‘Mega proje’ Galataport, 2000’lerin en tartışmalı projelerinden biriydi. Her şey Anayasa ile güvence altına alınan bir kıyı şeridinin özelleştirilmesiyle başladı. İhalesi 2013’te Doğuş Holding tarafından 702 milyon dolar ile alınan ve ardından Bilgili Holding’in de ortak olduğu 1,7 milyar dolarlık yatırım değerine sahip Galataport projesi, meslek odaları ile uzmanların tüm itiraz ve uyarılarına rağmen 29 Ekim 2021’de açıldı.
Karaköy’den Fındıklı’ya uzanan 1.2 km uzunluğundaki kıyı şeridinden oluşan Galataport’ta hâlâ şantiye çalışmaları sürüyor, inşaat henüz bitmedi. Bir yandan işçiler kalan şantiyelerde projenin eksik inşaatlarını tamamlarken, Galataport’un içi oldukça kalabalık.
Kapıların açılmasından yaklaşık beş ay sonra etrafı dolaşıyoruz. “Kültür Yolu Projesi” olarak lanse edilen Galataport için, girişinden çıkışına kadar tek görülen şey, deniz kenarı manzaralı bir alışveriş merkezi (AVM) olması. Dünyaca ünlü lüks otel zincirlerinden Peninsula gibi birçok alanda üst segment markalar yer alırken, orta ve düşük denilebilecek segmentte markalar da mevcut. Detaylı bir gözlem yapmaya gerek kalmadan yaklaşık yarım saatlik bir gezinti ile, Galataport için İstanbul’da bulunan 130’a yakın AVM’ye bir yenisi eklendi demek yanlış olmaz.

Galataport sahil şeridi. | Fotoğraf: Gezegen
İstanbul’da hız kesmeden AVM yapımının devam etmesi artık bir ‘sorun’ olarak görülmeyebilir. Her ne kadar buraya AVM denilmese de, Galataport projesine başından bu yana birçok yönden itiraz edildi. Çünkü, bu kıyı şeridi bünyesinde birçok tescilli kültür varlığına sahip. Uzmanların ise başından itibaren dikkat çektiği ve sıklıkla eleştirdiği durum, projenin bitimiyle vücut buldu: Projede ‘kamu yararı’ yok. Kıyı şeridinin kültürel miras korunarak halkın kullanımına açılması gerekirdi. Oysa kıyı sermayeye açılarak aktivite merkezi hâline getirildi. Tarihi yapı da göz ardı edilerek İstanbul’un ‘silueti’ kentin bir başka yerinde daha zarar gördü.

Paket Postanesi sahil girişi. | Fotoğraf: Gezegen
O tescilli binalardan biri de 1911’de inşa edilen Paket Postanesi. Burası inşaat devam ederken, 16 Şubat 2017 gecesi yıkıldı. Yeniden inşa edilen binanın içinde şu an için lüks kuyumcu markaları yer alıyor. Henüz bütün alanlar kiralanmamış. ‘Çarşı’ olarak adlandırılan bu mekânda 70 mağazanın bulunduğu ve bunların döviz üzerinden kiralandığı söyleniyor.
Paket Postanesi’nin yaklaşık 150 metre ilerisinde ise, henüz tamamlanmasa da dünyaca ünlü İtalyan mimar Renzo Piano’ya ait İstanbul Modern’in yeni binası yer alıyor. Otopark yapımı ve kruvazör limanının gümrüklü alanlarının inşası nedeniyle tüm antrepolarla birlikte, endüstriyel mimari niteliğindeki 2004 yapımı kullanılabilir durumdaki 4 numaralı antrepo İstanbul Modern de proje kapsamında 2018’de yıkılıyor.

