Müsilaj sorununun bilinmesine ve yıllardır incelenmesine rağmen yetkililer yıllardır Marmara'daki kirliliğe karşı etkili bir politika geliştirmedi. | Fotoğraf: Hilmi Hacaloğlu, VOA via Wikimedia Commons.

27 Haziran 2021

Müsilaj, eylem planı ve cevap bekleyen sorular

Gezegen

Birçok aktörün çatışan çıkarlarından Marmara Denizi’ni korumak için etkili bir yol haritası ortaya çıkarılabilecek mi? Bakanlığın eylem planı ışığında müsilaj ve Marmara’daki kirlilikle ilgili cevap bekleyen soruları derledik

Altın Kemer Plajı’nın 2012’de İzmit Körfezi’nin Mavi Bayrak sertifikası alan ilk plajı haline gelmesi vaktiyle bir “mucize” olarak değerlendirilmişti. Kocaeli’nin Karamürsel ilçesinde, Hereke ve Dilovası kıyılarının tam karşısında bulunan bu plaj daha geçtiğimiz sene yeniden Mavi Bayrak almaya hak kazandı. Altın Kemer, “deniz salyası” olarak adlandırılan müsilajla kaplanan ilk sahillerden biri oldu.

Peki, Marmara Denizi gibi kapalı bir denizde, Türkiye’nin doğaya en fazla kirlilik yayan sanayisinin bulunduğu dar bir körfezindeki bir plaj nasıl oldu da 2020’de Mavi Bayrak kriterlerine uygun görüldü? Deniz geçen sene temizdi ve bütün kirlilik bu sene mi su yüzüne çıktı? Yoksa denizin “öldüğü” bilinirken kamuoyuna bunun tersi mi vaat ediliyordu? Bu teşhislerden hangisi doğru?

Marmara Denizi kıyısında sanayi tesisleri ve nüfus yoğunluğundan kaynaklı deniz kirliliği bugüne mahsus bir durum değil. Belki de, kirliliğin boyutunun idrak edilebilmesi için müsilaj oluşması gerekiyordu. Bugün karşı karşıya kaldığımız asıl soru, bundan sonra nelerin değişeceği. Birçok aktörün çatışan çıkarlarından, Marmara Denizi’ni korumak için nasıl bir yol haritası ortaya çıkarılabilecek? Şayet bir yol haritası ortaya çıkarsa, masadaki farklı aktörleri ikna edebilmek amacıyla her zamanki, alışılagelmiş tavizlerden verilecek mi?

Kapsamlı bir yol haritası belirlemeye doğru atılan ilk adım, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un açıkladığı 22 maddelik Marmara Denizi Koruma Eylem Planı. Ancak bu eylem planında alınması vaat edilen tedbirlerin büyük bölümünü, kamu kurumları tarafından çoktandır hayata geçirilmesi gereken temel uygulamalar oluşturuyor. Tüm bu eksiklikler kamuoyu baskısı olmadan en basit adımların dahi atılamayacağını ortaya koyuyor.

Müsilaj kirliliğinin ortaya çıkmasından bu yana çok sayıda söyleşi, görüş, öneri ve rapor kamuoyuna yansıdı. Son olarak 18 Haziran’da İstanbul Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim görevlileri tarafından kapsamlı bir değerlendirme yayınlandı. Haftalardır Marmara Denizi’nin ortalamanın çok üzerinde ısınması, derin deniz deşarjı, tür çeşitliliğinin azalmasıyla ekolojik dengenin yitirilmesi gibi çok sayıda olguyu konuşmaya başladık. Bugüne kadar yayınlanan söyleşiler ve raporlar ışığında, bakanlığın 22 maddelik eylem planını temel alarak yetkililerden ve deniz kirliliğinde en büyük pay sahibi aktörlerden cevap bekleyen soruları derledik.

 

denizhaber.net adlı sitede 2008 yılında yayınlanan bir haber. | Görsel: Ekran görüntüsü.

➀ Müsilaj bugüne kadar neden ciddiye alınmadı? Yarın ciddiye alınacağına neden güvenmeliyiz?

Bakanlığın sunduğu planda müsilajla mücadele için öncelikli olarak Marmara Belediyeler Birliği bünyesinde Bilim ve Teknik Kurulu adında bir yapının oluşturulması ve bir “Stratejik Plan” hazırlanması öngörülüyor. Oysa ne Marmara’daki kirlilik ne de müsilajın oluşmasındaki etkenler yeni.

