekosistemleri çeşitli şekillerde tahrip edebilir. Su sütununda, devasa miktarda müköz kümelerin bulunması deniz-su arayüzündeki gaz değişimini, bakteri-virüs ilişkilerini, balık hareketliliğini ve dağılımını etkileyebilir. Ayrıca plankton türleri arasındaki ilişkileri, plankton kümelerinin kompozisyonda değişikliklere yol açacak biçimde sekteye uğratabilir. Deniz tabanındaysa deniz müsilajı sedimanların üzerini örterek hipoksik ya da anoksik [oksijen miktarının azalması – EN] koşullara yol açabilir ve böylece deniz dibinde yaşayan organizmalarda çok yüksek ölümlere sebebiyet verebilir. Bunun sonucunda da deniz dibindeki biyolojik çeşitlilik farklı hâle gelebilir.
Bildiğim kadarıyla müsilaj ticarî açıdan önemli balık türleri tarafından yenmiyor. Ancak denizdeki büyük müsilaj parçaları balıkçı ağlarını tıkayabilir. Bunun sonucunda, tutulan az sayıdaki balık müsilajla temas edebilir ve müsilajda patojenik bakteriler bulunması hâlinde, Danovaro’nun 2009 tarihli çalışmasında belirtildiği üzere bu balıkların insanlar tarafından tüketilmesi tehlikeli olabilir. Büyük müsilaj parçalarının bulunması denizi yüzmek için de elverişsiz hâle getiriyor, gerek kötü koku gerekse müsilajın insanların cildine yapışması nedeniyle. Ekonomik sonuçlarını ise tahmin etmek zor değil.
> Biyologlar müsilajda bulunan bakteri ve virüs miktarının deniz suyuna nazaran daha fazla olduğunu belirtiyorlar. İstanbul ve İzmir Körfezi gibi nüfusun çok yoğun olduğu bölgelerde ciddi müsilaj kirliliği olması kamu sağlığı sorunlarına yol açabilir mi?
Danovaro’nun 2009 tarihli çalışmasında da öngörüldüğü üzere eğer müsilaj, deniz yüzeyinde patojenik bakteriler içeren arıtılmamış kentsel atıklarla temas ederse, bu çeşit bir biyolojik kirlilik akıntılarla kentsel atığın tahliye edildiği bölgenin uzağına yayılabilir. Bu olası durumun müsilajda patojenik bakteriler tespit edilmeye çalışılarak titiz bir şekilde takip edilmesi gerekir.
> Marmara Denizi’ne özgü bazı özellikler var: Kıyısında Türkiye’nin en önemli sanayi bölgelerinin (özellikle de en toksik sanayilerin: Bir rafineri, petrokimya fabrikaları, alüminyum şirketleri, tersaneler vs.) ve 20 milyonun üzerinde toplam nüfusu olan şehirlerin atıklarının işlem gördüğü tesislerin kümelendiği küçük ve kapalı bir deniz Marmara. Bugüne kadar bu sanayi bölgelerindeki atık yönetimi sistemlerine dair yeni düzenlemelerin öngörüldüğü herhangi bir kapsamlı politika ya da eylem planı açıklamadı. Sanayi ve kentsel atıkların müsilajı tetikleyen koşulları tetiklediğini, dolayısıyla da bu sorunlara bir çözüm getirilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?
Entelektüel dürüstlük açısından, yeni ya da daha kısıtlayıcı düzenlemelerin gerekip gerekmediğine ya da hangi önlemlerin müsilajın hafifletilmesini sağlayabileceğine dair bir öngörü yapamam. Kentsel ve sanayi atıkların kaynağı, içeriği ve kompozisyonu ne olursa olsun, bu atıkların dikkatle izlenmesi, yönetilmesi ve eğer sürdürülebilirlik eşiğinin üzerinde oldukları saptanırsa bertaraf edilmeleri ya da en azından azaltılmaları gerekir. Ancak müsilaj oluşmasa dahi sürdürülebilirlik hedefleri olan her denizsel çevre yönetimi bu yaklaşıma sahip olmalıdır.
“Eğer müsilajın sebepleri ortadan kaldırılırsa, hasar gören ekosistemlerin yapısının ve işleyişinin düzelmesini bekleyebiliriz”
> Aşırı avlanmanın müsilaj oluşumuna bir etkisi var mı?
Bunu söylemek zor. Ancak, eğer aşırı avlanma sürdürülebilirlik sınırlarını aşan seviyelerde ise, ticarî avlanmada tutulan balıkların çoğunun etobur türler olduğu düşünülürse, deniz anaları ve daha genel biçimde jelatinli planktonlar gibi apeks predatörlerin [besin zincirinin en tepesinde olan avcı canlılar ve organizmalar – EN] sayısında bir “patlama” bekleyebiliriz. Bu predatörler, önce sayıca artış gösterirken, ardından da dejenerasyon fazında, su sütununa devasa miktarlarda organik madde saçarak biyopolimerleri besleyebilir. Dahası, deniz anası ve jelatinli plankton sayılarındaki çoğalma larva ve ot yiyen balık yavrularının daha fazla avlanmalarına sebep olabilir. Larva ve yavru balıkların fitoplanktonlar üzerindeki baskısının azalması da fitoplanktonların çoğalması için elverişli koşullara yol açıyor ve büyük miktarda salgının suya karışmasının da önkoşullarını oluşturuyor. Her iki durum da müsilajın oluşumunun ön safhasında gözlemlenen süreçler.
> Türkiye’de bazı uzmanlar Marmara’da deniz tabanında müsilaj kirliliğinin ulaştığı boyutun ve ekosisteme verdiği hasarın geri dönülemez olduğunu savunuyorlar. Kendi deneyiminize dayanarak, müsilajın geri dönülemez etkileri olabilir mi?
Deniz tabanında devasa müsilaj oluşumunun sonuçları gerek ekolojik gerekse ekonomik açılardan vahim. Fakat, hasarın geri dönülmez olup olmadığı konusunda ben daha az karamsarım. Hasarın yıllarca kalıcı olacağı muhtemel ancak eğer müsilajın sebepleri ortadan kaldırılırsa, hasar gören ekosistemlerin yapısının ve işleyişinin düzelmesini bekleyebiliriz diye düşünüyorum. Elbette müsilaj oluşumu ne kadar uzun sürerse, ekolojik hasar o kadar büyük olur, ekosistemin direnç göstermesi ve kabul edebilir bir seviyeye geri dönmesi de bir o kadar uzun sürer.
> Müsilaj iklim değişikliği ile bağlantılı olduğuna göre, sizce deniz, toprak ve hava kirliliğine karşı kapsamlı bir iklim politikası yürütülmeden müsilajla mücadele edilebilir mi?
Kesinlikle hayır. Belirttiğim üzere, müsilaj bir dizi fiziksel, kimyasal ve biyolojik etkenler sonucu ekosistemin değişikliğe uğramasının bir semptomu. Ekosistemlerin değişikliğe uğramalarının sebeplerini -ki bu iklim değişikliği, kirlilik, habitatların parçalanması ve yok edilmesi vb. olabilir- ortadan kaldırmak amacıyla yapılacak her eylem, onarılmaları için atılması gerekli ve son derece önemli adımlardır.