İnşası devam eden İstanbul Modern’in yeni binası (ön cephe). | Fotoğraf: Gezegen

Mimar Köymen’in vurguladığı üzere İstanbul Modern Nusretiye Camii’nin önüne yapıldı ve Boğaz kıyısını tümüyle kapattı. | Fotoğraf: Gezegen
Mimar Köymen: Bir kent suçu işleniyor
TMMOB Mimarlar Odası’ndan Büyükkent Şubesi Başkanı Esin Köymen ile konuşuyoruz. Köymen, projedeki yapılaşmaya dair eleştirilerine İstanbul Modern’den başlıyor: “İstanbul Modern, eski yapının yerine yeni bir yapı yaptı ve baktığınızda bina tekil olarak estetik olabilir; ama sonuç itibariyle Nusretiye Camii’nin önüne yapıldı ve Boğaz kıyısını da tümüyle kapattı.”
TMMOB Mimarlar Odası, projenin başından bu yana sayısız dava açmıştı. Köymen, konuşmasına “bir kent suçu işleniyor” diyerek devam ediyor: “Galataport’taki durum gerçekten içler acısı. Anayasa’dan gelen hakla, kamunun kullanımına açık olması gereken yaklaşık 1,5 kilometrelik kıyı şeridinin özelleştirilerek, şirketlerin alışveriş merkezlerini yapacakları bir alan hâline getirme durumu, etik dışı bir durumdur ve suçtur. Açtığımız davalarda da bunu ifade etmeye çalıştık. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi olarak bizim için bir kent suçu niteliği taşıyor. Bu nedenle de dava açtık.”
On yıl önce ile bugün aynı bölgeden çekilen fotoğraflarda açıkça görüleceği üzere kıyı şeridinde yepyeni bir siluetin oluştuğunu belirtiyor Köymen. “Tescilli camiler, Osmanlı döneminin nefis mimarileri olan yapılar Galataport’un ‘modern’ binalarının arkasında, bulduğu her koşulda kendini göstermeye çalışan yapılar hâline geldi. Yani aslında kıyı boyunca gelen bu siluetin de ciddi anlamda değiştiğini görüyoruz. Bu doğrudan doğruya bir özelleştirme projesi, doğrudan doğruya bir kıyı alanının halka kapatılması, bir ticarileşme süreci” diyor.

Galataport’ta 60’a yakın yeme içme alanı bulunuyor. | Fotoğraf: Gezegen
Av. Atalay: Özelleştirmeye hukuken yanaşamadık bile
Peki, bir kıyı şeridi nasıl oluyor da Anayasa’ya aykırı bir şekilde özelleştiriliyor? Bu süreci ise Avukat Can Atalay’dan dinliyoruz: “2000’lerin başında başka sermaye grubuna verilmesine ilişkin idari işlem, üst ölçekli plana aykırılık gerekçesiyle iptal ediliyor. Ondan sonra 2009 İstanbul Çevre Düzeni Planı hükümlerinin ve daha da önemlisi, 2009 İstanbul Şehir Düzeni Planı’nın 2010 plan notu tadilatlarında değişiklik ve ilavesiyle ‘ulaşımla ilgili çözümlemeler halka açık planlarda yapılabilir’ gibi bir hüküm getirildi. Biz buna da dava açtık, akıl almaz bir hızla bu davanın reddine karar verildi ve karar kesinleşti. Daha sonrasında, Özelleştirme İdaresi ‘Galataport adını verdik’ dedi. Aslında tarihi ismi Salı Pazarı olan alanla ilgili bir imar planı hazırladı. Bu imar planı ile ilgili yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda, bir bilirkişi raporu geldi. O bilirkişi raporu, aslında bu planın nasıl ve neden şehircilik ilkelerine, planlama tekniğine, dolayısıyla kamu yararına ve hukuka aykırı olduğunu açıkça ortaya koydu. Fakat Danıştay 6. Dairesi, bu bilirkişi raporuna rağmen davanın reddine karar verdi ve karar kesinleşti.”
19 Ağustos 2014’te Çevresel Etki Değerlendirmesi raporu için “Halkın Katılımı Toplantısı” düzenlenmiş, ancak bu toplantı usulsüz olduğu gerekçesiyle meslek örgütleri ve dernekler tarafından protesto edilerek yaptırılmamıştı. O günü hatırlatarak Atalay şöyle devam ediyor: “O toplantı açılamadı, vatandaşın ve bizlerin tepkileri sonucunda açılamadan kapandı ve bu Çevre Etki Değerlendirme, halk bilgilendirme toplantısının yapılamadığı, prosedürün tamamlanamadığı anlamına gelir. Bu nedenle de dava açtık; o dava da hızlıca reddedildi ve karar kesinleşti. Özet olarak şunu söyleyebilirim: Biz Galataport için verilen bu özelleştirme işlemine, hukuken yanaşamadık bile. Bir takım eller oraya yanaşmamıza engel oldu kanaatindeyim.”
Ardından projenin ikinci ÇED raporu hazırlanmış ve 2015’te “olumlu” kararı verilmişti. Sayısız itirazlara ve süren davalara rağmen 2016’da inşaat yapımına geçildi.
Galataport inşası sırasında bir iş cinayeti de yaşandı. Covid-19 salgınına rağmen faaliyetine devam eden Galataport şantiyesinde çalışan DİSK’e bağlı Dev Yapı-İş’in iş yeri temsilcisi Hasan Oğuz 13 Nisan 2020 günü yaşamını yitirdi. Dev Yapı-İş Oğuz’un ölüm raporunda ise ölüm şeklinin “bulaşıcı hastalık” diye belirtildiğini aktardı.