Çıkan haberlerden, özellikle 2007-2008 yıllarında Marmara Denizi’nde ciddi seviyede bir müsilaj oluşumunun yaşandığını öğrendik. Marmara Denizi’ndeki biyoçeşitlilik ve kirlilikle ilgili 2000’li yıllardan itibaren başlayan, meydana gelen müsilaj oluşumu sonrasında hızla artan kapsamlı çalışmalar var. İstanbul Üniversitesi öğretim görevlileri Neslihan Balkıs-Özdelice ve Seyfettin Taş ile Kocaeli Üniversitesi’nden Halim Aytekin Ergül’ün Türkiye Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) tarafından 2016’da yayımlanan Marmara Denizi’nde zararlı alg patlaması (HAB) ve müsilaj oluşumu (Harmful algal blooms (HABs) and mucilage formations in the Sea of Marmara) adlı çalışması aralarındaki en güncel örneklerden biri. Makalede müsilaj oluşumunda pay sahibi biyolojik türler ve tek hücreli canlılarla ilgili bilgiler verilirken, Marmara Denizi’nde hangi zararlı algların saptandığı listelenmiş ve bunların her geçen yıl artacağı öngörülmüş. TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi’nin (MAM) başı çektiği Denizlerde Bütünleşik Kirlilik İzleme Çalışması’nda da erişilmek istenen hedeflerden biri olarak “alg-fitoplankton patlamaları ve müsilaj oluşumları için riskli alanların belirlenmesi” gösteriliyor.

İyi haber, politika oluşturabilmek için bir birikimin olduğu. Kötü haber ise bu girişimlerin akıbetini çoğu zaman kısa vadeli ekonomik çıkarların dikte etmesi. Bahsedilen stratejik planda bu araştırmalara dayalı olarak somut ve ölçülebilir politika değişiklikleri ortaya konacak mı, yoksa Türkiye’de çoğu zaman olduğu gibi kötüye gidişatın yavaşlatılması ile mi yetinilecek?

 

Hacı Aktif Mahallesi, İstanbul-İzmit yolu, 2019. | Fotoğraf: Ümit Yıldırım via Unsplash.

➁ Marmara’nın tamamı koruma alanı olarak belirlenirse sanayi ve yapılaşmadan vazgeçilecek mi?

Bakan Kurum’un açıkladığı eylem planının en dikkat çekici vaatlerinden biri 3. maddede yer verilen Marmara’nın tamamının koruma alanı ilan edilmesi. Eğer bakanlığın bu vaadi Marmara Denizi kıyılarının Tabiat Koruma Alanı gibi yasal bir statü kazanması anlamını taşıyorsa, bu durum gerek kentleşme gerek sanayinin tabiat varlıklarının korunmasına ilişkin mevzuata tabi olmasını gerektirir.

Kentleşme bir yana, Tüpraş rafinerisi, petrokimya fabrikaları, tersaneler, limanlar ve termik santrallarla çevrili bir alan, bunların doğaya etkisinden bağımsız bir şekilde korunabilir mi? Doğayı kirletenlere ciddi yaptırımlar uygulanır mı, hatta sanayinin Marmara havzasından başka bir bölgeye taşınması gündeme gelir mi?

 

degisenkocaeli.com adlı haber sitesinde 2018 yılında yayınlanan bir haber. | Görsel: Ekran görüntüsü.

➂ Belediyeler somut bulgulara dayalı ortak bir söylem geliştirebilir mi?

Belediyeler yıllardır Marmara Denizi sularının temiz ve yüzmeye uygun olduğu, biyoçeşitliliğin arttığı ve avlanılan balıkların dileyenler tarafından tüketilebilineceğine dair bir söylem benimsiyor. Örneğin, 2018’in Eylül ayında İzmit açıklarındaki sualtı yaşamını belgelemeye yönelik fotoğraf ve video çekimlerine katılan dönemin Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu’nun İzmit Körfezi’ne “tam not” verdiğini okuyoruz. Karaosmanoğlu’nun Değişen Kocaeli sitesinde yayınlanan haberdeki açıklamaları şu şekilde: “Özellikle İzmit Körfezi’nin arıtılmasına yönelik verdiğimiz çetin mücadele Türkiye’ye örnek ve model oldu. Bu noktada en büyük atılımımız; Karamürsel’den Darıca’ya kadar İzmit Körfezi’nde atıksu kolektör hatları inşa etmek oldu. Sadece 2017 yılında 123 milyon m3 atıksu arıttık. Körfezimizin akvaryum gibi balık ve yaşam çeşitliliğin artması için çok çalıştık.” Karaosmanoğlu’nun belediye başkanlığı görevini 2004 ile 2019 yılları arasında 15 yıl boyunca sürdürdüğünü belirtelim.