Yaya yolunda iş makinaları aktif olduğu için, insanlar araçlarla yoldan yürümek zorunda kalıyor. | Fotoğraf: Gezegen

Aktif olan Paket Postanesi giriş kapısı tarafında inşaat sürüyor. | Fotoğraf: Gezegen
Paket Postanesi kapısından çıkarak Galataport projesi nedeniyle ekonomik olarak olumsuz etkilendiği söylenen kıyı şeridinin hemen arkasında yer alan Karaköy esnafı ile konuşmaya gidiyoruz. Ancak, Galataport’un arka cephesinde hâlâ çalışan iş makinaları yayaların kaldırımını işgal ettiği için yoğun trafik nedeniyle duran araçların yanından yürünebiliyor.

Galataport nedeniyle Karaköy esnafı işlerinin azaldığını belirtiyor. | Fotoğraf: Gezegen
Konuştuğumuz Karaköy esnafının da ortak görüşü, “Gemilerin yanaştığı Galataport’tan turistlerin çıkmaması üzerine kurgulanan büyük bir AVM” olduğu. Esnaf ayrıca, projeyle beraber işlerindeki azalmanın yanı sıra bir de fahiş kira artışları ile mücadele ettiklerini belirtiyor.
“Bugüne kadar 10’dan fazla gemi geldi, biz ne turist gördük ne başka bir şey. Gelen turistle bizim hiçbir alakamız yok.”
Karaköy’de kırtasiye dükkânı işleten Kâmil Bey. | Fotoğraf: Rabia Yılmaz
O esnaflardan biri de Karaköy’ün eski esnaflarından kırtasiye dükkânı işleten Kâmil Bey. Şu ana kadar 10’dan fazla turist gemisinin limana yanaştığını ancak buna rağmen satışlarının düştüğünü belirten Kamil Bey anlatıyor: “Biz sandık ki, turistler buraya gelecekler, burayı gezecekler, buradaki kafeteryalarda yiyip içecek, otellerde de kalacaklar, benden her zamanki gibi hediyelik eşya alacaklar ama hiç olmadı. Bugüne kadar 10’dan fazla gemi geldi, biz ne turist gördük ne başka bir şey. Gelen turistle bizim hiçbir alakamız yok.”
“3 bin TL olan kira 13 bin TL oldu”
Kâmil Bey ayrıca, Galaport projesiyle kiralarının artmasından şikâyetçi: “Sanki biz 30 kat fazla para kazanıyoruz ve işler yapıyoruz; 3 bin TL olan yer oldu 13 bin TL. Mal sahiplerimiz kiraları arttırdı. Şimdi kira gelirinin dört katı kira dört katı da stopaj veriyoruz. Bu yerin bize yüzde 10 bile yansıması yok. Galataport’un hiçbir olumlu etkisini görmedik, görmüyoruz. Sadece yanımızda, etiket oldu. Adı var. Galataport yatay bir AVM oldu. Orada birileri zengin oldu ya da birilerine yol açıldı. Artık kimdir bilemem. O işleri ben bilmiyorum. Ama biz mustaribiz.”
“Şu an işler iyi değil, çok az insan geliyor. Galataport ise dolu. Ama insanlar yakında yeniden buraya gelmeye başlayacaklar.”

Karaköy’de çay ocağı işleten Musa Bey. | Fotoğraf: Rabia Yılmaz
Karaköy’de 40 yıldır çay ocağı işleten Musa Bey ile konuşmaya başlıyoruz. Musa Bey, turistlerin ve oraya giden halkın bir süre sonra kendilerine gelmeye devam edeceğini umut ediyor. Ancak şu an için tablo Musa bey için de Kamil Bey’in aktardığından farklı değil: “Bu proje bizi olumsuz etkiledi. Şimdi insanlar merak ettiği için oraya gidiyor. Bir süre sonra buraya gelmeye devam edecekler. Şu an işler iyi değil, çok az insan geliyor. Galataport ise dolu. Ama insanlar yakında yeniden buraya gelmeye başlayacaklar.”
“Bizim işlerimiz olumlu etkilenecek. Halk da duyarlılık gösterecek diye inanıyorum. Turistlerin de oraya çok akın edeceğini düşünmüyorum.”

Fotoğraf: Rabia Yılmaz
Arif Bey Köftecisi’nin işletmecisi Semra Hanım, projeye daha olumlu gözle bakanlardan. Galataport’un eski tarihi dokuyu koruduğunu ve esnaf kalitesini arttıracağını düşünen Semra Hanım, “Ben açılan yeri henüz gezmedim, kısmen biliyorum; ama bir biranın 100 TL olduğu söyleniyor. Kafesi olan arkadaşlarla şunu konuşuyoruz: ‘Gidip orada 100 TL’ye bira içmeyeceğine göre halk, bize gelecek. Dolayısıyla bizim işlerimiz olumlu etkilenecek. Halk da duyarlılık gösterecek diye inanıyorum. Turistlerin de oraya çok akın edeceğini düşünmüyorum” diyor.
Artan kiralara karşı ise Semra Hanım ekliyor: “Tabii kiralar arttı, daha artacak da. Kapitalist sistem sonuçta, sermayeye açılıyor, orası belli. Ama tarihi bir yerde, deniz kenarında da beton yığınlarının işi yok. Galataport projesi ile tarihi bu bölgenin eski saygınlığını kazanacağını düşünüyorum.”
Dünyada doğaya ve insana en fazla zarar veren atıkların en üst sırasında yer alan radyoaktif atıkları güvenli bir şekilde bertaraf etmenin henüz bilinen bir yolu yok. Ancak, radyoaktif atıkların baş sorumlusu olarak gösterilen nükleer santrallerden dünya vazgeçmiyor.
Stimson Center’ın güncel verilerine göre, dünyada 33 ülkede faaliyet gösteren 443 nükleer reaktör bulunuyor. ABD, 94 nükleer reaktörüyle ilk sırada yer alırken, Fransa 56 reaktörle ikinci sırada. 19 ülkede ise şu anda yapım ve planlama aşamasında olan 52 nükleer reaktör yer alıyor.
Türkiye’de ise şu anda sayı bir: 2023’te bitirilmesi planlanan, inşaat sürecinde meydana gelen çatlaklar ve patlamalarla güvenlik kaygılarını arttıran Akkuyu Nükleer Güç Santralı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 10 Kasım günü bu sayının üçe çıkacağını, “Akkuyu’nun ardından süratle ikinci, hatta üçüncü nükleer güç santralimiz için hazırlıklara başlayacağız” sözleriyle duyurdu. Ertesi gün, Glasgow’da gerçekleşen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği 26’ncı Taraflar Konferansı’nda (COP26) Rusya Devlet Atom Enerjisi Kurumu’nun (Rosatom) Genel Müdürü Aleksey Lihaçev, Akkuyu NGS’nin ardından, “Türkiye’de NGS’lerin inşaatında yer almaktan memnuniyet duyarız” dedi.