Marmara kıyısının en kirli bölgelerinden bir olan Ambarlı Limanı’nın yanı başında bulunan Avcılar sahilinde halk plajı kurma çabası da benzer bir örnek olarak gösterilebilir. Dün halk plajı açmaya çalışıldıysa, nasıl oluyor da bugün denizi temizlemek için büyük bir seferberlik ilân edilebiliyor? Marmara Denizi’nin İstanbul kıyıları insanların girip yüzebileceği kadar temiz miydi, yoksa deniz yıllardır bakıma muhtaçtı ve belediyeler kirliliğe göz mü yumuyordu? Marmara Belediyeler Birliği bünyesinde oluşturulacak olan Bilim ve Teknik Kurulu, somut verilere ve bulgulara dayalı, ortak bir söylem geliştirilmesini sağlayabilir mi?

 

İstanbul’un Tuzla ilçesinde bulunan İleri Biyolojik Atık Su Arıtma Tesisi. | Fotoğraf: İSKİ

➃ Atıksu arıtma tesisleri yeterli mi? Marmara’daki kirlilik yalnızca atıksuların arıtılmasıyla önlenebilir mi?

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu’nun alıntılanan açıklaması deniz kirliliğini önleme çabalarının temelinde atıksu arıtma tesislerinin olduğunu ortaya koyuyor. Bakanlığın eylem planındaki beş madde atıksu arıtma tesislerine ilişkin çeşitli vaatler içeriyor. Ancak kullanılan ifadeler muğlak. Bugüne kadar arıtmanın bazı durumlarda “göstermelik” olduğuna dair iddialar nedeniyle hangi yeni teknolojilerin kullanılacağına ilişkin daha fazla bilgi de şart. Mesela Sıfır Sıvı Deşarjı (ZLD) denilen ve arıtılan atıksulardaki tehlikeli kimyasalların suya karışmasını önleyen teknolojiler uygulanacak mı? Bunun gibi teknolojilerin gelişmesi için farkındalık özellikle Greenpeace’in tekstil sektörüne yönelik “Detoks” kampanyası kapsamında artmıştı.

Bakan Kurum, Sıfır Atık’tan bahsederken hep çöplere değiniyor. Oysa atık, çöpten ibaret değil. Acaba “Sıfır Atık” adı verilen kampanya denizlere sıfır kimyasal atık deşarjını gündemine alır mı? Eğer petrokimya sanayinin atıkları önlenemiyorsa, bakanlık bu fabrikaların başka yere taşınmaları için bir çalışma yapmaya hazır mı?

 

Kocaeli’nin Dilovası ilçesinden geçen Eynerce deresi. | Görsel: Gebze Yenigün Gazetesi, “Dilovası Eynerce Deresi temizleniyor” başlıklı haberden ekran görüntüsü.

➄ Endüstriyel atıklar ve deşarj: Yaptırım olmadan nasıl önüne geçilebileceği düşünülüyor?

Eylem planının en büyük eksiklerinden biri caydırıcılık. Örneğin, 15. maddede derelerin kirliliğine dair alınacak tedbir olarak şu vaat öne çıkarılıyor: Marmara’yla ilişkin havzalarda dere yataklarına yapay sulak alanlar ve tampon bölgeler oluşturularak kirliliğin denize ulaşması önlenecektir.

Bu maddeden derelerin kirletilmesine yeşil ışık yakıldığını anlamak pekâlâ mümkün. Özellikle Ergene nehri ve Dilovası’ndaki Eynerce deresi gibi kimyasal foseptiklere dönüşmüş su yolları varken, sanayi kirliliğinin derelere boşaltılmasının önlenmesine yönelik herhangi bir adımın gündeme alınmaması endişe verici. Devlet yine iş dünyasını rahatlatmak için bütün sorumluluğu yüklenmiş gibi görünüyor. Bu kirliliğe yol açanlara herhangi bir yaptırım uygulanacak mı? Buradaki sanayiler şeffaf, hesap verebilir ve ihlallerin saptanması hâlinde ağır cezalar içeren denetimlere tabi tutulacak mı?

 

Ergene Havza Koruma Eylem Planı kapsamında arıtılmış endüstriyel atıksuların bir boru hattı vasıtasıyla toplanarak Marmara Denizi’ne deşarjını sağlayacak Marmara Derin Deniz Deşarj Hattı, 2019. | Fotoğraf: Tarım ve Orman Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü.

➅ Sanayi kirliliği sonucu doğaya salınan kimyasallarla ilgili veriler var mı? Varsa, açıklanacak mı?

Marmara Denizi’nin kirlenmesinde tek etken kuşkusuz sanayi kirliliği değil, ancak yapılan değerlendirmelerde sanayi kirliliğinin boyutu ile ilgili somut verilere ulaşamıyoruz. Ayrıca sanayicilerin son yıllarda giderek artan çevreci görünme çabası, sorumluluktan kaçınmalarına da sebep olabilir. En azından, sanayicilerin plastik üretiminin sürekliliğini sağlamanın bir yolu olarak geri dönüşüm ve çöp toplama girişimlerinde yer almaları son yıllarda giderek artan bir çıkar çatışması ya da bulanıklığı yaratıyor.

Buna örnek olarak Rahmi Koç’un başkanlığında kurulan Deniz Temiz Derneği ya da TURMEPA’nın dergisinin müsilajla ilgili sayısı gösterilebilir. Nitekim Tüpraş, Aygaz, Opet, Henkel, Enka gibi firmaların desteğiyle çıkarılan dergide, müsilaja dair kaleme alınan yazıda “müsilajın ana sebebi evsel atıklar” ve “iklim değişikliği ve insan baskısı sebebiyle bu durum tekrarlanabilir” gibi başlıklar tercih edilmiş. Oysa Zeynepgül Alp’in Gezegen için hazırladığı haberde alıntılanan uzmanlar Marmara’nın sularının ısınmasının en önemli nedeni kirlilik olarak gösteriyor. TURMEPA’nın Acil Eylem çağrısında her ne kadar endüstriyel atıkların ciddi bir kirliliğe yol açtığı kabul edilse de, temel sorun olarak arıtma tesislerinin kapasitesinin yetersizliği öne çıkarılıyor. Denizcilik sektörü haricinde iş dünyası paydaşlar arasında sayılmıyor bile.

Peki, petrokimya sanayinin merkezi olan Marmara’da bu firmaların, bahsedilen derelere dahil olmak üzere saldıkları ve deşarj ettikleri atıklar ölçülebiliyor mu? Cevap evet ise ölçümler açıklanır mı? Hayır ise ölçmek için gerekli adımlar atılacak mı?

 

Kanser yapıcı kimyasalları tespit etmeyi amaçlayan projeye ilişkin bulguları kamuoyuyla paylaştığı için hakkında dava açılan Bülent Şık’ın ilk duruşmasında yapılan basın açıklaması, 7 Şubat 2019. | Fotoğraf: Evrensel Gazetesi.

➆ Şeffaflık ve hesap verebilirlik nasıl sağlanacak?

Gerek ölçümlerin kamuoyuyla paylaşılması, gerekse yaptırım konusu şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerinin tavizsiz bir şekilde uygulanmasını gerektiriyor. Oysa bundan sadece üç yıl önce, gıda güvenliği uzmanı Bülent Şık Cumhuriyet gazetesinde Sağlık Bakanlığı tarafından 2011-2016 yılları arasında “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi” adı ile yürütülen ve kendisinin de kısmen dahil olduğu projenin sonuçlarına ilişkin bilgiler paylaştığı için yargılandı. Dava açıldıktan sonra TTB tarafından Sağlık Bakanlığı’na yöneltilen sorulara hâlâ cevap verilmiş değil.

Eğer bugün Marmara Bölgesi’nde kanserojen kimyasallarla ilgili bir araştırmanın sonuçları kamuoyuyla paylaşılmıyorsa, dahası bu bilgileri yayınlayan Şık mahkeme tarafından 15 ay hapis cezasına mahkûm edildikten sonra Bölge Mahkemesi’ne yapılan itiraz sonucu ancak beraat edebildiyse, Marmara’daki kirlilikle ilgili hangi biliminsanı ve araştırmacı veri paylaşırken kendini güvende hissedebilir? Şeffaflık olmadan hesap verebilirlik beklemek iyimserlikten öteye geçmiyor.

 

Sıfır Atık projesi kapsamında şehirlerde yaygınlaşan atıkların kaynağında ayrıştırılmasını sağlayan çöp kutuları.

➇ Sıfır Atık uygulamaları yeterli bir çözüm mü?

Bakan Kurum’un vaatlerinden biri de 2017’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın öncülüğünde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından başlatılan Sıfır Atık Projesi’nin Marmara genelinde uygulanması. Müsilaj, Sıfır Atık Projesi’ne de yeni bir görünürlük katmış gibi. Ancak Sıfır Atık Projesi, atık üretimin azaltılmasından ziyade atıkların geri dönüşümü üzerine kurulu. Kimyasal ya da hafriyat atıklarını kapsayan bir çözüm önermiyor. Bilakis, petrokimya, plastik ve geri dönüşüm sanayisinin sürekliliğini sağlayacağından ters etki yaratması bile söz konusu. Ayrıca, Sıfır Atık projesinin en kritik eksiklerinden birisi de veri elde etmek için herhangi bir çaba ortaya konmaması. Bu kısıtlı haliyle Sıfır Atık uygulaması yeterli mi?