Biliminsanları ve doğa savunucuları ise başından beri Akkuyu NSG’nin faaliyete geçmemesi için mücadele sürdürüyor. Bunun birçok nedeni var. Bu nedenlerin başında, Avrupa’da ve Rusya’da kapatılan ve faaliyeti devam eden nükleer santral atıklarının depolama ve bertaraf merkezinin Akkuyu NGS’nin olacağı endişesi de yatıyordu.
Nükleer atıklar kabul edilecek, yeniden kaynak olacak
Nitekim, Paris İklim Anlaşması’nın TBMM’de yürürlüğe girdiği gün (6 Ekim 2021) radyoaktif atıkların Türkiye’ye getirilmesinin önünü açan ve nükleer atıkların kaynak olarak kullanılmasına olanak sağlayan iki kanun teklifi oylanıp, kabul edildi.
> Birinci düzenleme: “28 Ocak 1964 Tarihli Ek Protokol ve 16 Kasım 1982 Tarihli Protokol ile Değiştirilen 29 Temmuz 1960 Tarihli Nükleer Enerji Alanında Üçüncü Şahıslara Karşı Hukuki Mesuliyete Dair Sözleşmeyi Değiştiren Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi”.
> İkinci düzenleme: “Kullanılmış Yakıt İdaresinin ve Radyoaktif Atık İdaresinin Güvenliği Üzerine Birleşik Sözleşmeye Türkiye Cumhuriyeti’nin Beyanlarla Birlikte Katılmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi”.
Bu düzenlemede nükleer atıkların yeniden kaynak olarak kullanılmasının yanı sıra ortak proje yürütülen başka ülkelerin nükleer atıklarının da kabul edilebileceği, atığın ortaya çıktığı ülke dışında başka ülkelerde bertaraf edilebileceğine ilişkin maddeler yer alıyor.
Avrupa’dan ithal edilen plastik atıklar ile ilgili geri dönüşüm ve denetleme tartışmaları sürerken, şimdi de Türkiye’ye transferi gerçekleşebilecek nükleer atıkların ne şekilde depolanacağı veya imha edileceği soru işareti. İzmir’in Gaziemir ilçesinde Emrez Mahallesi’nde 14 yıl önce ortaya çıkan radyasyonlu atıkların hâlâ temizlenmemesi, bertaraf konusunda “tecrübesiz” olunduğunu veya bilinen bir uygulamanın olmadığını gösterebiliyor.
Peki, bu iki kanun teklifi ne anlama geliyor ve neden kamuoyunda yeterince gündem yaratmadı? Paris İklim Anlaşması ‘sevinci’nin gölgesinde mi kaldı, yoksa sessizce mi Meclis’ten geçti?
Uğurhan: Ne yazık ki Fukuşima gibi bir felaketin yaşanmasıyla nükleer tehlikenin görünür olduğu olaylar yurttaşların sesini yükseltmesini sağlıyor