 

Yılın 12 ayı Boğaz’da yaşayan yunusların sayıları gün geçtikçe azalıyor. | Fotoğraf: Arda Tonay, Türk Deniz Araştırma Vakfı (TÜDAV)

➈ Aşırı avlanmayla ilgili ne gibi tedbirler alınacak?

Bakanlığın eylem planında balıkçılıkla ilgili en önemli vurgu hayalet ağların temizlenmesi. Ancak, uzmanlara göre kirlenmenin yanı sıra aşırı avlanma Marmara Denizi’ndeki biyoçeşitliliğin azalmasının sebeplerinin başında geliyor. Aşırı avlanma bazı canlıların besin bulamamasına ve ekolojik dengenin kaybolmasına yol açıyor. Emrah Temizkan’ın Gezegen için hazırladığı haberde okuyabileceğiniz üzere, özellikle yunuslar gibi sayıları azalan deniz canlıları için aşırı avlanma büyük bir tehdit oluşturuyor. Marmara Denizi’nin koruma alanı olması öngörülüyorsa, balıkçılıkla ilgili kısıtlamalar biyologların denetiminde daha sıkı hâle getirilecek mi?

 

Saros’ta yapılmasına başlanan doğalgaz limanına karşı yurttaş hareketlerinin tepkisi dinmiyor.

⑩ Kirlilikte termik santralların etkisi nedir?

Marmara Denizi’nin kirlenmesinde ve ısınmasındaki en büyük etkenler arasında termik santraller de gösteriliyor. MAREM raporlarında termik santrallardaki soğutma çalışmalarının bugünkü kirlilikteki etkisi ile ilgili çok sayıda ayrıntı var. Yetmiyormuş gibi Saros körfezine BOTAŞ’ın doğalgaz limanı inşa ediliyor. Termik santralların yol açtığı kirlilikle ilgili herhangi bir çalışma var mı? Termik santralların Marmara Denizi kirliliğindeki doğrudan ve dolaylı etkisi nedeniyle, belirlenecek yol haritasında yenilenebilir enerjilere daha fazla yatırıma yer vermek düşünülür mü?

 

Yetkililer müsilajı Kanal İstanbul’u olumlu bir proje gibi göstermek için bir fırsat olarak kullanıyor.

⑪ Kanal İstanbul’un inşaatı müsilajı ve Marmara Denizi’ndeki kirliliği nasıl etkiler?

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu’nun müsilaja çözüm olarak Kanal İstanbul’u göstermesinin ardından Sabah gazetesinde Kanal İstanbul bu kez atıksu sorununa da çare gibi sunuldu. VOA’ya açıklamalarda bulunan deniz bilimci Cemal Saydam, Kanal İstanbul’un Marmara Denizi’nin alt tabakasında hidrojen sülfür yoğunluğunu artıracağını ve “yalnız Marmara Denizi değil Marmara Bölgesi elimizden gideceğini” söylüyor. Bu durumda, Kanal İstanbul’un etrafına bina edilecek bir yol haritası ne kadar gerçekçi? Ayrıca inşaattan çıkacak devasa hafriyat ve inşaat atıklarının su havzalarına ve dolaylı olarak Marmara Denizi’ne etkisinin ne olacağına dair bir çalışma var mı?

 

Müsilaj sorunu ve daha genel olarak Marmara Denizi’nde geriye dönüşü olmayan seviyelerdeki kirlilik şapkayı önümüze koyup düşünmemizi gerektiriyor. Bugüne kadar ortaya konan yaklaşım Türkiye’de aslolanın inşaat sektörü ve sanayinin çıkarları olduğunu apaçık ispatlar nitelikteyken, ancak göz boyamanın ötesine geçen, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerine dayalı bir iklim ajandası bu boyuttaki sorunlara çözüm üretebilir. Sunulan Eylem Planı’nda böylesine bir iradeye işaret eden herhangi bir vaat göremiyoruz. Şeffaflık ve hesap verebilirliğin artabilmesi için birçok ülkede olduğu gibi önce Paris Anlaşması onaylanıp, net sıfır emisyon gibi somut hedefler konarak köklü değişikliklere gidilmesi şart.