Dr. Ful Uğurhan. “Mersinli hekimler Akkuyu’ya yürüyor” etkinliğinden, 25 Şubat 2014. | Fotoğraf: Mersin Tabip Odası
Mersin Nükleer Karşıtı Platformu’nun (NKP) en eski üyelerinden Dr. Ful Uğurhan, nükleer endüstrisindeki gelişmelerin her zaman kamuoyunun denetiminden uzak ve gizli kapılar arkasında gerçekleştiğini belirtiyor:
“Nükleer atıkların bertaraf sorununun çözülemeyişi ile nükleer silahların ham maddesi plütonyumun nükleer santrallardan elde ediliyor olması, bu gizlilik ve pazarlıkların arkasındaki en önemli unsurlardan biri. Nükleer santralı olan ülkelerin başlarına bela olan, kurtulmak istedikleri nükleer atıklarının ülkemize getirilmesinin yasal yolunu açacak bu yasanın kabulünde, Türkiye’nin ne gibi menfaati olabilir? Acaba herkesin açıkça konuşmadığı nükleer silah yapımında kullanılabilecek her türlü malzemenin, araç ve ekipmanın bu yolla transferi ve ticaretinin önünün açılması mı hedefleniyor? Bunu öncelikle bu kanuna ‘evet’ oyu veren milletvekillerinin açıklaması gerekir.”
Uğurhan, bu iki kanun teklifinin gündem olabilmesi ve iptal edilebilmesi için, sadece birkaç STK’nın basın açıklaması yapmasının ötesinde, kitlesel bir itirazın gerçekleşmesi gerektiğini vurguluyor:
“Bu görev sadece STK’lar ve siyasi partilerle değil, öncelikle halkın tamamına düşmektedir. STK’lar ancak kamuoyunu bilgilendirme ve bunun sonucunda oluşacak itirazı örgütleme işini yapabilir. Ama yurttaşların sesi kısılmış durumda. Ne yazık ki daha önceden deneyimlediğimiz gibi ancak Fukuşima gibi bir felaketin yaşanmasıyla nükleer tehlikenin görünür olduğu olaylar yurttaşların sesini yükseltmesini sağlıyor.”
Sakarya: Boğazlarda zaman zaman petrol tankerlerinin ciddi kazalarına şahit olduk, büyük yangınlar çıktı. Bu eğer nükleer atık taşıyan gemide meydana gelirse, ortama yayacağı radyasyon etkisini düşünmek bile istemiyorum

EMO Yönetim Kurulu Üyesi Olgun Sakarya
Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Yönetim Kurulu Üyesi Olgun Sakarya ise, günümüze kadar gelişmiş ülkeler dahil hiçbir ülkenin nükleer atıkların bertarafı konusunda ekonomik bir çözüm bulamadığının altını çiziyor ve ekliyor:
“Bu düzenlemeler, ileriki dönemlerde başta Rusya Federasyonu olmak üzere kaynak başka ülkelerin nükleer atıklarının bertarafı konusunda hedef ülke olarak ev sahipliği yapıp yapmayacağı gibi soruları akla getiriyor.”
Akkuyu NGS için Rusya ile yapılan anlaşma kapsamında, Rusya’nın deniz aşırı ülkelerdeki yatırımları için Türkiye’nin “geçiş ülkesi” konumuna girip girmemesinin de üzerinde durulması gerektiğini belirten Sakarya, “Buradaki kritik konu: Rusya’nın bizim ülkemizde Akkuyu’da yapmış olduğu nükleer santralın dışında, diğer Akdeniz ülkelerinde yapacağı benzer yatırımlar. Bizim ülkemiz için o geçiş ülke konumunu zaten kullanmak durumunda. Sanıyorum yasal mevzuatı biraz da buna oturtmak için düzenlediler” diyor.
Sakarya, yasal mevzuatla atıkların yeniden değerlendirilmesi konusunda Rusya’nın kendi atıklarını Türkiye’ye veya Türkiye üzerinden başka bir ülkeye taşınması durumunda da ortaya çıkacak risk ve tehditleri düşünmek dahi istemediğini belirtiyor:
“Boğazlarda zaman zaman petrol tankerlerinin ciddi kazalarına şahit olduk, büyük yangınlar çıktı. Bunun bir de nükleer atık taşıyan gemide meydana gelirse ortama yayacağı radyasyon etkisini düşünmek bile istemiyorum. Örneğin Çernobil kaç yıl önce oldu ama etkileri hâlâ sürüyor, daha da devam edecek. Bu yüzden Karadeniz halkının kanserden ölme oranları diğer bölgelere göre yüksek. Rusya’dan bizim üzerimizden geçecek bu tür malzemelerin veya maddelerin olası bir kazaya yaratacağı tehdidi, riski ve sıkıntıyı düşünmek dahi istemiyorum. Bunun telafisi mümkün değil.”
Antmen: Burada 50 nesil boyunca hatta daha fazla, nükleer atık tehlikesi devam edecek. Ama bu tesis bitse de işletmeye açılmamalı

CHP Mersin Milletvekili Alpay Antmen. Mersin Nükleer Karşıtı Platformu’nun Çernobil nükleer felaketinin 35’inci yıldönümünde gerçekleştirdiği basın açıklamasından. Özgecan Aslan Parkı, 26 Nisan 2021. | Fotoğraf: Antmen’in arşivi
Başka ülkelerin nükleer atıklarının bertarafının Türkiye’de gerçekleşmesine izin veren kanun teklifine 6 Ekim günü, İYİ Parti’den 13 vekil kabul oyu verdi, 23 vekil oy kullanmadı. HDP’den 19 vekil ret oyu verirken, 37 vekil ise oy kullanmadı. CHP’den ise 78 vekil çekimser kaldı, 57 vekil ise oylamaya katılmadı.
CHP Mersin Milletvekili Alpay Antmen öncelikle oylamaya ilişkin, Meclis’te bu teklife tek muhalefet şerhinin partiden İstanbul milletvekili Ünal Çeviköz’den geldiğini belirterek, “Peşini bırakmayacağız. Çeviköz’ün verdiği muhalefet şerhi, tüm CHP adına verilmiştir” diyor.
Antmen, nükleer atıkların doğada binlerce yıl yok olmadığını ve saklanmasının hem pahalı hem de riskli olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Bu yüzden nükleer kullanan ülkeler Türkiye’yi gözlerine kestirdi. Akkuyu’nun yönetimi de kontrolü de Rusya’da. Reaktör tabanı inşaatı iki kere çatladı. İlerde yaşanabilecek bir kazada Türkiye cehenneme dönebilir. Şimdi bu yetmezmiş gibi başka ülkelerin nükleer atıklarına ev sahipliği yapacağız.”
Akkuyu NGS’ye bir depolama tesisi yapılacağını vurgulayan Antmen, son yasal mevzuatla da öncelikle Rusya’nın radyoaktif atıklarının bu tesiste depolanacağının altını çiziyor: “Burada 50 nesil boyunca hatta daha fazla, nükleer atık tehlikesi devam edecek. Ama bu tesis bitse de işletmeye açılmaması gerektiğini düşünüyorum. Açılmaması için de elimizden geleni yapacağız.”
Akkuyu’da sanal tur: Eleştirel sorular yanıtlanmadı
Antmen ayrıca, 29 Kasım Pazartesi günü Akkuyu NGS’deki son gelişmelerin aktarıldığı “Açık Kapı Günü” adlı çevrimiçi bir etkinlik ve bu etkinlikte santralden sanal tur gerçekleştiğini aktarıyor. Akkuyu Nükleer A.Ş. Genel Müdürü Anastasia Zoteeva ve Yapı ve Üretim Organizasyon Direktörü Denis Sezeri’nin etkinlikte, katılımcılardan gelen soruları yanıtladığını, kendisinin de üç soru yönelttiğini belirten Antmen, iki sorusunun cevapsız bırakıldığını söylüyor.
Antmen ilk olarak “Akkuyu’da bağımsız bir denetleme kurumu var mı?” şeklinde soru yönelttiğini, bu soruya “Akkuyu üretime geçtikten sonra sahibi olacak [Fransız bir şirket] şu an denetim yapıyor” cevabını aldığını belirtiyor.
Bölgeden geçen Ecemiş Fay hattının aktif olması hâlinde ortaya çıkacak güvenlik sorununun nasıl aşılacağına ve NKP bileşenlerinin neden Akkuyu NGS’ye sokulmadığına dair iki sorusunun, “süre bitti” gerekçesiyle yanıtlanmadığını belirten Antmen ekliyor: “Önceden hazırlanmış bir senaryo dâhilinde göz boyama ve sevimli görünmek adına yapılan bir etkinlik olduğunu düşünüyorum.”